
Ramazan ayının simgesi olan mahyalar insanlığa ve İslam’a taşıdığı olumlu mesajlar dışında aynı zamanda tarih boyunca kamusal bir sorumluluk görevi de taşımış. Yaşanan savaşlar, siyasi atmosfer, toplumsal mesajlar ve diğer birçok etken mahya yazılarına konu olmuş…
Geçtiğimiz Çarşamba günü İstanbul Şehir Üniversitesi’nde açılan Prof. Dr. İsmail Kara’nın arşivindeki fotoğraf ve belgelerden oluşan Mahya Sergisi, geçmişten günümüze mahyanın tarihini gözler önüne seriyor. Mübarek gecelerde, kandillerde, Ramazan akşamlarında, bayramlarda camilerin, türbelerin içini-dışını, özellikle minare ve şerefeleri aydınlatmak eski bir gelenek. Kutsal vakitlerde bütün şehri ışığa/nura/aydınlığa boğmak İslam dünyasında kutlama gelenekleri arasında yer alıyor. Burada maddî ve mânevî karanlıklardan uzaklaşarak ibadetle hayatı, dinî zevkle hüznü, sevinç ve neşeyi yakınlaştırmak dahası çocukla yaşlıyı, zenginle fakiri, efendi ile hizmetçiyi aynı hisler etrafında birleştirmek istikametinde kuvvetli bir fikir ve irade söz konusu. Hele günün akşamla birlikte bittiği, yatsıdan sonra herkesin uykuya daldığı, sokak ve mahallelerin derin bir sessizliğe ve karanlığa büründüğü eski dönemler hatırlanırsa Müslüman toplumlardaki bu mahya ve aydınlatma geleneğinin etkisi ve görkemi daha bir belirginleşir. Bu noktada mahya geleneğinin Müslüman Türklere hatta Müslüman İstanbul’a mahsus hoş bir gelenek, dinî hayatın hissiyatı yüksek bir parçası olduğunu hatırlamak gerek. Mahyanın, iki minare arasına gerilen ipler üzerinde kandillerle yapılan şekiller veya yazılan yazılar şeklinde tanımlanması yanlış olmamakla beraber eksiktir. Çünkü yine Ramazanlarda ve mübarek gecelerde iç mahya, zemin mahyası, gezdirme mahya, taraklı mahya başta olmak üzere kaftanlama, kandil/fener uçurtma gibi mahya kavramı içinde mütalaa edilen başka aydınlatma, ihya etme ve şenlik biçimlerinin olduğunu da biliyoruz.
YA ŞEHR-İ RAMAZAN’DAN YAŞASIN CUMHURİYET’E…
Bazı mahya yazıları da vardır ki o günün problemlerini, sosyopolitik arayışlarını ve beklentilerini yansıtır. Savaş yılları, peşinden gelen zafer veya mağlubiyet bu türden mahyaların sayısının artması ve çeşitlenmesi açısından önemli bir etken: “Men sabare zafere” (Sabreden zafere ulaşır. Milli Mücadele sonrasında çok kullanılmıştır), “Hubbu’l-vatan mine’l-iman” (Vatan sevgisi imandandır), “Yaşasın istiklâliyet”, “Yaşasın misak-ı millî”, “Hâkimiyet milletindir”, “Tayyareyi (Türk Tayyare Cemiyeti’ni/Türk Hava Kurumu’nu) unutma”, “Hilal-i Ahmer’i unutma”…
Siyasetle ilişkilendirilebilecek mahyalar modern dönem din-siyaset ilişkileri açısından da önemli. Özellikle cumhuriyetin ilk devirlerinde din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı denilip dindarlar üzerinde gözle görünür bir baskı kurulurken mahyalara şu tür mesajlar yazdırmakta sakınca görülmedi: “Yaşasın Cumhuriyet”, “Müslümanlar Cumhuriyetperverdirler”, “Ey Türk genci, Gazi Cumhuriyeti sana emanet etti”, “Ne mutlu Türküm diyene”, “Yaşasın Gazimiz”, “Atatürk”, “Var ol İnönü”, “Türk yılmaz”, “Cumhuriyet bayramı kutlu olsun”, Milli iktisat politikalarıyla alakalı mahyalar da siyasî kabul edilebilir: “Para biriktir”, “Yerli malı kullan”, “Vergi namustur”, “Tasarruf berekettir”. Siyaset ağırlıklı son çarpıcı örnekler 5 Ekim 2009 tarihinde İstanbul’un kurtuluş yıldönümü mahyalarında görüldü. Ergenekon davalarının ve Kürt açılımı tartışmalarının yaşandığı bir ortamda “Ordumuza şükran borçluyuz”, “Ne mutlu Türküm diyene”, “Önce vatan”, “Kurtuluşun kutlu olsun” mahyaları kuruldu. Tartışmalara sebep olan bu teşebbüsün ardından mahya kurulu ve işleyiş esasları yeniden düzenlendi.
PROF. DR. İSMAİL KARA: MAHYA BİR AYDINLATMA VE NUR SİMGESİDİR

1969 yılında İstanbul’a geldiğimde ilk hayranlık duyduğum şey mahyalar oldu. Mahya aslında İstanbul’a mahsus bir gelenek. Bursa ve Edirne’nin mahyacıları da müstakil mahyacı değildir. Baş usta eskiden buradan gider, mahyaları kurardı. Ama şimdi elektriğe geçilmesiyle birlikte iş değişti. Öte yandan mahya bir aydınlatma, bir nur simgesidir. Bugünkü gibi düşünmemek gerek. Evet, bugün de çok etkileyici ama İstanbul’da akşam ezanının okunmasıyla birlikte İstanbul’un karanlığa boğulduğu bir dönemde sadece Sultan Ahmet Camisi’nden mahya yandığını düşünün. O dönem mahya çok etkileyici bir şey. Bütün toplum kesimlerinin Ramazan’a ve Kandil’e ihya merasimine katıldığı bir kültür bu. Led ile yapılan mahyaların bir estetik değeri yok. Bence yeni teknoloji kullanılarak geleneksel formlarla da irtibata geçerek yeni şeyler yapılması lazım. Ayrıca bu mahyaların halatlarının mimarlar ve restoratörler tarafından minareleri çok yorduğu söyleniyor. Bu nedenle yeni teknolojiyle beraber estetik şeyler yapılması lazım. Yeni teknolojiyle birlikte yansıtma usulü ile hareketli mahyaların yapılacağı söyleniyor. Benim önerim yeni teknoloji kullanarak geleneksel formların aynı zamanda yeni formların da estetik bir şekilde birlikte kullanılması. Yeni örnekleri görene kadar klasik tarzın devam etmesi taraftarıyım.