
“Ebrucuyum desem ‘ebruda resim olmaz git resim yap o zaman’ diyenler oluyor. Ressamım desem, ‘video montaj vb. konularla senin ne işin var’ diyorlar ve daha şimdi detaylandıramayacağım kadar onlarca tarife muhalefet; aslında senin bunlarla sınırlı olamayacak kadar sadece oyun oynayan bir çocuk olduğunu öğretiyor. Varlığını neredeyse çizdiği sınırların ihtilafıyla kabul ettirmeyi hedeflemiş bir duruş, 3 günlük ömür için insanoğlunun yüklendiği çok ağır bir yük bence.”
Geçtiğimiz günlerde atölyesinde bir araya geldik Garip Ay ile ve çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Belki tanıyanlarınız vardır ama tanımayanlarınızla tanıştırmaktan büyük keyif alacağım biri Garip Ay. Kendisi bir ebru sanatçısı ama öyle ‘normal’ bir ebru sanatçısı değil, Ya da yaptığı şey ebru değil. Ünü ve işleri çoktan Türkiye sınırlarını aşmış durumda. Desenleri hem yapım sürecinde hem de bitmiş haliyle dakikalarca izlenebilir. Ayrıca çok kibar ve mütevazı biri Ay. Kendisi ve sanatı hakkındaki çok daha fazla bilgiye söyleşimizden ulaşabilirsiniz. İşte sohbetimizden öne çıkan başlıklar…

Ebru yapmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü eğitiminden sonra Marmara Üniversitesi Resim Bölümü’nde müfredatıyla lisede deneyimlemiş olduğum bir eğitimi tekrar ettiğimi hissettim ve eğitimimi yarım bırakarak yeniden bir başka üniversitede (Mimar Sinan Üniversitesi) Geleneksel Türk Sanatları Hat Bölümü’ne başladım. Böylece o zamana kadar sanat eğitimimde hiç karşılaşmadığım birçok yeni disiplinle keşfetme imkânım oldu. Bunlardan; Doğu sanat tarihi, Hat, Minyatür, Cilt ve Ebru başta geliyordu. Açıkçası aralarından Ebru en az müdahale edilmiş, en az sınırları çizilmiş sanat olarak oyunlar oynamaya daha çok müsaade ediyordu. Çünkü kurallarıyla tekrar edilebildiği kadar takdir gören uygulamalar sizin çocuklar gibi heyecanla oyunlar oynayıp yeni şeyler denemenize pek izin vermiyor.
RUHEN YORULDUĞUM ANLARDA OYUN OLARAK GÖRÜYORUM
Ebru sanatı sizin için ne anlam ifade ediyor?
Aslında ebruyla arama özel bir anlam yüklemekten kaçınıyorum. Bence tıpkı diğer birçok farklı sanatla yapılan emek gibi siz yaptıkça daha fazla derinleşip hemhal olduğunuz ve hayata birazda o pencereden bakmaya başladığınız bir sebep. Bu uygulama sanki ruhen yorulduğum anlarda gidip bedenimi ve zihnimi yorarak oyun oynayabileceğim bir alan olarak duruyor ve bu gönüllü eylem çilesiyle bile bir işten çok huzur bulmaya fırsat oluyor.

Peki, ebru sanatını video sanatı ile birleştirmek nasıl aklınıza geldi?
Belki çok eski bir sorgulamanın nedeni de olabilir bu davranış. Çocukken işitsel sanatlar ile görsel sanatların ilgilisine ulaşılabilirliği arasındaki farklar beni düşündürmüştü. Yani verilen emeğin yoğunluğu arasında bir fark bulunmasa da işitsel sanatlar onlarca kat fazla insanın hayatına dokunuyor. Görsel sanatlar ise müze veya kitaplarla kısıtlı sayıda ve sürede insana ulaşabiliyordu. Bu nedenle içimden, yapıyor olduğum işin sürecinin tıpkı müziğin dinlenmesi gibi, oluşum evreleriyle izleyicisine sunula bilirliğini düşünmüştüm. Bu konuda resim uygulamasını performans sanatlarıyla birleştiren Jackson Pollock’u görebiliyordum ama o bile kısıtlı sayıda izleyiciye ulaşabiliyordu. Ebru davranış yöntemleriyle Pollock’un uygulamasına benzer ama çok daha köklü ve farklıydı. Ebrunun, Pollock’un süreç sanatı olarak tanımladığı damlama tekniğinden bambaşka bir yerde, siz hamlenizi sudan çektikten sonrada devam edebilirliği vardı. Günümüzde video kaydeden ve bunu izleyenlerin imkânlarının genişlemesi kolaylaşması, sonucundan çok sürecini önemsediğim ebru tekniğini de bu yöntemle bir araya getirmemi pekiştirmiştir. Bir diğer taraftan ise resim yapmakla başlayan serüvenimin ebruya dönüşmesi devamında ise ebrunun kayıt süreciyle videonun genel detaylarını tanımama imkân vermesi disiplinler arası keyifli bir keşif yolculuğu yapmamı sağladı.

İlerleyen zamanlarda yeni teknik veya içerik deneme gibi bir planınız var mı?
İnsanın yapmak istedikleriyle ilgili bitmek tükenmek bilmeyen hayalleri oluyor tabi. Hatta söz buradan açılmışken Hayalperest diye bir meslek mi icat edip sahiplensem diye düşünmedim değil:) Çünkü ”insan hayalleri kadar özgürdür.” derler ya. Bende en çok yapabildiklerimden ilk sıraya bu tanımı koymak isterim. Bazen onca hayalin neden bu kadarını yapabildim deyip gayrete şikâyet ediyorum kendimi. Bir taraftan da şunları, bunları yapmak istiyorum deyip dile getirmek uğruna özünden uzaklaşan rüyalar gibi unutmaktan çekiniyorum. Sonra da bunların hepsini unutmam gerektiğini hatırlayıp, yarın yaşamayacakmışım gibi sadece bugün yapabiliyor olduklarıma odaklanmam gerektiğini anlıyorum. Yoksa nerden bakarsanız bakın insan sonsuza kadar yaşayıp çok fazla şeyi deneyimleyecekmiş gibi hayaller deniz. Ardından da insanlar ”dünya ile ilgili neleri murad etmişti de nasip olmadan göçüp gitti” deyip kederleniyorlar. Onun için, doğrusu anda yapabileceklerim başka bir şeyim yok heybemde.

Biraz da fikir sürecinizden bahseder misiniz? İşleriniz nasıl bir düşünce sürecinin ürünleri?
Ebruyla ilgili birçok farklı üretim pratiğinin içinde bulunma fırsatı buldum. Bu bir müzik klibi, reklam, belgesel veya sahne performansı da oldu. Haliyle üretim süreçleri de farklılık gösterdi. Bunlardan TRT1′ de en son yayınlanan ”Mesneviden Hikâyeler” programının hazırlık sürecinden bahsetmek isterim. Teklif ilk geldiğinde kendime Mesneviyle daha fazla hemhal olacak bir sebep bulduğuma sevindim. Yalnız karşımda görsel betimlemelerinin neredeyse hiç yapılmamış olduğu birbirinden ayrı 60 olaylar örgüsü hikâye duruyordu. Zor ve üretim süresinin kısıtlı olmasıyla yüzümü kızartacak kadar kötü işler yapabileceğimi düşündüm. Bir diğer taraftan da eserin ağırlığı ona layıkıyla çalışmam için beni motive edecekti. Başlayan süreçte her gün üç ayrı hikâyeyi önce okuyor sonra kâğıt üzerinde skorboardunu (taslak çizim) hazırlıyor ve neredeyse tekrar kayıt alamayacağım kadar kısa sürede tamamlıyordum. Bir diğer taraftan da videoların kaba kurgusunu yaparak ebruya yabancı olan program montajcısının işini kolaylaştırmaya çalışıyordum. Bir ay süren bu zor çalışma sürecinde elimden geldiği kadar teknenin köşeli halini yuvarlak formda dahi deneyecek kadar birçok oyun oynamaya çalıştım. Sonrasında bütün o egzersizden çıkıp uzun zamandır aklımda olan bir kompozisyon denemesini dünya izleyicisine ulaştıracak CNN kuruluşuna 3 dakikalık bir çalışma yapmaya fırsat buldum. Özetini yaptığım bu süreçte de olduğu gibi sebep ve hayallerimi sürekli birbirine sarmalayıp iyi kötü elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bütün olup bitenlerin ilhamı ise siz yorulmaktan kaçmayıp gayret ettikçe her yerden zaten zihninize yağmur gibi yağıyor.

Bir video sergi açmayı ya da daha farklı bir formatta sergi açmayı düşünür müsünüz?
Dijitalleşen yeni dünyada yaptığım uygulama gereği sergi fikrine çok sıcak bakamıyorum. Sergi fikri üretimime ulaşılabilirliği zorlaştırmak gibi geliyor. Hâlbuki bu sunum biçiminden farklı olarak ebrunun uygulandığı alanın ölçülerini büyütülerek izleyicinin üst açıdan izleyebileceği performanslar yapılabilir. Böylece ilgilisi için yakından görebileceği görüş açısını dilediği gibi değiştirebileceği bir süreç sanatı izlenişi oluşur. Yurtdışında resmi ve özel müzelerde bunu yapma fırsatım oldu.
Bir uzun metraj film düşünmez misiniz? Ebru sanatıyla bir hikâye anlatmak farklı bir iş olabilir? Animasyon gibi düşünün.
Uzun metrajdan önce birkaç dakika da olsa alttan çekilmiş ellerin görünmediği bir animasyon fikri üzerine uzun zamandır çalışıyorum ama henüz olgunlaşmaya yakın sebepler oluşmadı. Şimdilik bu fikir eski animasyon yöntemlerindeki gibi 24 kare olarak değil de ebruda sadece 4 kare çözülebiliyor. Çünkü çizilmeyen 20 kare suyun akışkanlığı sayesinde izlenişte kesintisiz devamlılık oluşturuyor. Bu uygulamanın pek çok zorluğu yaptıkça ortaya çıkıyor. Bu zorlukları hafifletmenin yollarından biriside güncel animasyon tekniklerini kavramaya çalışmaktan geçiyor. Zor bir hayal ama 30 yıl önce Alexander Petrov ; ”Yaşlı Adam ve Deniz” kısa film animasyonunda 29.000 kareyi çizecek sabrı göstermiş biri olarak bana cesaret veriyor. Ebru tekniği, Petrov’ un camın üzerinde hareket ettirdiği boya tekniğinin, suda daha farklı yapılabileceğine fikir veriyor. Yani kâğıt ve cama oranla, videoda Ebru, akışkanlığıyla devamlılık göstereceğini söylüyor.

BÜTÜN KALIPLAR BENİ SIKIŞTIRIYOR
Kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?
Aidiyet hissi oluşturacak bütün tanımlamaların insanı kısıtlayan, sınırlar oluşturduğunu düşündüğüm bir yaş dilimindeyim. Bir tanımlamaya özenecek olsam, her halde bir çocuk gibi kabul edilmek isterim derdim. Çünkü olabildiğim bütün diğer kalıplar beni sanki orada sıkıştırıyor. Yani Ebrucuyum desem ebruda resim olmaz git resim yap o zaman diyenler oluyor. Ressamım desem, video montaj vb. konularla senin ne işin var diyorlar ve daha şimdi detaylandıramayacağım kadar onlarca tarife muhalefetin aslında senin bunlarla sınırlı olamayacak kadar sadece oyun oynayan bir çocuk olduğunu öğretiyor. Öte tarafta varlığını neredeyse çizdiği sınırların ihtilafıyla kabul ettirmeyi hedeflemiş bir duruş, 3 günlük ömür için insanoğlunun yüklendiği çok ağır bir yük bence. O nedenle sadece bir çocuk gibi elime geçen her emek verilebilecek kavramı sadece oyun oynama samimiyetiyle yapmaya çalışıyorum. Bunun, tarif edilen bahçıvanlık, marangozluk, video montajcısı veya ebrucu olması ile arasında bir fark yok. Her an birinden diğerine geçiş yapabiliyorum. O ne nedenle hiçbiriyle tarif edilmek zorunda hissetmiyorum kendimi. Nerede oyuna dalsam rahatsız edilene kadar orada oynamaya devam ediyorum.

EBRUDA TASARIMA AÇIK OLUNMALI
Ebru sanatının her zaman geleneksel detaylara sahip, kimi zamansa sıkıcı ve yaşlı bir sanat olarak adlandırılmasında veya anılmasından kimleri sorumlu tutuyorsunuz?
Aslında bu konuda söylenecek çok şey var. Mesela ileri yaşlarında insanların sanatla mutluluklarını pekiştirmek istemeleri değerli bir durum. Ayrıca insan ebruyu dini bir ritüel gibi meditatif bir araç olarak da ele alabilir. Yalnız bu yolculuklarının tasarım gerilimine, sancısına dönüşmesi güç olmamalı. Maalesef bu uygulamanın yoğunlukla sadece kolay tarafıyla ele alınması, görsel sanatların tasarım tarafındaki kuşakları için bir hayli sorunlu algılanıyor. Sorunu, güzel sanatlarda eğitim gören onlarca arkadaşımın konuya ne kadar yabancı ve mesafeli olmasından anlıyorum. Bu kuşağında bu olumsuz algıda payı var olabilir. Çünkü yerel sanat dinamiklerini anlamaya gayretleri pek görünmüyor. Bir başka durum ise öteki, beriki mahalleciliğine bahane arayan toplum. Mesela öteki sevince şunu, beriki nefret eder. Beriki doğru bir yöntemi eline alınca da öteki onu küçümser. Sonra da her ikisinin sanat diye tabir ettiği edinimlerinin buluşması, tanışması birbirinden bir şeyler öğrenmesi imkansızlaşıyor.