Oyuncu Hakan Emre Ünal: “Sahnede kendi ürettiğimiz oyunlar, karakterler aracılığıyla seyirci ile buluşmak tarif edilemez. Tiyatro, ne kadar prova edersek edelim seyirciyle buluştuğu o anda oluşan hataları kabul ederek üstüne koyduğumuz bir alan. Sinema ise bambaşka bir dil. Oyuncu olarak yönetmene sonsuz bir güvenle kendini teslim etmen gerekiyor. Ben oyuncu olarak özellikle bağımsız sinema alanında daha fazla karakterle, dertle, hikâye ile buluşmak istiyorum.”
Rol aldığı sinema filmi Çatlak, dünya prömiyerini 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan genç oyuncu Hakan Emre Ünal’ı tiyatro sahnelerinin dışında Selim Güneş’in Düş Kırgınları ve Ali Özel’in Bozkır adlı filmlerinden de biliyoruz. Kendisiyle Antalya’da bir araya geldiğimiz Ünal’ı daha yakından tanıyacak olduğumuzda ise söyleyecekleri şu şekilde: “Bursa’da doğdum büyüdüm. Üniversite için İstanbul’a geldim. Bilgi Üniversitesi İşletme mezunuyum daha sonrasında Kadir Has Üniversitesi Film Drama Bölümü’nde oyunculuk alanında yüksek lisansımı tamamladım. Şu an hem tiyatro hem sinema alanında oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik denemelerimi sürdürüyorum. Aslında oyunculuğa geç denebilecek bir yaşta başladım. Üniversitede tiyatro yapmaya başladım. Ama oyunculuk oyun oynamaksa çok daha erken başladım. 11 yaşındayken tek bir hayalim vardı, sadece futbol oynamak, futbolcu olmak. Liseyi bu hayal uğruna zar zor ve çok geç bitirdim. Üniversiteyi çok geç kazandım. Ciddi sakatlıklar ve bu sakatlığın bende yarattığı fiziksel ve psikolojik tahribatlar sebebiyle futbolu bıraktım. Üniversiteye girdiğimde büyük bir boşluk içindeydim. Üniversitenin tiyatro kulübüyle karşılaştım ve birden kendimi gece gündüz süren tiyatro çalışmaları içinde buldum. Futbol sonrası bir türlü duyamadığım coşkuyu tiyatro sayesinde yeniden duydum. Oynamanın mekânı değişti sanki. Oyun oynama coşkusu aynıydı.”
OYNAMAK İNSANI HALDEN HALE SOKUYOR
“Oyun oynamak güzel şey.” güzel şey diyen Ünal, oyunculuk ve oynamanın kendisi için ne ifade ettiğini şöyle açıklıyor: “Sahadayken futbol oynamak da kamera karşısında oynamak da sahne üzerinde oynamak da… Sanki dünyanın en önemli işini yapıyormuşsun o an için daha önemli hiçbir şey yokmuş gibi. Oynamak insanı halden hale sokuyor. Kendine ve bir sürü insanlık hali üzerine düşünüyor, yeni şeyler keşfediyorsun. Farklı farklı karakterler aracılığıyla insanlarla karşılaşmak düşüncelere vesile olmak güzel şey.” Ünal’ın tiyatro alanında da önemli çalışmaları var. Nezaket Erden ve Ayşe Draz ile birlikte kurdukları Tiyatro Hemhâl isimli bir ekipleri var: “O ekiple iki oyun yaptık. Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit ve Tırnak İçinde Hizmetçiler. Dirmit’i, Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm romanından Nezaket Erden ile beraber uyarladık, ben yönetiyorum. Tırnak İçinde Hizmetçiler’i ise yazdım ve yönettim. Bunun dışında Seyyar Sahne, Ekip Tiyatrosu, Kumbaracı50 gibi bağımsız tiyatrolarda oyunculuk yapıyorum. Şu an oynadığım oyunlar Seyyar Sahne çatısı altında devam eden Trom ve Bir Meşrutiyet Faciası Yahut Gündüzlerimiz. Ayrıca Kadir Has Üniversitesi’nde son sınıf oyunculuk bölümü öğrencilerinin bitirme projelerine danışmanlık yapıyorum.”
SEYİRCİ İLE BULUŞMAK TARİF EDİLEMEZ
Ünal’a tiyatro mu yoksa sinema mı diye sorduğumda ise şunları söylüyor: “İkisinin de yeri ayrı. Tiyatro bizim hayatımızın bir parçası oldu. Çalışma sürecimiz, bir metni oyunu ele alışımız aylar yıllar sürebiliyor. Severek, uzun uzun çalışıyoruz. Oynadığımız oyunlar ise yıllar boyu süren oyunlar. Sahnede kendi ürettiğimiz oyunlar karakterler aracılığıyla seyirci ile buluşmak tarif edilemez. Ne kadar prova edersek edelim seyirciyle buluştuğu o anda oluşan, hataları kabul ederek üstüne koyduğumuz bir alan. Sinema ise bambaşka bir dil. Kurgu ve yönetmen işi gibi geliyor bana. Oyuncu olarak yönetmene sonsuz bir güvenle kendini teslim etmen gerekiyor. Alanın daha kısıtlı oyuncu olarak. O kısıtlı alanda yaratıcılığını yalın bir şekilde, ön plana çıkmadan göstermen gerekiyor. Ben oyuncu olarak iki alanda da iş yapmayı istiyorum. Özellikle bağımsız sinema alanında daha fazla karakterle, dertle, hikâye ile buluşmak istiyorum.”
ÇATLAK’TA ÖZENLİ BİR İŞİN İÇİNDEYDİM
Ünal Çatlak filmindeki karakterini ise şöyle anlatıyor: “Sıkışıp kalmış bir karakter. İngiltere’ye çalışmaya gitmiş vakti zamanında. Orada oturma izni de var. Fakat çeşitli sebeplerden Türkiye’ye dönüyor. Bana göre ne tam olarak burada kalmayı istiyor ne de tam olarak dönmeyi. Filmin çıkış noktasında bir borç meselesi var, Fatih üzerinden işlenen. Bu mesele Fatih’i borç aldığı arkadaşları ve ailesi arasında kalan bir konuma yerleştiriyor. Film tek bir günde ve bir buçuk saatlik bir zaman diliminde geçtiği için biz Fatih’in sıkışmış, çaresiz, pasif, arada kalmış hallerine tanık oluyoruz.
DERDİNİ YALIN VE GÖSTERİŞSİZ BİR BİÇİMDE ANLATIYOR
Çatlak filminin kendisindeki karşılığından ise şöyle bahsediyor Ünal: “Çok mutluyum tabii. Filmin senaryosunu okurken de çekim aşamasında da izlediğimde de aynı şeyi düşündüm. Özenli bir işin içindeyim. Filmi çekimden bir buçuk sene sonra izledim. Bir seyirci olarak şunu düşündüm. Derdini yalın ve gösterişsiz bir biçimde anlatıyor film. Filmde bir an gözüken bir oyuncu bile akılda kalıyor, merak ediyorsunuz. Senaryosundan, yönetimine, sanatından, görüntü yönetimine sinemanın özüne dair heyecan verici bir film Çatlak. Ve ne mutlu ki ben de oyuncu olarak içinde yer alıyorum. Çok doğru bir karşılaşma oldu kendi adıma. Şunu da eklemek istiyorum; 32 gün gece gündüz daracık bir evin içinde beraber neredeyse 35-40 kişi çalıştık. Özel teşekkürüm ise filmde harikalar yaratan canım ciğerim tüm oyunculara ve bu doğru karşılaşmaya sebep olan filmin cast direktörü Ezgi Baltaş’a yönetmen Fikret Reyhan’a.