KültürManşetSöyleşi

Belgeselciliğin anatomisi: Kerime Senyücel

“Belgeselcilik benim için 77’den beri bir yaşam şekli, bir dünyayı algılama yolu, toplumun belleğini oluşturma çabasıdır. Aynı zamanda hobim, eğlence şeklim, hayatıma renk getiren yaşamsal bir öge.”

Kerime Senyücel, 1975’ten 2017 yılına kadar çalışmış bir TRT emekçisi. 77’den beri ise profesyonel olarak belgeseller yapıyor. “Osmanoğlu’nun Sürgünü (2005)”, “Halfeti Suya Dönüşen Topraklar (1998-2000)” ve “Fatih Avrupa’nın Kaderini Değiştiren Adam (2013)” o başarılı belgesellerden bazıları. Belgesel alanındaki ilk ödülünü 1987’de “Sanatımızla Anadolu” ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden alan Senyücel, son ödülünü ise bu yıl aynı kurumdan “Bilûn: Sürgünün Son Tanığı” adlı belgeseliyle aldı. Şu sıralar ise bir Yavuz Sultan Selim projesinin hazırlığı içinde olan Kerime Senyücel ile hem belgeselcilik mesleğini, hem de son belgeseli “Bilûn: Sürgünün Son Tanığı”nı konuştuk. Teknik ve içerik olarak belgeselin ne olduğunu dahil ettiğimiz sohbetimizde, belgesel izleyici profillerini konu edindik.

Belgeselciliğin bir meslek olmanın dışında sizin için ne ifade ediyor, sorusuyla sohbete başladığımız Kerime Senyücel, belgeselciliğin kendisi için TRT de göreve başladığı 1975 ten 2 yıl sonra, 1977 den beri bir yaşam şekli, bir dünyayı algılama yolu ve toplumun belleğini oluşturma çabası olduğunu söylüyor. İşinin aynı zamanda hobisi, eğlence şekli ve hayatına renk getiren yaşamsal bir öge olduğunu belirten Senyücel, yapım öncesi hazırlıklarında yazılı, sözlü ve görsel kaynaklara ulaşmaya çalışırken her işinde yeni çevre ve insanlarla tanıştığını ifade ediyor.

Peki, belgesel kurmaca olabilir mi? Yoksa daima gerçeklikten mi beslenmelidir? Senyücel’e göre belgeselde kırmızı çizgi gerçekliktir ve maddi hata affedilemez, ama “docu-drama”larda, tamamen gerçeğe uygun bir canlandırma, dramatizasyon yapılabilir. Başarılı belgeselci ise kendi çalışmalarında drama sahnelerini minimal tutmaktan yana olduğunu belirtiyor. Örneğin bütün diyalogların tarih belgelerinden alındığı “Fatih Avrupa’nın Kaderini Değiştiren Adam” belgeselinde Fatih’in döneminden orijinal metinlere dayanarak 30’ar dakikalık 8 bölümde canlandırma bölümlerinin toplam 10 dakikayı geçmediğini söyleyerek belgesellerinde gerçekliğe verdiği öneme dikkat çekiyor.

ÖĞRETİCİLİKTEN KAÇARKEN YÜZEYSELLEŞTİK

Belgesel kültüründe ve üretiminde içerik ve teknik olarak Türkiye’nin durumunu ve dünya ile arasındaki farkları da konuştuğumuz Kerime Senyücel, dünyada 1980’li yıllardan itibaren, üst sesin hâkim olduğu öğretici belgesellerin yerini doğrudan sinema (Direct cinema, cinema verite) tarzı belgesellere bıraktığını söylüyor. Kamerayı alıp doğrudan hayatın içine katılarak, üst ses müzik gibi ögeleri minimuma indirgeyen, hayatla izleyiciyi yüz yüze bırakan belgesellerin yapılmaya başlandığını ifade eden Senyücel, ülkemizde de bu anlatımı benimseyen belgeselciler olduğunu söylüyor. Geleneksel ve havalı, öğreten bir sesin baskın olduğu anlatımlardan kaçınıldığını söyleyen başarılı belgeselci, fakat bu durumun da beraberinde farklı problemler doğurduğuna dikkat çekiyor. Senyücel, Akademik, didaktik olmama ve hayatın sıcaklığını yakalama gayretiyle, yüzeysel, herhangi bir derdi olmayan, ön araştırma yapılmamış, yaşamı akışı içinde kaydetmekten başka özelliği olmayan sığ çalışmalar ortama hâkim olmaya başladığından dert yanıyor. Ancak bütün bunlarla beraber ülkemizde yapılan belgeseller içinde uluslararası standartta çalışmaların da az olmadığını bunlara dünya festivallerinde sıkça rastladığımızı belirtiyor.

İKİ TÜR İZLEYİCİ PROFİLİ VAR                         

Türkiye toplumunda belgesel izleyicisinin zevkini ve kimliğinin tanımı konusunda tek bir profilden söz etmenin mümkün olmadığını söyleyen Kerime Senyücel bu noktada iki profile dikkat çekiyor. Senyücel’e göre bir festival izleyicisi profili var ki bunlar dünyayı izleyen, çağdaş, değişik kategorilerde, tarih, politika, biyografi, doğa vs. belgeselleri en son, seçkin örnekleriyle izlemek isteyen bir kesim. Bir de TV belgesellerini izleyenler. Bunlar ise TV’ler için yapılmış, daha ticari tematik belgesel kuşaklarını takip ederler. Senyücel bu kanallara örnek olarak “Discovery”, “History Channel” ve “National Geographic”ı veriyor.

BİR CEZA MODELİ: BELGESEL YAYINLAMAK

Sohbetimizin sonuna yaklaşırken belgesel üreticileri için üzücü aynı zamanda problemli bir konuyu da konuştuk Senyücel ile. Bildiğiniz üzere kanallarda, RTÜK’ten aldıkları ceza sonucunda mecburi bir yayın olarak belgesel gösteriliyor ve üstelik bu durum altyazıda da açıkça belirtiliyor. Peki, bu durum bu işi profesyonel olarak yapan belgesel emekçilerine ne hissettiriyordu? Kerime Senyücel, bunu hem Belgesel Sinemacılar Birliği, hem de bir dönem başkanlığını yaptığı TRT Prodüktörler Derneği olarak çokça protesto ettiklerini söylüyor ve ekliyor: “Tepki gösterdik. ‘Belgesel’ ve ‘ceza’ kavramlarının yan yana anılmasını istemedik. Çünkü ülkemizde genelde bir belgesel izleme eğilimi var. İzleyici öteden beri iyi bir saatte ve tanıtımla ekrana gelen belgeselleri izler. Hayatına dokunabiliyorsanız daha çok ilgi duyar. İzleyicimize TRT tarafından uzun yıllar daha ağırlıklı olarak sunulmuş olan doğa belgeselleri hep beğenilmiştir. Biz ceza gösterimlerini protesto ederken, bir de baktık ki RTÜK’ün genelde prime time programlarına verdiği cezaların saatlerinde yayınlanan belgesellerimiz TRT’den çok daha yüksek rating alıyor. Böylede ironik, paradoksal bir durumla karşı karşıya kaldık. ‘Güler misin, ağlar mısın?’ dedik kendi kendimize…”

BİLÛN: SÜRGÜNÜN SON TANIĞI            

Bilûn Hanım Sultan ve Kerime Senyücel

Sohbetimizde sıra geldi Bilûn: Sürgünün Son Tanığı adlı belgesele. Nasıl çekmeye karar vermişti? Kendisinden dinliyoruz: “2005 yılında Osmanoğlu’nun Sürgünü belgeselini çekmek için Beyrut’a gitmiştik. İç savaş dönemiydi. Havaalanı yolu Hizbullah kontrolünde bir açılıp bir kapanıyordu. Çekim yapmayı planladığım Bilûn Hanım Sultan ve kardeşi Yavuz Alpan ile sadece yarım günlük bir çalışma yapabildim. Bilûn Alpan o zaman 90 yaşındaydı. Yarım günlük çalışma bitince apar topar havaalanının yolunu tuttuk. Ben hep orada yaptığım işin eksik kaldığını düşündüm. Aradan 10 yıl geçti. 2015’te politik açıdan daha sakin olan Beyrut’ta, 3 Mart 1924 sürgününün hayattaki son tanığı olan, Sultan Abdülmecid’in torunu Bilûn Alpan’ın çekimini daha kapsamlı yapabileceğimi düşündüm. Bu belgeseli gerçekleştirirken, hem onu ve ailesini, hem de Beyrut’ta yaşayan Sultan Abdülaziz soyundan Esma Sultan’ın torunu Alp Saadeddin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in torunu Nemika Sultan’ın torunları Cemil Adra ve Emel Adra’yla da röportaj yapabildim, aile albümlerini belgeledim. Bunların hem devlet arşivine, hem belgeselime büyük katkısı oldu.”

HANEDAN ÜYELERİ VATANSIZ

Bugün 100 yaşını geçmiş olan Bilûn Hanım Sultan’ın annesi Fatma Zehra Sultan sürgünden sonra ailesiyle Avrupa’ya gitmiş. Sonra tüm hayatlarını geçirdikleri Ortadoğu’ya yerleşerek, önce Filistin sonra Lübnan’da yaşamlarını sürdürmüşler. 1924 yılındaki sürgünden 30 yıl sonra 1952 de Osmanlı Hanedanı’nın kadın üyeleri, 1974’te de erkek üyeleri affedilmiş ve yurda dönmelerine izin verilmiş. Bilûn Alpan 1989’da TC vatandaşlığını alarak, yerleşmek amacıyla Türkiye’ye gelse de kızı Nahide vatandaşlık alamayınca hayal kırıklığına uğrayıp Beyrut’a geri dönmüş. Bilûn Alpan bundan sonra asla evinden ayrılmak istemediğini belirterek “Daha önce bir defa Türkiye’den, bir defa da Filistin’den sürüldüm. Artık evimi terk etmek, yeni bir sürgün yaşamak için çok yaşlıyım.” demiş.

Kerime Senyücel ile bu belgeselin yapım süreci dışında hissiyat olarak kendisine neler düşündürdüğünü de konuştuk. Senyücel gözlemlerini şöyle dile getiriyor: “Bilûn Hanım Sultan Lübnan’a derinden bağlı. Türkiye’ye kırgın olduğunu söylüyor. Ancak bütün ömrü, kısa süreli ziyaretler hariç, Türkiye dışında geçtiği halde, inatla sadece Türkçe konuşuyor. Çelişkili görünen bu durum, kalbinin derinliklerindeki aidiyet duygusuyla ilgili bize ipucu veriyordu. Bilûn Alpan’ın dik duruşu, vatan hasreti, kırgınlığı, zarafeti beni derinden etkiledi. Bizde hanedan tek yönlü pasaport ve 1000’er poundla sürgüne gönderildi. Kan dökülmedi ama saray dışına çıkmamış,  çalışarak hayatını kazanma deneyimi olmayan insanlar için sürgün çok acı oldu. Kısa sürede yokluğa düştüler. Ayrıca dünyanın en uzun ömürlü; nereden bakarsanız 500 yıl süper güç olmuş bir hanedanın üyeleri vatansız kimliksiz kaldı.  Acılar yaşandı. Ama onlar her zaman başlarını dik tuttular. Türkiye ve cumhuriyet hakkında asla konuşmadılar. Halife Abdülmecid paraya çok ihtiyaç duyduğu dönemlerde, dünya basınından yüksek fiyatla gelen röportaj tekliflerini geri çevirdi. Naciye Sultan’ın kızı Rana Hanım Sultan’ın dediği gibi ‘Belki ailemiz için kötü oldu ama memleket için iyi oldu’ demeyi bildiler.” Bu arada belgesel TRT markette satışta. İsteyenler TRT Genel Müdürlüğü girişindeki marketten veya www.trt.net.tr den markete girerek ulaşabilir.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak