KültürManşetSinemaSöyleşi

Can Ulkay: Ayla, bir Türk askerinin hikayesi olsa da bu dünyanın her yerinde yaşanabilecek bir olay

Türkiye’nin 2018 yılı Oscar adayı Ayla Filmi oldu. Film, uluslararası çatışma ve farklı kültürler mücadelesinin olduğu bir ortamda; Kore Savaşı’ndan evrensel bir hikâyeyi konu edinerek karşımıza çıkıyor. Oscar sürecinde de yolunun açık olduğuna inandığımız Ayla’yı yönetmeni Can Ulkay ile konuştuk. Övünülen uluslararası bir film nitelemelerine karşı zaten uluslararası standartta bir film yapılması gerektiğini vurgulayan Ulkay, Ayla’nın bir Türk askerinin hikayesinden yola çıkıyor olsa bile dünyanın her yerinde yaşanabilecek bir hikâye olduğuna dikkat çekiyor.

‘Filmi belgesel kadar iyi yapabilecek miyiz diye korktuk’

Filmin oluşma süreci nasıl gelişti?
Biliyorsunuz, film gerçek bir hikâyeden yola çıkarak yapıldı. Bu gerçek hikâyenin başlangıcıysa şöyle: Güney Koreliler savaşın 60. yılı sebebiyle buraya geldiklerinde Süleyman Amca’dan haberdar oluyorlar ve onunla ilgili bir belgesel yapıyorlar. Yapılan bu belgesel çevreden çok olumlu tepkiler alıyor ve insanları duygusal olarak çok etkiliyor. Daha sonra belgesel Youtube’a düştükten sonra Türkiye’den de çok olumlu tepkiler geliyor. Ayla Filmi’nin sürecine buradan çıkarılan bir olay üzerinden gidildi. Senaryosunu Yiğit Güralp yazdı. Hikâye şu an hala hayatta olan Astsubay Süleyman Dilbirliği yani Süleyman Amca’nın ve Koreli Ayla’nın Kore Savaşı’ndaki gerçek hayat hikâyesine dikkat çekiyor. Aslında Ayla, Süleyman Amca’nın aynı belgeselcilere anlattığı hikâyenin devamı. Süleyman’a gelecek olursak kendisi astsubay ve fotoğraf çekmeyi çok seviyor. İçerisinde Ayla’nın da olduğu Kore dönemine ait yaklaşık 400 tane fotoğrafı var. En büyük şansımız da bu. Süleyman Amca bize bu fotoğrafları gösterdiğinde, fotoğrafta bulunan herkesi anlattı. Biz bütün bunları harmanlayıp filme uygun olacak 5 karakteri odaklandık. Bütün bu süreçte en büyük korkumuz bu filmi, bu belgesel kadar iyi yapabilir miyiz durumuydu. Şimdi baktığımızdaysa şu ana kadar aldığımız bütün tepkiler olumlu. Bu tepkilerin en büyük sebeplerinden biri oyuncularımız. Müthiş bir kadroyla çok iyi oyuncularla çalıştık. Siz de göreceksiniz küçük kız inanılmaz bir küçük kız.

‘Biz zaten uluslararası standartta bir film yapmalıyız’ 

Bu hikâyeyi film yapmamak yazık olurdu. Bu kadar güzel bir şeyin riski de vardı ama her şey yolunda gitti. Çok titizlendik. Yapımcımız Mustafa Uslu’nun bu anlamda müthiş bir özverisi vardır. Çünkü bu film birazcık küçülseydi bu etkiyi yaratmayabilirdi. Ayrıca bu filmin bütün alameti oyuncu kadrosu; hemen hemen %90 istediğimiz oyuncularla çalıştık. Onların hepsini toplamak da zordur ama kendilerini de biraz bu yapılmış belgesel çağırdı. Hepsi bizimle olmak istediler. Bunun yanı sıra prodüksiyonu çok büyük oldu. Yine, Türk Hava Yolları ve Ziraat Bankası’nın büyük desteğini gördüğümüzü söylemek isterim. Ama bu demek değildir ki çok para harcadık sadece böyle olması gerekiyordu. Zaten filmi seyredince de göreceksiniz; ‘’uluslararası standartta bir film yaptık” demek çok acı. Biz zaten uluslararası standartta film yapmalıyız. Bu söylemi herkes iddialı zannediyor ama değil, sinema; sinema gibi çekilmeli. Bu film, bu kadar büyük bir savaş hikayesi, küçük bir prodüksiyonla ve zayıf bir kadroyla olmaz; o zaman hiç çekmeyelim daha iyi. Ne çekersem çekeyim her zaman en iyisini yapmaya çalışacağım. Savaş sahnesi yaparken çok büyük bir sahne yapmamaya özen gösteriyorum. Çünkü onun için çok fazla ekipman, efekt lazım. Biz kendi imkanlarımızla yapabileceğimizin en iyisini yapalım dedik. Sonuç olaraksa bir Amerikan filmi kadar iyi savaş sahneleri yaptık.

‘Biz bu hikâye Oscar alır diye başladık’

Oscar aday adayı olma gibi bir beklentiniz var mıydı ve açıklandığında neler hissettiniz?
Biz “Bu hikâye Oscar alır” diye başladık. Bu durum Mustafa Uslu ile de aramızda espri konusu oldu. Kendisine: “Oscar’ı alır mıyız bilemem ama Oscarlık bir film çekeceğime söz veriyorum” dedim, Mustafa Bey de “Sen o filmi çek, biz Oscar’ı alıp geleceğiz” dedi.  Alır mıyız, alamayız mıyız o başka iş. Aday gösterilmeyi bekliyorduk ama yine de gergin ve kıvrandığımız bir süreçti. Çok istiyorduk ve duyduğumuz anda çok mutlu olduk. Her ne kadar evet Oscar’lık bir film yaptık desek de o kararı beklemek başka bir şey. Sonuçta o şartları bilemezsiniz, her şey olabilir. Ama sağ olsunlar, ben bütün jüri üyelerine teşekkür ediyorum. İnsanlar da filmi görünce anlayacaklar zaten. Şu anda herkesin içi rahat.

‘Benim artık işim bitti; filmin dolaşması lazım’

Bundan sonraki Oscar seçim süreci hakkında neler düşünüyorsunuz?
Şimdi bu süreç en zorlu süreç. Benim artık işim bitti. Bundan sonra işimiz bunun daha iyi pazarlamasını yapabilmek. Oscar tarafından aday seçilmesi için kabaca söylemek gerekirse filmin dünyada çok dolaşması lazım özellikle Amerika kıtasında. Çünkü yaklaşık 10 bin kadar Oscar jüri üyesi var, tabii hepsi bu filmleri seyretmiyor ama bunların kulaktan kulağa duyurulması lazım. Bu sürecin de en büyük gereksinimi belli festivallere katılmak; yarışma olarak değil gösterim olarak. Biz bunu Toronto’da gerçekleştirdik. 2 gösterim yapıldı. Biri Kültür Bakanlığı tarafından biri de bizim kendimizin ayarladığı bir gösterimdi. Çok iyi oldu, çünkü film ilk defa orada yabancı basına, film eleştirmenlerine ve festival yorumcularına görücüye çıktı. Orada da çok güzel tepkiler aldık.

‘Bizim filmimizin sadece arka planı savaş’

Diğer yandan Oscar’a aday olabilmek için dünyada ve Amerika’da çok dolaşmak lazım. Mustafa Bey (Mustafa Uslu, Yapımcı), Elif Hanım (Elif Dağdeviren, Danışman) ve Arzu Hanım (Arzu Mildan, Medya Direktörü) ile hep birlikte bütün bu süreci programladık. Türk-Hollywood Film Festivali’ne davet edildik, 20 Ekim’de birçok Hollywood yıldızın da geleceği festivalde Ayla Filmi açılış filmi olacak. Yine bu festivalden 5 gün sonra Los Angeles’ta Asian World Film Festivali var, bu festivale de açılış filmi olarak davet edildik. Aynı zamanda Ayla, Güney Kore Seoul Film Festivali’nde de gösterilecek. Yine farklı festivallerden de haberler bekliyoruz. Bu süreç filmin duyulması demek. Zaten açılış filmi olmak çok büyük bir prestij. Ayrıca başka de festivaller çağırıyor, çünkü hep diyorum bizim filmimiz değişik bir renk. Aslında bizim filmimiz savaş filmi değil, sadece arka planı savaş. Ayla çok hisli çok duygusal bir film.

‘Ayla evrensel bir baba-kız hikayesi’

Bu hikâye uluslararasındaki bir savaşın ve kaosun içerisinde dilsiz, evrensel bir olay mı?
Aslında bu film bir Türk askerinin hikayesi olsa da bu, dünyanın her yerinde olabilecek bir hikâye. Bu filmden ay yıldızı çıkar, çekik gözlü kızı çıkar, başka bir bayrak ve kız koy; sonuç aynı hikâye. Diğer bir söyleyişle evet evrensel bir konu. Hatta bugün bile hemen yanı başımızda olan bir konu. Bir yığın savaş mağduru çocuk var. Dünyada bu savaşlar hiç bitmedi, bu çocuklar hep vardı ve inşallah bundan sonra olmasın. Evrensel çünkü bir baba ve bir kız hikayesi aslında. Herhangi bir anne veya babanın bu filmden etkilenmemesi imkânsız. Yine babası annesi olan bir evladın bu filmden etkilenmemesi imkânsız.

Sonuç olarak çok mutluyuz. Tabii bu süreçte filmi tanıtmak için yapmamız gereken farklı lobi faaliyetlerini vs onları ayrı bir şekilde düşüneceğiz. Sorun 1. olmak değil, ama bu süreçte hiçbir şey yapmıyorsan yazık! Kaybetsek bile uğraşmış olmamız çok değerli. Unicef’in bize çok önemli bir desteği var. Savaş mağduru çocuklar konusunda Türkiye bölgesinde desteklendik, dünya çapında ise yakın bir zamanda destekleri gelecek. Türkiye’deki afişe Unicef Türkiye logosunu ekledik, Türkiye onayladı. İsviçre’den bir onay daha bekliyoruz. Uluslararası anlamda ve Oscar yolunda artı bir şey olacak.

‘Savaş temasında olması derdim yok’

Sarıkamış Çocukları adlı da bir filminiz var. Genellikle savaş temasında çalışmalar mı yapıyorsunuz?
Sarıkamış Çocukları daha önce şirketimiz tarafından yapılmış bir filmdi. Fakat çok fazla savaş ağırlıklı olduğu için filmi yeniden düzenledik. Yani tamamen tarih çerçevesi içinde ilerlemesin, biraz günümüzden hikâye ve sahneler katalım diye filmi yeniden yazmış olduk. Çekilmiş bir filmi düzenledik bunun dünyada da örnekleri var. Ben de Ayla’ya hazırlanırken bu film üzerinden bir ön hazırlık yapmak hem de filmi biraz toparlamak istedim. Mutlu Karadoğan çekti filmi, çok da güzel çekti. Günümüz sahnelerini de ben çektim. Açıkçası savaş temasında olması derdim yok, sadece Ayla ile arka arkaya gelmiş oldu.

İlerde bir film çekersem ne filmi çekeceğim belli değil. Sinema olduktan sonra her şeyi çekmeniz lazım. Tabii her yönetmenin kendine ait bir tadı rengi karakteri olacaktır. Benim filmlerim derdini net anlatan, yalın ama aynı zamanda rengarenk, her saniyesi dolu dolu olacak. Dolayısıyla en iyisini yapacağım. Ancak reklamdan geldiğim için müzik kullanmayı ve müzikle montaj yapmayı çok seviyorum. Filmlerimde de bu görünecektir herhalde.

Tarantino gibi hareketli, Coen Kardeşler gibi yalın, Oliver Stone gibi sağlam sinema yapmak istiyorum

Reklamdan geliyor olmanız sizi ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi? 

Ben zaten sinema okudum. Sinemayı da daha iyi okuyabilmek için de reklama girdim. Girdim ve bir daha da çıkamadım. Zaten sorunda burada. Sinemayla ilişkisine gelecek olursak reklam iyidir; kurgu, müzik, renk ve hareket demektir. Bir yandan reklamdan gelmiş birçok film yönetmeni, diğer yandan film yönetmeni olup reklam çekmiş birçok yönetmen var; hepsi bir şekilde başarılı olmuşlar. Ama bu demek değildir ki bu bir kuraldır. Ben reklamdan çok şey öğrendim, sinema da okudum dolayısıyla işin kurgu, müzik ve oyunculuk tarafını daha çok seviyorum. Bu piyasaya da etkim şöyle olabilir: prodüktörleri çok zorlayabilirim, çünkü Ayla’da, Türk Sineması standartları dışında yaklaşık 290 sahnelik bir film çektim ve bunu da 2 saate sığdırdım. Bu zor bir şey. Onun için filmimiz bir an durmuyor. Zaten bizim Türk Filmleri’nin bir özelliği, çok durağan olmaları… Ayla’nınsa çok hareketli ve her mekânının farklı olması aslında reklamdan gelen bir refleks veya özellik.

Sinemayı bağımsız filmler ve endüstriyel filmler diye ayırabilirsiniz. Ama bunu eleştirel anlamda yapamazsınız. Yani yönetmenler istediği tarzda filmler yapabilirler. Bu dünyanın en normal şeyi. Ressama neden böyle çizdin denmeyeceği gibi yönetmene de neden böyle çektin denmez. Ama ben sinemaya şöyle inanıyorum: sinema sadece sanat değil. Sinema aynı zamanda, renk, müzik, ses, görsel bir şov, kahkaha, korku, heyecan, üzüntü ve sevinç; bir sirk gibi. Ne kadar renkli olursa o kadar güzel. Fellini’nin filmleri de çok renklidir; sirk gibidir, her şeyi anlatır, zevk alırsınız izlerken sıkılmazsınız. Ben de böyle bir sinema yapmak istiyorum.

Süleyman Amca ve Ayla’nın hayatta olması bizim için çok büyük bir motivasyondu

Filmdeki ana karakterlerin hala yaşıyor olması bu projenin gerçekleşme sürecini nasıl etkiledi?
Öncelikle yaşadıkları için çok şanslıydık. Çünkü gerçek karakterleri inceleme; yüzlerine, hareketlerine, duygu durumlarına bakma imkânımız oldu. Ayla ile Süleyman Amca’yı defalarca buluşturduk ve kendi aralarındaki ilişkiyi gözlemledik. İsmail Hacıoğlu da bu sürece dahil oldu. Onların birbirine bakışından, çok şey öğrendi. Oyuncular ve benim için çok iyi oldu. Zaten henüz Süleyman Amca ve Ayla filmi seyretmedi. Gala ile birlikte seyredecekler. Ama sete geldiler. Sette çok duygusal anlar yaşandı. Şöyle düşünün: hangi para size 60 sene önceki hayatı kurdurabilir bir set olarak? Bu, Süleyman Amca ve gerçek Ayla için oldukça duygusal bir ortamdı; aynı zamanda çok ağır bir psikoloji. Bütün bunlarla beraber bu süreçte bize çok yardımları oldu.  Onların hayatta olması bizi daha çok teşvik etti. En büyük hedefimiz onlar hayattayken bu filmi bitirip izletmekti, bu çok ayrı bir motivasyon oldu bizim için. Hayatta olmasalardı başka türlü bir motivasyon olurdu. Bütün set, montaj, ses süreci de bu ve bunun gibi motivasyonlarla geçti. Bir an önce bitirelim de onlarla beraber bu filmi paylaşalım diye düşündük.

‘Herkes kendi kültürüne göre oynadı, çünkü böyle olması gerekti’

Filmde farklı kültür ve lokasyonlardan bir oyuncu kadrosu var. Sizin için oyuncu yönetimi teknik, içerik ve iletişim olarak nasıl gerçekleşti?

 Reklam sektöründe ben çok fazla yabancı oyuncularla çalıştım oradan bir alışkanlığım var. Hem Türk hem de yabancı oyuncuları hiçbir zaman %100 kendi isteğime göre yönetmedim. Çünkü oyuncuya bir alan bırakmak lazım. Ben senaryoya göre bu oyuncuyu seçerken zaten onu hayal ederek oraya koyuyorum. Dolayısıyla ona başka bir elbise giydirmek istemiyorum. Bu ortamı oyunculara yarattığım için hepsi yazılmış karakterlerin üzerine koyarak oynadılar. Yabancı oyuncularda ise mesela Ayla’yı oynayan küçük kızın bir koçu vardı ve biz her şeyi koçuna anlattık. Çocuk ile bu şekilde çalıştık ve problem oluşmadı. Diğer Koreli oyuncular ise kendi duygu ve kültürlerine göre oynadılar. Ben bunu hiçbir zaman bir Amerikan veya Türk sinemasına yanaştırmaya çalışmadım. Mesela Büyük Ayla ağlarken Koreli bir oyuncu veya Koreli biri gibi ağladı. Bu durum filmde bazılarına çok fazla gelecek ama Koreliler öyle ağlıyor. Türkler ayrı, Amerikalılar ayrı ağlar. Dolayısıyla ben Koreli oyuncuları serbest bıraktım. Sorduklarında Koreli gibi oynamalarını ve bu şekilde duyguya girmelerini söyledim. Tabii ki yönlendirdik ama sonuç olarak herkes kendi kültürüne göre oynadı. Ayrıca zaten filmde de öyle bir kültür ayrılığı var. Türkler başka Koreliler başka davranıyor. Bu dünyanın en normal şeyi.

‘Küçük kızın oyunculuğunun dünyada tek olduğuna inanıyorum’

Ayla’yı oynayan küçük kızın oyunculuğu oldukça başarılı görünüyor. Seçim süreci nasıl gerçekleşti?
Dünyada yapılmış birçok çocuklu film var. Hayat Güzeldir ve Bisiklet Hırsızlıları bunlardan bazıları. Bu filmler de dahil olmak üzere çocuğun performansı genellikle %20 falandır. Bu oranın üstüne çıkamaz, çocuktur sonuçta. Bizim de hedefimiz bu civardaydı. Ancak küçük kız oynadıkça -ki ben dünyada tek olduğuna inanıyorum- performansı %50’yi geçti hatta 60 diyebilirim. Bu oran dünya sinemasına göre çok fazla. Enteresan bir kız; kendisi Kore’de bir dizi oyuncusu. Seçim sürecindeyse biz en başında 60 civarında Koreli kız seçmiştik fotoğraf olarak. Bunların hepsinin oyunculuk deneyimi vardı. Daha sonra eleyerek devam ettik en sonunda 6’ya indirdiğimizde bu kızların videosunu çektik. Bu videolar da gayet iyiydi. Daha sonra kendilerinden ağlamalarını istedik ve küçük Ayla öyle bir ağladı ki direkt aradığımız oyuncu bu dedik. Enteresan kısmı hiç Türkçe bilmiyordu fakat öğrendi. Üstelik bütün sahnelerde kendi ezberlerinin dışında diğer oyuncuların da diyaloglarını ezberliyordu.

‘Ben film çekmek için film çekmek istemiyorum’

Türkiye Sineması ve yönetmen profili hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de çok iyi filmler yapılıyor. Ve Türkiye çok da film yapıyor. Ben komedi-sanat-piyasa filmleri diye ayırmak istemiyorum; sinema, sinemadır. Tek sorun bunların sinema gibi çekilip çekilmediği ve emek verilmesi durumu. Bazı kurallar var ve bu kurallara uymak zorundayız. Türkiye’de çok iyi bir oyuncu kadrosu ve yönetmen profili var. Ama ben film çekmek için film çekmek istemiyorum. Türkiye’nin sinema anlamında dünyada biraz daha duyurulması lazım. Ama bu sadece yönetmenin işi değil.  Ertem Eğilmez, Metin Erksan, Yavuz Turgul, Osman Sınav, Şerif Gören’i çok değerli buluyorum ve saygıyla anıyorum. Yeni jenerasyondan Can Evrenol var ve kendisi enteresandır. Onun diğer tarafını destekliyorum çünkü o korku-gerilim filmleri yapıyor. Uluslararası alanda sesi duyulan birisi ve daha da duyulacak. Şahane bir adam ve bence destek verilmesi lazım. Çünkü o kapıdan da birinin çıkması lazım. Fatih Akın da yine çok değerli bir yönetmen.

Neye göre film yapılıyor bir de ona bakmak gerek. Diğer yandan bu işin ticari tarafını unutmamak lazım sadece sanat olarak değil. Ayla Filmi de duygusaldır ve sinematografisi çok güçlüdür, bir yandan da ticaridir ve içinde sinemanın olması gereken her tadı barındırır. Ben hep şunu söylüyorum: Tarantiona kadar aksiyonu güzel olsun, Kohenler kadar basit resimler olsun, içinde Oliver Stone ve David Lnych tatları da bulunsun. Ayla’da Von Karawai’den de birkaç sahnem var. Tabii ki sinemanın kurallarına bağlı kalarak etkilendiğim yönetmenler oldu.

Rabarba Şenlik Sinema Dergisi’nin 2017 Ekim sayısında yayımlandı.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak