Serhat Karaaslan’ın ilk uzun metrajlı filmi Görülmüştür cezaevinde mektup okuma komisyonunda çalışan infaz koruma memuru Zakir’in hayatına dikkat çekerek karşımıza çıkıyor. Biraz politik birazsa sistematik eleştiriler barındıran film izleyiciyi Zakir’in gözünden gerçeklik ile yanılma arasında bırakarak filme dahil ediyor.
Görülmüştür bu haftanın vizyon filmlerinden biri. Saadet Işıl Aksoy ile Berkay Ateş’in başrollerini paylaştığı filmin yönetmeni ise Serhat Karaaslan. Film cezaevinde mektup okuma komisyonunda çalışan infaz koruma memuru Zakir’in fotoğrafta gördüğü kadını takıntı haline getirmesi üzerine kurulu. Zakir hükümlülere gelen mektuplardan birini okurken bir fotoğraf görüyor ve tüm hikâye böyle başlıyor. Fotoğraf kocası cezaevinde mahkûm olan genç ve güzel kadın Selma’ya aittir. Zakir bu fotoğraf ve okuduğu mektuplarla bir anda Selma’nın hayatına dâhil olur ve kocasının ailesinin yanında zor durumda olduğuna inandığı Selma’yı kendince kurtarmaya çalışır. Film, 54. Karlovy Vary Film Festivali, 38. İstanbul Film Festivali, 30. Uluslararası Ankara Film Festivali, 7. Duhok Uluslararası Film Festivali, 18. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali ve 26. Adana Altın Koza Film Festivalleri’nde de pek çok ödülün sahibi oldu. Biz de filmin yönetmeni Serhat Karaaslan ile Adana’daki gösteriminin ardından bir araya geldik ve hem filmi hem de sinema kariyeri üzerine sohbet ettik. 35 yaşındaki genç yönetmen aslında eğitimini eczacılık üzerine tamamlamış ama sinema her zaman aklının bir köşesindeymiş. Okurken sürekli film izleyen ve film yapmanın yollarını araştıran Karaaslan, kısa filmler yaparak sinemaya adımını atmış. Dondurma, Musa ve Bisiklet adlarındaki kısa filmleriyle ulusal ve uluslararası birçok ödül alan yönetmen Türkiye’de kısa filmciliğin amatör ve öğrenci işi olarak görüldüğünü söylüyor: “Çünkü izleyicisi yok. Yapıaln kısa filmler sadece festivallerde gösteriliyor ve onu da sadece kısa film yapanlar izliyor. Ne yazık ki sektör haline gelmiş durumda değil. Örneğin Fransa’da kısa filmler vizyona giriyor ve insanlar bundan para kazanabiliyor. Türkiye’de henüz hem finansman hem de seyirci açısından böyle bir durum söz konusu değil. Bazı yönetmenler kısa film yapmayı bir sıçrama olarak görüyor ama ben öyle görmüyorum.”
BENİM İÇİN ÖNEMLİ OLAN İNSAN HİKÂYESİ
Yönetmene neden bir infaz koruma memuru hakkında film yaptığını sorduğumda ise şöyle yanıtlıyor: “Daha önce cezaevindeki yakınlarımla mektuplaştım. Ve o mektuplarda da ‘görülmüştür’ kaşesi vardı. Ama işleyişi bilmiyordum. Sonra bu yöntemle mektupların karalanarak sansürlendiğini öğrendiğimde çok merak ettim ve araştırmaya başladım. Ve bu işi yapan insanların nasıl bir hayatı olabilir, nasıl yaşar diye düşünmeye başladım. Çünkü sürekli başka insanların yazdığı çok özel şeyleri okuyorsunuz, ama o insanları görmüyor veya tanımıyorsunuz. Mektup özel ve mahrem bir şeydir. Ve işi bu olan bir insanın hayatı nasıl olur merakıyla bu yola giriştim. Böyle işin peşine düştüm. Çıkış noktam sadece sansür ile sınırlı bir hikâye anlatmak değildi. Filmin geçtiği ortam ve ana karakterin yaptığı işten dolayı sadece politik okuma olmasını istemiyoruz. Bununla sınırlandırılması arzu ettiğimiz bir şey değil. Filmdeki Zakir karakteri, anne-oğul ilişkisi ve kadın erkek ilişkileri üzerine konuşulmaya ve kurcalanmaya değer bence.” Merakla başladı ve içinden geçtiğimiz dönemin hissettirdikleri de ortaya böyle bir film çıkardı.” Öte yandan Karaaslan filmin sadece sansür konusuyla sınırlandırılması durumundan hoşlanmadığını dile getiriyor ve ekliyor: “Öyle olunca filmden çok politik meseleler konuşulmaya başlanıyor. Benim bu filmde en çok kaçındığım şey bu filmin bir propaganda filmi olması. Çünkü ben sadece bir insan hikâyesini anlatıyorum ve filmde kimseyi yargılamıyorum.”
AMACIM PROPAGANDA FİLMİ YAPMAK DEĞİL
Bazı insanlardan ‘bu film yeterince politik değil’ eleştirileri aldığını söyleyen yönetmen ısrarla propaganda filmi yapmak istemediğini söylüyor: “Benim için önemli olan insan hikâyesi. Bir propaganda filmi bir infaz koruma memurunu kötü, sinirli, bağırır, çağırır, kırar döker olarak gösterir belki. Bu karikatürize etmek de olur. Onun için karakterini, yaşadıklarını görmez, görmek istemez. Benim durumum tam tersi. Dikkat çekmek istediğim onların kendisi, yaşantıları. O insanlar sistemin bir parçası. Kendilerinin de hayatının büyük bir kısmı cezaevinde geçiyor. Onlar da neredeyse birer mahkûm aslında. Mahkûmlardan bir farkı yok. Yaptığım araştırmalarda da birçok farklı cezaevi çalışanı ile görüştüm ve şu cümleyi çok duydum: ‘Biz de mahkûmuz hem de ömür boyu mahkûmuz.’ Espriyle söylerler ama gerçek bu. Benim asıl odaklandığım nokta da tam olarak bu. Cezaevi çalışanları hapishanenin kapısından çıkıp evlerine gidebildikleri halde yine de bir mahkûm hayatı yaşıyorlar. Dışardaki hapis hayatını hissettirmek asıl amacımdı. ‘Büyük hapishaneyi’ yani. Bu filmde olaylar bir infaz koruma memurunun perspektifinden anlatılıyor. Memur ne görüyorsa izleyici de onu görüyor.”
OYUNCULARDAN YANA ÇOK ŞANSLIYIM
Filmin oyuncu kadrosu ise oldukça başarılı. Karaaslan bu konuyla ilgili ise şunları söylüyor: “Çok uzun bir araştırma yaptım. İnternette cezaevi kadrolarını inceledim. Çok renkli, görünüşleri, mizaçları birbirinden farklı insanlardı. Tıpkı Türkiye gibi. Türkiye de öyle kozmopolit bir yerdir ya. Bir devlet kurumuna giderseniz görürsünüz; Konyalı biri de olur. Erzurumlu biri de. Böyle renkli bir tarafı var. Ben de oyuncu kadromu böyle renkli bir şekilde oluşturmak istedim. Her birinin biricik ve farklı karakteristik özellikleri ön plana çıkan insanlar olmasını önemsedim. Hepimiz nasıl farklıysak, kendimize has özelliklerimiz varsa onlar da öyle. Yani öyle olmasını istedim. Hepsi aynı üniformayı giyse de aynı mekânda da olsa birbirinden farklı insanlar.”