KültürManşetSinemaSöyleşi
Asghar Farhadi: Yanlış yapabilme hakkımı korumak istiyorum
Oscar ödüllü İranlı Yönetmen Asghar Farhadi son filmi Herkes Biliyor ile filmografisine yeni bir başyapıt daha ekliyor. Sinema yapmak için ihtiyaç duyulan her şeyin çevremizde olduğunu söyleyen Farhadi, İran sineması için elçilik sorumluluğunu kabul etmediğini çünkü bir yönetmen olarak yanlış yapabilme hakkını korumak istediğini belirtiyor.
Uluslararası Antalya film festivali bu yıl 55. kez sinemaseverlerin karşısına çıktı. Dünyadan ve ülkemizden farklı biçimsel formatlarda birçok filmin gösterildiği ve yarıştığı festival 5 Ekim günü ödüllerin dağıtılmasıyla sona erdi. Festival aynı zamanda dünyaca ünlü yönetmenler Bela Tarr, Pawel Pawlikowski, Ferzan Özpetek ile oyuncu Vincent Cassel gibi isimleri ağırladı. Bu isimlerden biri de festivalin açılış filmi olan ve bu yıl Cannes Film Festivali’nde de yarışan ‘Herkes Biliyor’un Oscar ödüllü yönetmeni İranlı Arghar Farhadi idi. Film sonrası sohbet etme fırsatı bulduğumuz Farhadi aynı zamanda izleyicilerin de sorularını yanıtlamayı ihmal etmedi. Bu iki sohbetten de öne çıkan soruların cevapları da ise oldukça samimi idi. Günümüzde yeni anlatacak bir şey olmadığını düşünen Farhadi, kendisi için önemli olan şeyin durumu tasviri olduğunu söylüyor. Sinema yapmak için ihtiyacımız olan tüm malzemenin çevremizde olduğunu söyleyen başarılı yönetmen, İran sinemasındaki elçilik tanımlamasını ise şöyle açıklıyor: “Bu benim için çok riskli ve tehlikeli bir durum ve bunu kabul etmiyorum. Bunu kabul etmek sorumluluk almayı gerektirir. Ben bir film yönetmeniyim film yapıyorum ve bu sorumluluğu kabul etmek istemiyorum. Çünkü bir film yönetmeni olarak yanlış da yapabilmek istiyorum. Fakat böyle bir elçilik sorumluluğu aldığınızda yanlış yapma imkânınız olmaz, bu sorumluluğu almak istemem.”
‘Herkes Biliyor’ filminin ilhamını nereden aldınız?
15 yıl önce ailemle birlikte Güney İspanya’ya gitmiştim. Gezimiz sırasında kızım duvardaki fotoğrafları gördü orda ve bu fotoğrafların nedenini sordu. Çevirmenim de bir kaçırılma olayı olduğunu bize söyledi. Kızım bundan çok korktu ve onun için seyahatin tüm hissiyatı değişti bir anda. O andan itibaren bu hikâye aklıma düştü çünkü bu aileye ne olduğunu merak ettim, bu çok ilgimi çekti. Bir hikâye düşündüğümde her zaman çelişkili duruma odaklanmayı tercih ederim çünkü bu kişilerarası ilişkilerin kendini ortaya çıkardığı en belirgin nokta oluyor. 15 yıl önce bu olay başıma geldiğinde film çekip çekmeme konusunda karar vermemiştim. Çekmeye 5 yıl önce karar verdim. Çünkü o zaman kendi kültürüm yani İran dışında bir film çekebileceğimden emin değildim. Fakat Geçmiş filmini Fransa’da çektikten sonra bu konuda kendime güvenim geldi. Dolayısıyla İspanya’da da böyle bir film çekebileceğimi düşündüm. Ayrıca Güney İspanya kültürünün İran kültürüne yakın buluyorum.
BEN ÇEKMESEM ALMODÓVAR ÇEKECEKTİ
Filmi çekmek için attığınız ilk adım ne idi?
İlk önce sürekli İspanya’ya seyahat edip, oranın kültürel atmosferini anlamaya çalıştım; 5-6 yılı böyle geçirdim ve İspanyol arkadaşlarıma bulduğum fikirlerin yeterince oraya ait olup olmadığını sordum. Daha sonra Penélope Cruz ve Javier Bardem’e film fikrimi getirdim. Senaryoyu kendi dilimde Farsça yazmıştım. Onlara ‘Bu yeterince İspanyol mu?’ diye sordum ve çok şaşırdılar; fazlasıyla İspanyol filmi olduğunu söylediler. Sonrasında Pedro Almodóvar’a götürdüm ve aynı soruyu sordum. O da bana şunu söyledi: ‘Eğer bu filmi sen çekmezsen ben çekerim’. Biz hep şu fikirle büyüdük: Dünyanın her tarafındaki insanlar birbirlerinden farklı kültürlere sahip. Fakat ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Bence aşk, intikam ve nefret gibi duygular dünyanın her yerinde aynı öze sahip. Duygular aynı fakat bunların ifade edilme biçimleri kültürden kültüre değişkenlik gösterebiliyor. Örneğin Japonlar birbirine dokunmayı sevmiyorlar ama biz İranlılar ve siz Türkler ve İspanyollar birbirimize dokunmayı seviyoruz.
Penélope Cruz ve Javier Bardem’nin filme dahli ne kadar? Sizinle nasıl bir işbirliği yaptılar?
Fransa’da film çekerken aklımda Penelope Cruz vardı aslında. Çünkü çok yetenekli ve çok akıllı bir oyuncu aynı zamanda çok çabuk dil öğreniyor. Fakat o, o sırada hamileydi ve filmde yer alamadı. Hala ikisiyle de arkadaş gibiyiz ve görüşmeye devam ediyoruz. Sete geldiklerinde iki farklı insan gibiydiler. Fakat filmi çekmeye başladığımızda her şey planlanmıştı ve onlara temel sözcükleri vermiştim. Mesela Javier sürekli şu soruları soruyordu: ‘Ben neden çiftliğimi satıyorum ki? İnsanlar normalde böyle mi yapar? Zor durumda olan insanlara yardım etmek için çiftliğini mi satar?’ Ben de ona şöyle dedim: ‘Sen 45 yaşında bir vücudun içinde 10 yaşında bir çocuksun. Ve sürekli davranış ve konuşma biçimin bu şekilde olsun. Köyde basit bir insanı canlandırıyorsun ve karmaşık bir durumun içinde basit bir insanın vermesi gereken tepkileri vermeni istiyorum. Tanrıya inanmıyorsun, ayakların yere basıyor ve oldukça gerçekçi birisin.’ Penelope ise çok endişeliydi. Çünkü çocuğunu kaybeden anne sürekli öfkeli olur sürekli ağlar ve bu bir oyuncu için çok tehlikeli bir durumdur. Ben de ona anahtar kelimesinin çocuğunu kaybeden bir kurt olduğunu dedim. Sadece üzgün değildir ama aynı zamanda pasif de değildir. Dolayısıyla filmde Penelope’yi otururken gördüğünüzde hep bir kurt gibi oturduğunu görüyoruz. Bu filmin iki riski vardı: Ya hiç İspanyol olmayacaktı ki bu bir tehlikeydi. Ya da Çok fazla İspanyol olacaktı. Ve bu 5 yılda tam da bu dengeyi kurmak için uğraştım. Ne çok İspanyol olmak ne de az İspanyol olmak…
TİYATROYA DÖNMEK İSTİYORUM
Bir sinema yönetmeninden ziyade bir tiyatro yönetmeni gibi konuşuyorsunuz. Filmlerinizi performans üzerine mi kurduğunuzu düşünüyorsunuz?
Ben tiyatro kökenliyim. Ve bir gün tiyatroya geri dönmek istiyorum. Kendi ülkemde veya başka ülkelerde tiyatro yönetmeye devam etmek istiyorum. Bu filmin tiyatro olduğunu düşünmüyorum ama ben kökenim nedeniyle tiyatroya bayılıyorum. Çünkü onun daha saf olduğunu düşünüyorum. Tiyatro seyircisinin sinema seyircisinden daha dikkatli olduğunu düşünmüşümdür hep. Tiyatro seyircisi sahnedeki her bir detaya dikkat ediyor ve buna hep şaşırıyorum. Fakat sanırım dizi kültürü yüzünden sinema seyircisinin öyle olmadığını düşünüyorum. Detaylara bakmaktansa hikâyeyi takip etmek istiyor sinema seyircisi. Dizi izleyicisi her 5 dakikada bir olay olmasına alışık olduğundan sürekli olay takip ediyor. 100 dakikalık bir filme dahi çok uzun diyebiliyorlar. Daha önce belli değildi. Seyirci başka bir estetiğe alıştı.
Ne tür hikâyeler anlatmayı istiyorsunuz?
Ben senaryo yazarken veya film yaparken insanlara bir şey anlatmayı düşünmüyorum, daha çok durumu tasvir etmeyi seviyorum. Günümüzde yeni anlatacak bir şey olduğuna inanmıyorum. Bir filmi izlediğinizde sizi artık ne şaşırtabilir ki? Fakat bu durumun kötü olduğunu da düşünmüyorum. Eskiden sinema bir bilgi bombardımanı iken günümüzde bir tasvir sanatı ve biz bu tasvirin içinde düşünmek için vakit buluyoruz.
İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ TÜM MALZEME ÇEVREMİZDE
Yeni projeye başladığınızda kendi hayatınızdan mı yoksa gözlemlerinizden mi ilham alıyorsunuz?
Bilmiyorum ama fark ettiğim şey şu ki bilinçaltımda bütün bu ilhamlar çocukluğumdan geliyor. İlham aldığım yer çocukluğum. Aslında sıradan yaşamlardan ilham alıyorum. Bu yaşamın içindeyken hikâyenin farkına varmıyorsunuz ama biraz düşününce ortaya çıkıyor. Mesela iki gün önce Antalya havaalanındaydım ve valizimi kaybettim. Görevliye gidip durumu anlattım ama benimle ilgilenmek yerine telefonuyla ilgileniyordu. Hiç bir şey yapmadı, bana bakmadı bile. Masaya vurdum, sinirlendim ama sonra fark ettim ki aslında beni duymayan işitme engelli biriydi. Ve hemen bu hikâye gözümde canlandı. Aslında çok iyi biriydi ve sonradan bana çok yardımcı oldu. Bu hikâye şu an benim aklımda ve belki bir 10 sene sonra bunu kullanacağım. Genç film yönetmen adaylarına şunu söylemek istiyorum: İhtiyaç duyduğunuz tüm malzeme aslında çevrenizde.
IRAK’LA BİRBİRİMİZİ TANISAYDIK HER ŞEY DAHA FARKLI OLURDU
Filmin adı Herkes Biliyor ama kimse hikâyenin tamamını bilmiyor gibi…
Bu tip dram filmlerinde karakterler her şeyi bildiğini zannederek hareket ediyorlar ama biraz yeni bir bilgi geldiğinde bütün durum değerlendirmesi değişebiliyor. Örneğin iki ülke savaştayken birbirlerine düşman gibidirler. Ama birbirlerini tanısalar yani bilgiyi biraz arttırsalar durum değişecek. Bu bizim de başımıza geldi. Irak ile uzun yıllar savaştık.