KültürManşetSinemaSöyleşi

Bent Hamer: Sinema tehlikeli bir iletişim aracı

Norveçli yönetmen Bent Hamer başarılı bir sinemacı olarak karşımıza çıkıyor. Kendi sinemanın durumların kara mizahı olarak değerlendiren Hamer, sinemanın çok güçlü bir iletişim aracı olduğunu dolayısıyla aynı zamanda tehlikeli de olduğuna dikkat çekiyor. Başarılı yönetmen İskandinav atmosferinin melankoli durumunun da sinemasına yansıdığını söylüyor.

Bu yıl altıncısı düzenlenen Boğaziçi Film Festivali’nde Onur Ödülü’ne layık görülen Norveçli yönetmen Bent Hamer ile konuşmak için İstiklal Caddesi’nde bir araya geldik. Kendisiyle sinemayla ilişkisinin yanı sıra yeni projesi The Middle Man’i de konuştuk. Yumurtalar, Mutfak Hikayeleri, O’Horten, Her İşin Adamı gibi başarılı filmlerin ödüllü yönetmeni Bent Hamer’e ilk sorum kendisini sinemaya teşvik eden şeyin ne olduğu idi. Hamer soruma şöyle yanıt verdi: “Açıkçası nasıl başladığımı bilmiyorum fakat ben ilk motive eden önemli şey hikayeler ve gözlemler oldu. Edebiyata ve hikayelere her zaman ilgim vardı. Bunda büyük annemin de çok büyük etkisi var. Bütün arkadaşlarım resim, çizim yapıyorlardı. Bense ne bir resim yapabiliyordum ne de bir şey çizebiliyordum. Benim üretim algım sanki hep sinema yönündeydi.” Sinemada motivasyonun doğal olay akış içerisinde durumları beyaz perdeye yansıtmak olduğunu söyleyen Hamer, komedi değil mizah içeren filmler yaptığını söylüyor. Sinemanın çok güçlü bir iletişim aracı olduğunu bu nedenle çok tehlikeli olduğunu da dile getiren başarılı yönetmen, İskandinav atmosferinin melakonloli durumunun kendi filmlerine de bir şekilde yansıdığını söylüyor. İlk filmi Eggs/Yumurtalar ile birçok ödül alan yönetmen, bu durumu uçan bir başlangıç yaptım’ olarak tanımlıyor. Ayrıca filmde görülen yumurtaların da daha sonraki filmlerinde de bir şekilde izleyici karşısına çıktığını söyleyen Hamer, ilk filminin kendisi için özel olduğu durumuna dikkat çekiyor.

SİNEMA MESAJLARI İLETMEK İÇİN DOĞRU BİR ARAÇ

Sinema mesleki ve teknik anlamlarının dışında sizin için ne ifade ediyor?
Sinemanın harika bir iletişim aracı olduğunu düşünüyorum. Her sanat dalını içinde barındırıyor. Tabii ki diğer sanat dallarını işgal ediyor gibi bir şey değil ama hepsi ile birlikte tabii ki. Bir sürü şekilde film çekebilirsiniz. Bir ressamın farklı şekilde renkleri kullandığı gibi yönetmenlerin de böyle bir durumu var. Daha politik mesajlı filmler olabilir. Sinema çok güçlü bir iletişim aracı olduğu için bunu bu şekilde kullanmak aynı zamanda çok tehlikeli olma potansiyelini kendinde barındırabilir. Farklı farklı mesajları farklı şekillerde iletmek için sinema doğru bir araç.

Sinemadaki motivasyonunuz nedir?
Mutfak Hikayeleri adlı filmimde daha doğal bir akışı var ve bir şeyi düşünerek yapmadım. Yani bir derdim var ve o derdin üzerine gidiyor gibi değilim. Örneğin bu filmin giriş sahnesinde bir diyagram var ve bu diyagram olayını yıllar önce bir kitapta görmüştüm ve bu benim filmimin konusu oldu. Yani filmlerim bu şekilde gelişiyor. Yani bir derde odaklanmak tercih ettiğim bir yöntem değil. Daha doğal bir akış ve esinlenme benim tercihim. Yaşantımın herhangi bir anında, duvarda tesadüfen okuduğum bir yazı bile benim filmlerime ilham olabilir.

BEN KOMEDİ DEĞİL MİZAH YAPIYORUM

Siz kendi filmlerinizin atmosferini nasıl tanımlıyorsunuz?
Film teorisi okudum ancak kendi filmlerime böyle yaklaşmıyorum yani kategorize etmiyorum. Daha çok hayatın içindeki durumlarla ilgileniyorum. Ve bu durumlar da genelde hayatın bütünüyle ilgili oluyor. Yani yansıttığım aslında hayatın kendisi. Bir anahtar deliğinden bakıyor gibi bir şeye odaklanıp bütün hikâyeyi, büyük resmi bunun üzerinden anlatmayı tercih ediyorum. Beni ticari yönden komedi yapıyor gibi adlandırıyor ve pazarlıyorlar. Ama aslında hiçbir zaman komedi yapmadım. Ben mizah yapıyorum. Ama bu mizah hayatın ta kendisi ile ilgili durumlar. İnsanların içerisinde bulunduğu ironik durumlar, farklı durumlardaki insan hikayeleri ya da çok güçlü bir insan gibi gösterilip aslında çok çaresiz bir insan profili ve bütün bunlar içerisindeki mizahlar benim anlatım kaygımın temelini oluşturuyor. Direkt komedi öğesi olarak bir mizah durumuyla…

İsveç ve Norveç başta olmak üzere İskandinav atmosferi sinemanızı etkiliyor mu?
Evet oralar melankolik bir yer. Bu çok sık aldığım bir soru. Şarkıcı Leonard Cohen’in oralar hakkındaki melankolisi bütün dünyaya mal olmuş. Evet bu atmosferden ben de besleniyorum. Sonuçta Norveç’te doğdum.

Türk sineması hakkında bilgi sahibi misiniz?
Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadolu’da, Hamam bildiğim filmler. Dolayısıyla Nuri Bilge Ceylan ve Ferzan Özpetek’i tanıyorum. Ama çok detaylı bilgiye sahip değilim. Ama tabii ki Türk filmlerini izliyorum. Ancak isimler hakkında bir bilgim yok. Boğaziçi Film Festivali’nde de Mahmut Fazıl Coşkun’un Anons filmini izlemek istiyorum.

Boğaziçi Film Festivali hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de bir film festivalinden Onur Ödülü almış olmak size ne hissettirdi?
Ödülün adı gibi kesinlikle onur duydum. Ama her yönetmenin beklediği şey En İyi Film Ödülü’nü alabilmek. Öte yandan Boğaziçi Film Festivali ciddi bir festival. Programı incelediğimde de bunu fark ettim. Ancak çok az zaman geçirebildim. Bu tarz genç festivaller her zaman daha güzel olur. Örneğin Cannes Film Festivali çok büyük bir endüstri çok önemli fakat bence çok fazla. Burada önemli olan birebir insanlarla tanışmak ve biraz hikâye toplamak… Burası öyle bir yer…

ÖLÜM HABERCİSİ YENİ PROJE: THE MIDDLE MAN

Yeni projeleriniz var mı?
Evet The Middle Man adında yeni bir projem var. Norveçli bir yazarın kitabından ilham alarak yaptığım bir film olacak. Bu hikâye Amerika’da küçük bir kasabada geçecek. Burası işsizlik ve çaresizliğin olduğu bir kasaba ortamı olacak. İnsanların çaresizlik ve işsizlik karşısında ‘Artık ne olacaksa olsun’ deyip Trump’a oy verdiği gibi bir çaresizlik bu filmde yer alacak. Bu kasaba bir şerif, doktor ve rahibin oluşturduğu bir komisyon tarafından yönetiliyor. Ve burada bir şekilde devamlı ölümler oluyor. Bu ölüm haberlerini insanların ailelerine vermesi için bir memur gerekiyor. Ancak bunu kimse istemiyor. Ve The Middle Man yani ana karakter, kasabanın tam ortasından geçen demiryolunda çalışırken bu demiryolu kapatılıyor ve adam işsiz kalıyor. Sonrasında ise bu ölüm haberciliği görevini üstleniyor. Burada da bir kara mizah ortaya çıkıyor. Film böyle bir hikâyede gerçekleşecek. Amerika’da geçmesine rağmen Almanya ve Kanada’da çekilecek.

BOĞAZİÇİ’NDE NELER OLDU?

Boğaziçi Film Festivali bu yıl 26 Ekim-3 Kasım tarihleri arasında dördüncü kez sinemaseverlerle buluştu. Festivalin açılışı Grand Pera Emek Sahnesi’nde, David Lowery’nin İhtiyar Adam ve Silah adlı filminin gösterilmesiyle yapıldı. Ulusal ve uluslararası farklı biçimsel formatlarda birçok film Türk sinemaseverlerle buluştu. Pek çok filmin ilk kez İstanbul ve Türkiye gösterimi yapıldı. Ulusal ve uluslararası filmlerin yarıştığı festivalde gösterim sonrasında film ekibi seyircilerin sorularını yanıtladı. Gösterimlerinin Kadıköy, Atlas ve Beyoğlu sinemalarında yapıldığı festivalin salonlarını binlerce sinemasever doldurdu. Film gösterimlerinin yanı sıra birçok özel etkinlik de sinema üreticileriyle buluştu. Yönetmenler Bent Hamer, Paulo Branco ve Sergei Loznitsa, TürkMedya ev sahipliğinde masterclass eğitimler verdi. Bosphorus Film Lab’in “Talks” bölümündeki etkinliklerde yerli ve yabancı birçok sinema üreticisi Türk sinema profesyonelleriyle buluşarak hem deneyimlerini paylaştı hem de eğitimler düzenledi. Sinemayla dolu geçen sekiz günün ardından bu akşam Cemal Reşit Rey’de düzenlenen kapanış töreniyle ödüller sahiplerini bulacak.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak