EditördenKritikKritikManşetMedya

Bir şiddet öğreticisi olarak ekran

Başta televizyon dizileri ve sinema filmleri olmak üzere medya enformasyonlarında şiddet tüm açıklığıyla gösteriliyor. Böylece kadına, hayvana, güçsüze ve dezavantajlı gruplara uygulanan şiddet bu şekilde hayatımızın bir parçası oluyor ve medya aracılığıyla adeta meşru kılınıyor. İşin ilginç yanı şiddeti betimlendiren medya aktörlerine karşı ‘hiç de boş değiliz…’

Tüm dünyada yaşanan ölümlerin yüzde 4’ünün intihar veya cinayet olarak kayıtlara geçtiği, her yıl yaklaşık 6 milyon ölüm olayının neredeyse yarısına sebep olan şiddet, en yalın ifadeyle ‘güç ve baskı uygulayarak, insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan, bireysel veya toplu hareketlerin tümü’ olarak tanımlanıyor. Hâl böyleyken medya için rating getiren bir malzeme olan şiddet; dünyanın her yerinde izleyicinin ilgisini çekiyor. Böylece televizyonun ve medyanın temel ögelerinden biri haline geliyor. Şiddet içerikli programların yüksek izlenme oranlarına ulaşması sonucunda şiddetin dozu giderek artırılmış ve şiddet daha fazla şiddeti doğurmuş durumda.

Medya, şiddetin estetize edilmesi bağlamında kullanılabilecek en etkili araç. Televizyonun, insanların hayata bakış açılarının oluşması ve dünyayı anlamlandırma süreçlerinde etkili olması dolayısıyla şiddet içerikli televizyon programları her zaman önemli ve tartışılır bir konumda. Ancak yapılan araştırmalar televizyon yayınlarında şiddete maruz kalma ile şiddet ve saldırganlık davranışları arasında paralel bir ilişki olduğunu gösteriyor. Özellikle toplum genelinde çok sevilen dizi ve filmlerde kullanılan şiddetin, estetik bir biçimde verilmesinin bireylerin algısında olumsuz sonuçlarının olması kaçınılmaz bir gerçek. Birey bir “tokat”, “küfür”, “hakaret” vb. eylemleri gerçek hayatında olumsuzluk ile ilişkilendirirken, bu eylemleri sürekli olarak takip ettiği diziler ya da izlediği filmlerde, bağlamından, mevcut doğasından kopartılmış haliyle izliyor. Bireylerin boş zaman etkinliği olarak ağırlıklı bir şekilde medya içeriklerini tükettiklerini düşündüğümüzde, şiddete yönelik algının bambaşka bir şekle dönüşerek, gerçek hayattaki eylemlerini de etkilemesi toplum genelinde yaşanan pek çok olayda da kendini gösteriyor. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Tülin Sepetçi bu durumu şöyle açıklıyor: “Sadece film ya da diziler de değil, magazin haberlerinde, sosyal medyada aktarılan şiddet görüntülerinin, söylemlerinin insanlar üzerindeki etkisinin büyük olduğu bir gerçektir. Özellikle de ekranda gördüğü şiddeti toplum içerisindeki algı nedeniyle ayıplayan seyirci, ironik bir biçimde kendi gerçek hayatında somutlaştırarak şiddeti yeniden üretmektedir. Seyircinin adrenalinini yükseltmenin giderek daha zor bir hale geldiği günümüzde, şiddetin dozu ve sunuluş biçimi bambaşka bir şekle dönüşmektedir.”

ŞİDDET GÜNLÜK HAYATIMIZIN BİR İHTİYACI GİBİ

Şiddetin, normal ve sanki günlük hayatın bir parçası olarak algılanması, bireylerin bunu medya enformasyonları bağlamında meşrulaştırması, insanları duyarsızlaştırıyor. Bu da uzun zamandır ülkemizin en büyük sorunlardan biri. Özellikle kadına, hayvana yönelik şiddet bunların başında geliyor. Televizyon yayınlarında şiddetin estetize edilmesi, ödüllendirilmesi, cezalandırılmaması ve çözüm yöntemi olarak sunulması suretiyle şiddeti meşrulaştırıcı bir yayın anlayışı hâkim durumda. Yine bununla beraber televizyon yayınlarında şiddet izleyici üzerinde programın türüne, izleyicinin sosyal ve ekonomik düzeyine göre farklı etkiler oluşturuyor. Televizyonda şiddetin önlenmesine ilişkin yasal denetim ve özdenetim uygulamalarına rağmen, ekranlarda şiddetin azaltılması konusunda çabalar yeterince başarılı olamıyor. Televizyon yayınlarında şiddetin yayılmasında televizyonlar, izleyiciler, reklam verenler ve ilgili kamu kurumlarının sorumluluklarının ortak olduğu ve bu sorunun çözümünün tüm tarafların katkısı ile mümkün olduğu görülüyor.

ŞİDDET AKTÖRLERİNİ SEVİYORUZ

Bütün bunlarla beraber medya tarafından sunulan enformasyonlarda, televizyon dizilerinde ve sinema filmlerinde şiddeti temsil eden, betimlendiren veya uygulayan şiddet aktörlerini benimsemiş durumdayız. Toplum bireyleri söz konusu aktörlere karşı çeşitli geleneksel veya duygusal normal üzerinden anlamlar yüklemekte ve onların kötücül durumlarını gözden gelmekte. Bu konuda Galatasaray Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nde Öğr. Üyesi Prof. Dr. Nilgün Tutal Cheviron şöyle düşünüyor: “İnsanlar kendi yaşamlarında birebir kanıksadıkları kadın ve erkek rol modellerini filmde ya da dizide gördüğünde, seyrettiği üründeki öyküye odaklanır, seyrettiği kültür ürünlerinin kadın erkek eşitsizliği, erkek egemen bir toplumda yaşanıldığı bilgisine bağlı olarak analiz etme süreçlerine pek girmezler. Popüler kültür ürünleri bir kendiliğinden meşrulaştırılmış egemen erkek kodlarıyla öykülerini işler. Bunun farkında varabilmek için belli bir eğitim ve kültür düzeyinde olmak gerekir. Kadir İnanır’ın oynadığı seven, koruyan erkek karakteri tam da bu nitelikleri haiz olduğu için kadının üzerindeki hakimiyeti (bu kadına şiddet uygulama şeklini alsa bile) yadsınmaz.”

ÖLÇÜSÜZ SEVGİ ŞİDDETİ YOKSAYDIRIYOR

Dr. Tülin Sepetçi, yıllarca izlediğimiz filmlerdeki jönlerin sevdiği kadına şiddet uygulaması ve bunu sevgi kılıfına uydurarak yapmasını çok vahim bir durum olarak değerlendiriyor. “Tokat yiyen kadının saçlarının uçuşarak kafasının bir tarafa dönmesi, şiddetin estetik bir öge olarak sunulmasının bir parçası. O noktada izleyici, bir insanın bir insana şiddet uyguladığını değil, estetik bir görüntü izliyor. İzleyici erkek ise sevgisine ve ‘kadınına’ sahip çıkmanın yolunun bu olduğunu düşünürken, kadın ise sevilmenin anlamını, sahip çıkılmanın anlamını şiddetle özdeşleştiriyor.” şeklinde konuşan Sepetçi, şiddet gösteren aktöre duyulan ölçüsüz sevginin ve medyadaki şiddetin gerçek hayata sirayet etmesinde çok etkili olduğunu söylüyor. Sepetçi, şiddet gösterme karizmatiklik ile ilişkilendirildiğini ve seyircinin hayran olduğu oyuncuların gerçek hayatta da şiddet olaylarıyla gündeme geldiği ölçüde bu etkileşimin daha da kötü bir gidişata yol açacağını ifade ediyor.

PROF. DR. NİLGÜN TUTAL: ŞİDDETE KARŞI ÇIKARKEN DAHİ MEŞRULAŞTIRIYORUZ

Prof. Dr. Nilgün Tutal Cheviron

“Medyada kadına yönelik şiddet eleştirilerek de temsil ediliyor. Ya da kadına yönelik şiddet haberlerinde sıkça gördüğümüz gibi erkek şiddetinin kınanmasına sıkça rastlıyoruz. Ancak medyada kadına şiddeti eleştiren haberler bile adliye haberi verme niteliğinin ötesine pek geçmiyor. Şiddete maruz kalan kurbanlar olarak kadınlar temsil edildikçe, bu şiddete karşı mücadelenin nasıl verileceğinden daha çok izleyici ya da okuyucunun acınası hayatlarına esefle baktığı kadın temsilleri üretiliyor. Daha temel bir sorun ise, kadın erkek ilişkilerinin genel yapısı itibariyle patriarkal olduğunu pek bilmeyen medya aileyi, evliliği, kadının eş ve anne olma rollerini yücelten içeriklerle dolu olduğundan, şiddetin gerçek nedenleri genellikle medyada yer bulmuyor. Kadına yönelik bir şiddet olayını bir dakikada seyirselleştirerek ve kurbana acıyarak vermekle yetinen bir medya içerik üretim yapısı var. Toplumda ne türlü olursa olsun şiddetin gerçekten hangi sorunlardan kaynaklandığını ele alacak içerik üretebilmek için gazetecilerin daha eğitimli, daha kültürlü olması gerektiği gibi medyanın ekonomik yapılanmasının da gazeteciye işini doğru yapacak fikri özgürlüğü tanıması, kaliteli bir içerik üretebilmesi için ihtiyaç duyduğu zamanı ona tanıması gerekir.”

TÜLİN SEPETÇİ: ESTETİK ŞİDDET KABA ŞİDDETTEN DAHA TEHLİKELİ

Dr. Tülin Sepetçi

Şiddetin medyada kendini göstermesi salt kötü karakterler aracılığıyla olsa seyircinin gözünü kaçırdığı, oturduğu yerden lanetler yağdırdığı bir süreçle tanımlanabilir. Fakat şunun ayrımının iyi yapılması gerekmektedir. Bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız: Acaba iyi karakterin, filmin kahramanının, dizinin aşık erkeğinin gösterdiği şiddet, seyircinin özdeşleşme sürecine nasıl yansıyor? Şiddeti en kaba haliyle göstermek yerine, kadın kahramanın saçlarının uçuştuğu, dudaklarında gülümsemesinin donduğu ve kırgın gözlerle ‘bana vurdun’ dediği fakat olayın devamında erkeğin ‘her şeyi aşkım için yaptım’ tarzı söylemlerini kullanmak kaba şiddetin gösterilmesinden çok daha sinsi ve tehlikeli bir durumdur. Şiddet aracılığıyla medyada dünyanın işleyişiyle ilgili bir şeyler söylemek mümkündür. Fakat bunu estetize etmek ve bu yolla pekiştirmek bu sürecin geri dönüşümünün toplum genelinde olumsuz sonuçlarını giderek daha fazla deneyimleyeceğimiz bir hale gelecektir.  Yalnızca film ya da dizilerde değil, hayran olduğu oyuncuların, futbolcuların uyguladığı şiddet, hayran olduğu medyatik kadınların gerçek hayatta da uğradığı şiddeti görmek, erkek ya da kadın izleyicilerin ‘bak o bile şiddet görüyor’ ya da ‘bak o da dövüyor, şiddet uyguluyor’ gibi hastalıklı bir düşüncenin ne yazık ki toplum geneline sirayet etmesine yol açıyor.”

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir cevap yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak