KültürManşetSinemaSöyleşi

Kısalarla Söyleşi-Yorum #1: TOR

Kısalarla Söyleşi-Yorum’un ilk konuğu bir kadının köpek ile arasındaki olağanüstü diyalogla dikkat çeken ve klişe hayvan sevgisi filmlerinden çok kolay ayırt edilebilen TOR kısasıyla yönetmen Ragıp Türk ve Başrol oyuncusu Rüçhan Çalışkur.

Yeni söyleşi dizimiz ‘Kısalarla Söyleşi-Yorum’dan herkese merhaba. Bu dizide hem kısa film yönetmenleri ve oyuncularıyla söyleşiyor hem de film hakkındaki düşüncelerimi yazıyorum. Dizinin ilk konuğu ise TOR kısasıyla yönetmen Ragıp Türk ve başrol oyuncusu değerli oyuncu Rüçhan Çalışkur. Sohbetimize geçmeden önce biraz filmi konuşalım. 2019 yapımı TOR’u ilk kez geçen yıl 7. Boğaziçi Film Festivali’nde izlemiş ve çok beğenmiştim. Filmde Ayşe adındaki yaşlı kadın torunuyla birlikte epey zorlu bir hayat sürmekte geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır. İşi ise zengin bir ailenin bekçi köpeği olan TOR’a bakıcılık yapmak. Bildiğimiz anlamlarının dışında bir bakıcılık ama bu. Öyle bir bakmak ki, TOR hastalandığında Ayşe onun için elinden geleni yapıyor. Yeri geliyor evine alıyor yeri geliyor, kapısının önündeki tavuğu kesip ona yediriyor. Hastalandığında onu battaniyelere ve yorganlara sarıp sarmalıyor. Hem torunuyla hem de TOR ile aynı odada birlikte kalabiliyorlar. Neresinden bakarsak bakalım farklı bir ‘bakmak’ bu.

HAYVAN SEVGİSİNİN EN DOĞAL VE PÜR HALİ

Bu kısa film klişe bir hayvan sevgisi teması dışında, hikayesi özenle işlenmiş ve bu işleyişe Rüçhan Çalışkur’un usta oyunculuğuyla katkıda bulunduğu bir yapım. Sadece Çalışkur’un değil üstelik, TOR’a hayat veren köpeğin garip bir şekilde muazzam oyunculuğu ya da sahnelerinin zekice kurgulanmış olması da yine filmi oyunculuk açısından ‘gerçek’ ve değerli kılıyor. Ayrıca usta bir oyuncuyu, bir kısa filmde izleyebiliyor olmak da hem Rüçhan Çalışkur’un sinemaya profesyonel bakışının ne denli yerinde olduğunu hem de yönetmen Ragıp Türk’ün de usta bir oyuncuyu senaryosuyla ikna edebilecek yeteneğe sahip olduğunu gösteriyor bize. Bildiğimiz hayvan sevgisi teması dışında saf ve pür, en doğal ve olması gerektiği haliyle, sevginin yeni doğmuş hali gibi hayvan sevgisini ustalıkla işleyen TOR, son zamanların bu popüler söylemine de yeni ve bence en doğru yorumu getiriyor gibi. Aslında hayvan sevmenin ve bir hayvanın sorumluluğunu almanın ne demek olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Ancak aynı zamanda hayvan sevgisinin hayvanlar arasında nasıl değişkenlik gösterebileceğine de eleştirel göndermelerde bulunuyor. Çekim teknikleri bakımından ise hiçbir açısının sırıtmadığı, mekânların hikâyenin içeriğine göre özenle seçildiği, atmosferin ise başarıyla oluşturduğu bir kısa film TOR. TOR’un serüveni Akbank Kısa Film Festivali Forum Bölümü’nden En İyi Senaryo Ödülü’nü alarak başlamış. İstanbul’daki ilk gösterimini geçen yıl Boğaziçi Film Festivali’nde yapan TOR, birçok film festivalinde gösterildi ve yarıştı. Şimdi ki durağı ise 3-11 Eylül tarihleri arasında 31. kez düzenlenecek olan Ankara Film Festivali. Ayrıca TOR, şu an Akbank Sanat’ın Youtube kanalından çevrimiçi olarak izlenebiliyor…

İNSAN-DOĞA VE HAYVAN ARASINDAKİ MİSTİK BÜTÜNLÜĞÜ İŞLEDİM

Ragıp Türk

Seni daha yakından tanıyabilir miyiz?
Çocukluğum daha çok kasabadan kente geçiş sürecinin etkileriyle geçti. İzmir’de geçen gençlik dönemim karakterimin şekillendiği önemli ve güzel bir dönemdi. Alt kültüre ait bir mahallede yaşarken, daha çok üst sınıfın olduğu bir lisede okuyordum. Böylece kültürel farklılıkları tecrübe etme ve gözlemleme şansım çok oldu. Çocukluğumdan beri edebiyata ve kitaplara çok düşkündüm, orta okulda şiir yazmaya başlamıştım ve lise sürecinde şiire, müzikte dahil oldu. Bir şekilde sanatsal bir ifade biçimi arıyordum sanırım. Daha sonra ilk üniversitemi Eskişehir Anadolu üniversitesinde okudum. Bölümüm Turizm ve otelcilikti ama hiç ilgimi çekmiyordu. Ben daha çok müzikle zaman geçirdim. Daha sonra Müziği geliştirmek için İstanbul’a gelmeye karar verdim. Ustalar hep buradaydı. Lakin bir yandan müzikte aradığımı bulamazsam diye alternatif bir meslekte edinmek istiyordum ve sanatsal bir alan olan sinemada ilgimi çok çekiyordu. Böylece İstanbul üniversitesi Sinema Tv bölümünü kazanarak, Eskişehir’den İstanbul’a geldim. Sonrası zorlu ve güzel bir süreç olarak hala devam ediyor.

Ragıp Türk ile Rüçhan Çalışkur

Sinema hayatına nasıl dâhil oldu?
Evet, İstanbul üniversitesi Radyo, Sinema ve TV bölümü mezunuyum. Aslında üniversitenin ilk yılları daha çok müzisyenlikle ilgileniyordum. Hayatım daha çok müziğe zaman harcayarak geçiyordu ve geçimimi bu yolla sağlıyordum. Lakin işsiz kaldığım bir dönemde bir tesadüf eseri Yeşim Ustaoğlu’nun, Pandoranın Kutusu filminin ekibinde yer aldım. Ve o sette görüp farkına vardığım sinema sanatının anlatım olanakları beni çok etkiledi ve o kolektif çalışma ortamı aradığım bir şeymiş bunu fark ettim. Ve ondan sonra dört elle sinemaya sarıldım. Sonrası setler, filmler çalışmaya devam ediyorum. Ama müzikle bağımda kopmadı. Müzik bireysel olarak ta üretilebildiğin bir alan olduğu için hayatımda hep olacak.  

Sinema ve yönetmenlik senin için ne anlam ifade ediyor?
Sinema bana hep yaşamı ve insanı anlama biçimi gibi gelmiştir. Bende sinemayla bir şeyleri anlamaya çalıştığımı hissediyorum hep. En azından kendimi anlamak. Yönetmenlik ise gerçeği tekrar yorumladığın büyülü bir alan.

Uzun metraj yapım çalışmaların var mı?
Evet, şu an uzun metraj bir film projemin senaryosunu geliştirmekle uğraşıyorum.İstanbul’da yaşayan ve toplumun en alt kademesinde var olmaya çalışan bir kadın hikâyesi üzerinden uzun metraj bir senaryo geliştiriyorum. Yine hayvanlarda filmde etkin olarak var olacak. Arka sokaklarda ve köşe bucaklarda yaşananlar ilgimi çekiyor. Umarım çekebiliriz.

Sinemadaki tarzını ya da yakalamak istediğin tarzı nasıl özetlersin?
Açıkçası belli bir tarz oturtmalıyım düşüncesinde hiç olmadım. 3 kısa filmimde değişik tarz ve yapıda. Bu tarz oturtma düşüncesinin özellikle yolun başındaki bir sinemacı için kısıtlayıcı bir şey olabileceğini de düşünüyorum. Tarz sanırım zamanla kendiliğinden gelişen bir şey. Ben işin bu döneminde daha çok, konuya yaklaşım ve anlatım stilinin gelişimi üzerine kafa yoruyorum. 

TOR’dan bir görüntü

Günümüz Türk sineması hakkında ne düşünüyorsun?
90 sonrası sinemasını oluşturan ve şu anda da üretmeye devam eden çok önemli yönetmenlerimiz var. Bu yönetmenler, göç sonrası oluşan toplumu ve ve bu toplumun yarattığı bireyleri her kademede ve her duyguda çok iyi anlatan ve sorgulayan önemli eserler verdiler. Ve hala çok başarılı sinema filmleri yapıyorlar. Biz yeni kuşak ise genel manada hala bir arayışta gibiyiz. Yeni yönelimler ve anlatım arayışları var. Dijital gelişimin yarattığı anlatım olanaklarını deneyenler var. Lakin senaryo konusunda bir üretim kısırlığımız var gibi. Bu da sanırım 90 sonrası oluşan hızlı teknolojik ve toplumsal dönüşümün etkisini en yoğun yaşayan kuşak olmamızdan kaynaklanıyor. Eski ile yeni arasında bir köprü kurmaya uğraşıyoruz sanırım. Ama aşılacak bir problem olduğunu düşünüyorum. Özellikle şu dönemki kısa filmcilerden çok önemli bir kuşak geliyor. Çok yetenekli isimler var.

TOR’un çıkış noktası ne oldu? Nasıl bir düşünce sürecinin ürünü?
Çıkış noktası gerçek bir olaya dayanıyor. Sinemacı ve astrolog arkadaşım Cihan Barış Yazkan’ın dağ evindeki köpeği hastalanmıştı. Kendisi şehirdeydi ve köpeklerini emanet ettikleri köylü komşuları, köpek iyileşsin diye tavuklarından birini kesip yedirmişti. Arkadaşım köpeğe baktığı için komşusuna arada maddi yardımda yapıyordu. Komşunun niyetini sorgulayarak başladığımız sohbet, doğal seleksiyon dışında bir canlıyı yaşatmak için başka bir canlıya kıymanın mantığı üzerine kadar geldi. Epey konuştuk. Bunun üzerine bir film olabileceğini tartıştık ve konu üzerine düşünmeye başladım. Yaşlı bir kadın ve bir köpeğin oynadığı bir film düşüncesi de atmosfer ve görseller anlamında beni çok cezbediyordu. Sonra dramatik bir yapı kurarak hikayeyi senaryolaştırdım.

TOR, yönetmenin hayatından izler taşıyor mu?
Evet, hayatım izler var tabii. Tor, küçüklüğümdeki köpeğimizin adıydı. Tor’un ağır yaralandığı bir dönemde, anneannemin onu iyileştirmek için geleneksel çabalar harcadığını gözlememiştim. Unutamadığım bir süreçti. Filmde bunun izleri var. Bunun dışında çalışan ve mücadele eden emekçi kadın imajı annemden izler taşıyor. Ben filmin, hikâyeyi gözlemleyen tarafındayım.

Yönetmeni, TOR’u birkaç cümleyle nasıl özetler?
İnsanların, hayvanların ve doğanın birbirleri arasında kurduğu ruhsal ve mistik bütünlük üzerine naif bir film diyebilirim.

OYUNCULUK SON DERECE KEYİFLİ AMA AYNI ZAMANDA ÜZÜCÜ

Rüçhan Çalışkur
Çalışkur ile Türk

Klişe olacak belki ama oyunculuk çocukluğumdan beri vardı zaten. İlkokulda masallar yazar o masalları arkadaşlarıma oynayarak anlatırdım. Bu sektörde olduğum için tabi ki çok mutluyum her şeye rağmen. Oyunculuk ve oynamakta beni en etkileyen olay başka insanların hayatını etkilemek ve onları kendi gerçeklikleriyle karşı karşıya bırakmak. O zaman kendin olmaktan çıkıp o oluyorsun. Oyunculuk böyle bir yaşam biçimi bence. Son derece keyifli bir o kadar zor aynı zamanda üzücü. Benim için her zaman birinci sırada tiyatro sonra sinema sonra da dizi gelir. Tiyatro yapmayı çalışmayı çok istiyorum ama yolumuz pandemiden dolayı tıkandı. Sadece bu durumdan kurtulmak istiyorum. Sonra daha yapacak çok şey var. Öte yandan genç oyuncularsa şunları söylemek isterim: İstisnaları bir kenara ayırıp çok çalışmalarını yurt içi ve yurt dışı projeleri araştırıp kendilerini geliştirmelerini isterim. Karakter oyunculuğu için bu çok önemli bence. Oyuncu her kalıba girebilmeli. Gelelim TOR’a. TOR’da canlandırdığım kadın son derece güçlü mücadeleci biri. Bütün olumsuzluklara rağmen. Hayvanlarla olan ilişkisi bana çok benziyor. Bu senaryoyu okuduğum zaman çok etkilendim. İşte dedim bunu yazan kişi aynı zamanda yönetmenimiz çok duyarlı bir insan onun için bu projede olmalıyım. Böylesine yetenekli gençlerle birlikte çalışıp onlara destek olmalıyım. Ragıp Türk gibi bütün yetenekli gençlerimize her şeye rağmen mücadele etmelerini tavsiye ederim. Onlara çok ihtiyacımız var sanat adına.

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak