KültürManşetSinemaSöyleşi

“Merhamet ve iletişim için her zaman sloganlar aramak gerekli değildir”

Omar ve Biz’in yönetmenleri Mehmet Bahadır Er ve Maryna Er Gorbach: “Filmi ne kadar ‘iyi ve kötü’ gibi ortalama formüle sokmaya çalışılsa da izleyiciler sinema enerjisini anlayacak ve renklerin tümünü hissedecek ince bir tuval olacaktır. Merhamet ve iletişim için her zaman sloganlar aramak gerekli değildir. Ve bu anlamda, film izleyiciyi sinemada da göçmen olmaya davet ediyor. Ayrıca sahnelerin ardında ne olacağını tahmin etmek için size tam bir özgürlük sunuyoruz…”

Mehmet Bahadır Er ve Maryna Er Gorbach’in birlikte yazıp yönettiği Omar ve Biz’in festival yolculuğu devam ediyor. Varşova Film Festivali’nde açılışını yapmış ve Ekümenik Jüri En İyi Film Ödülü’ne layık görülmüştü. Kasım ayında vizyona girmesi beklenen film, Amerika, Fransa, Portekiz, Arjantin ve Türkiye’den toplam 13 ödülün sahibi oldu. Türkiye’deki ilk gösterimini ise Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan Omar ve Biz’in sonraki durağı ise 3-11 Eylül tarihleri arasında düzenlenen Ankara Film Festivali idi. Omar ve Biz’in hikayesi ise şöyle:  İki göçmenle komşu olmak zorunda kalan emekli komutan İsmet’in hikayesini konu ediyor. İsmet’in aynı apartmanda yaşayan komşusu Sabri ise ölümden dönmüş, kendisine yardımcı olan iki göçmen sayesinde hayatı kurtulmuştur. Bu olayın ardından Sabri iki göçmeni evinde misafir etmeye karar verir. Ancak İsmet bu durumdan pek memnun değildir. İki göçmenle komşu olmak zorunda kalan İsmet, bu süreçte kendisini önyargılarıyla yüzleşmesini sağlayacak olayların içinde bulur. Filmi iki yönetmeni ve Suriyeli başrol oyuncusu  Taj Sher Yakub ile konuştuk.  Filmin yönetmenlerinden Maryna Er Gorbach filmle ilgili şunları söylüyor: “Tabi ki bir savaşı durduramayız ama şefkat duygusundan aldığımız ilhamla bir film yapabiliriz. Oyuncularımız mülteci statüleri sebebiyle sınırları aşıp gösterimlere katılamasa bile Omar ve Biz’i dünyanın birçok ülkesinde gösterebiliriz. Omar ve Biz mültecilerle ilgili şablon beklentilerden çıkıp bu durumla karşılaşan insanlar ne düşünüyor, ne hissediyor diye merak eden seyirci için ilginç bir film olacak.”

Filmden bir görsel

DÜNYA BİR KAVİMLER GÖÇÜ YAŞIYOR

Zaten mültecilik konusunda çok fazla film yapılırken siz neden buna ortak oldunuz? Bu konuya filminizle getirdiğinizi düşündüğünüz farklı bakış nedir?
Mehmet Bahadır ER (MBE): Çok güzel bir soru teşekkür ederiz. Biz de Maryna ile bunu epey tartıştık, göç ve mültecilik üzerine daha çok haber ve belgesel yapılıyor, ama sanılanın aksine kurmaca film sayısının endüstriyel filme oranı epey düşük. Bu konuda film yapmanın maddi riskleri çok fazla olduğundan ticari sinema yatırımcısının uzak durduğu bir konu haline geldi. İçinde bulunduğumuz yıllar itibari ile dünya bir “kavimler göçü” yaşıyor. Ekonomik değer ve denge değişimleri, siyasi çatışmalar, iklim değişiklikleri, insanların yaşamdan beklendiklerinin değişmesi ile milyonlarca insan dünya üzerinde bir göç dalgası içinde yaşar hale geldi. Bunların da ötesinde şahsen tanıma fırsatı bulduğum bir göçmen benim de konu üzerine bakış açımı değiştirdi. Bir film yaparak hissettiğimi bu değişimi diğer insanlarla paylaşma gereksinimim film serüvenine dönüştü. Türkiye’de son yıllarda bu konuya değinen film yapabilen Onur Saylak, Andaç Haznedaroğlu ve Derviş Zaim’i de isimleriyle anmak gerektiğini düşünüyorum.

Filmden bir görsel

BAKIŞ NOKTAM SİVİLLERİN MİLİTARİZMİNİ ANLATMAK

Maryna Er Gorbach (MEG): Ben de Bahadır’ın bu konu üzerine senaryo yazdığını duyduğumda aynı tepkileri vermiştim. Modern sinema dünyasında şefkat duygusu popüler ya da ekonomik olarak kâr edilebilir, dağıtımı yapılabilir değil. Ama Bahadır bu filmi yapmak ve benim filmin içinde olmam için çok uğraştı. Duygusal olarak bu projeye bağlanmam filmde oynayacak gerçek mülteci oyuncular Taj ve Hala’yı bulduğumuzda canlandı. İlk bakışta mülteciler ve yereller arasında geçen bir hikâye gibi görünse de gerçekte bakış noktam sivillerin militarizmini anlatmak oldu. Şahsen savaşı istatistiklere dönüştürmeyi, haberi pasif ve taşlaşmış bir kalple almayı kabul etmek istemiyorum, savaşa öncelikli olarak ekonomik kriz, petrol, Amerika ya da diğer rasyonel sebepler olarak bakmak değil… Benim için insan jeopolitikten daha önemli.

Suriyeli oyuncularla nasıl tanıştınız? Onları nasıl ikna ettiniz?
MBE: Omar ve Mariye karakterlerini bulabilmek için uzun bir oyuncu seçim süreci yaşandı, Almanya, İngiltere ve Fransa’da oyuncu bakıldı. Avrupa’da göçmenlerle çalışan birkaç tiyatro ve ajans destek verdi. Pakistan, Afgan, Mısırlı, Kürt ve Arap oyuncularla tanıştık. Savaş sırasında Suriye tarafına geçip dönme şansım oldu, kamplara ve toplama merkezlerine de haber yollandı. Auditionlar alındı. Savaş öncesi gerçekten oyuncu olup şu an mülteci ya da göçmen statüsünde kişilerle çalışmak istediğimiz için uzun bir araştırma süreci yaşadık. Avrupa’ya geçebilen oyuncu göçmenlerin birçoğu filmde anlatılan hikâyelerin kendi başlarından geçtiğini ve filmde oynamak istediklerini belirttiler. Fakat Türkiye’ye dönmeleri durumunda Avrupa’daki ikamet izinleri yanacak ve geri dönemeyeceklerdi. Birbirimizi tanıma süreci bizde ve hikâyede de değişimlere sebep oldu. Taj ve Hala ile Kadıköy’de ArtHere isiminde göçmen sanatçıların eserlerini sergileyen sanat galerisi sahibi Omar Baraktar’ın tavsiyesi ile tanıştık. Hikâyeyi anlattık, birlikte provalar yaptık. Hem Taj Hem Hala filmde oynamak ve tekrar sanat içinde var olmayı çok istiyorlardı, disiplinli ve özverili çalıştılar. Filmin önyargıları kırması daha çekim sırasında hissedilmeye başlandı, ekipler ve oyuncular duygusal olarak birbirine çok destek oldu. Bu yakınlık hala devam ediyor.

Filmden bir görsel

BİZ FARKLI BİR ANLATIMI SEÇTİK

Bu film, “Kaçak/düzensiz göçmenlere yardım edin. Etmezseniz kötü bir insansınız…” güzellemesi yapıyor gibi aynı zamanda. Buna katılıyor musunuz?
MEG: Filmi ne kadar “iyi ve kötü” gibi ortalama formüle sokmaya çalışılsa da izleyiciler sinema enerjisini anlayacak ve renklerin tümünü hissedecek ince bir tuval olacaktır. Merhamet ve iletişim için her zaman sloganlar aramak gerekli değildir. Ve bu anlamda, film izleyiciyi sinemada göçmen olmaya da davet ediyor. Dahası, sahnelerin ardında ne olacağını tahmin etmek için size tam bir özgürlük sunuyoruz, çünkü karakterler çerçevede olmasa bile, onları aklınızda canlandırabiliyorsunuz. Bir noktada, konunun reddedilmesi ve hatta konuya sinirlenilmesi, size sunduğumuz duygusallık ve hassasiyet ile mücadele etmeye başlıyor. İzleyicinin alışkanlıkları bizden daha agresif, daha hızlı, daha edepsiz, acımasız olmamızı ister. Yapmayız, çünkü farklı bir film dili seçtik. Ve bu bizim hikâye anlatımındaki farkımız.

MBE: ”Göçmen” ya da “mülteci” bir uluslararası hukuk tanımı; filmde söylediğimiz şey ise karşımızdaki kişiyi devletlerin, orduların ya da bankaların tanımladığı gibi değil, ön koşulsuz “insan” olarak görebiliriz. Dev küresel savaşların sonuçlarını yaşayan insanlarla bir dertleşme bizimkisi, Maryna’nın da dediği gibi anlatım dilimiz net bir tercih.

İsmet karakteri ve onun motivasyonundan bahseder misiniz? İsmet’in gerçek hayattaki kimlerin temsili?
MEG: Omar ve Biz, yerel halk ve göçmenler hakkında ama merkezinde aile olan bir film. Uygar Tamer’in oynadığı İsmet’in eşi Fethiye karakteri yaşamı boyunca aile ilişkilerini, çocuğu, evdeki kitapları bile kendine kendine toparlıyordu. İsmet de aynı zamanda kendi yolunda bir göçmendir, askeri sistemden tamamen sivil bir yaşama; yaşam ve ölümün emirlerini dinlemediği hatta kendi oğlunun bile emirlerine uymadığı bir alana göç eder. İsmet, kötü insan olduğu için değil hayatta doğru bildiklerini uygulamanın yalnızca tek bir yolu olduğuna inandığı için yalnız kalmıştır.  Alilesi, çevresi ve oğlu için bunu görmek acı vericidir. Evet, İsmet askeridir, otoriterdir, disiplin ve herkesin yararına kesin kurallardan yanadır ama aynı zamanda, İsmet’in karakteri bir baba, eş olarak rahat, sakin bir kişi olarak kaybedilen zamanla ilgilidir. Belki de hayatında ilk defa, denizin bir dalgası olduğunu ve ağacın yaprakları olduğunu duydu. Belki bir saniye bile olsa bir insanın başka bir insana ihtiyacı duyduğunu inanıyordu, orduya değil.

Filmden bir görsel

DESTEKLEDİĞİMİZ PARTİLER DE İNSANI KUŞATIYOR

MBE: İsmet, Omar ile olan ilişkisinde de oğlu ile olduğu gibi refleks olarak -meli -malı ile davranıyor, doğru yöntemlerle iletişim kuramıyor. Kendisini ifade edemiyor. Ya da İfade etmek için seçtiği yöntemler çevresi tarafından kabul görebilecek şeyler olmuyor. Sahip olduğumuz mülkiyet, kültür, sosyal sınıf, desteklediğimiz politik partiler de insanı kuşatıyor, önce gözünü sonra vicdanını körleştiriyor ve bir süre sonra iradesini tamamen elinden alıyor; -meli, -malı’larla hareket etmemize sebep olması anlamında *sahip olduklarımızla bir ayrıcalık hissetme sevdası askerlik mesleğinden farklı değil. İsmet; sahip olduklarını korumak adına insanlığı ile ilişkisi zedelenmiş hemen herkesi temsil ediyor. Senarist olarak tavrım Çehov’dan ziyade Tolstoy’unkine yakındır; hikâye Anna’nın ölmesini gerektiriyorsa Anna ölür. Benim Anna’yı sevmem ya da sevmemem sonucu değiştirmez.

KÖTÜLÜĞÜ BİTİREMEZSİNİZ BELKİ AMA AZALTABİLİRSİNİZ

Taj Sher Yakub
Taj Sher Yakub

Ben 7 yıl önce Türkiye’ye geldim, çeşit işlerde çalıştım, daha sonra Türkçe öğrendim, halen öğrenciyim ve çalışıyorum. Bu filmde yer aldığım için ve böyle bir ekiple çalıştığım için gurur duruyorum. Bu ekibin bir parçası olduğum için mutluyum. Suriyeli mülteci konusunun sinema ve televizyonda işletilmesi hakkında şunları düşünüyorum: Genel olarak kötü şeyleri bitiremezsiniz, ancak onları azaltabilirsiniz. Şimdi izleme zamanındayız; sinema ve televizyonun fikirleri etkilemede rolü var. Şu an birçok mülteci hikâyesi konusunda birçok proje yapılıyor ve bunların bitmesi pek mümkün değil. Ama önemli olan ne anlattığı ve halkı ne kadar etkilediğidir. Benim aklımda her zaman bir soru vardı: İnsan olmaz zor bir şey mi? Omar ve Biz filmi buna ‘Hayır’ dedi. Bunun dışında oyunculuk konusunda durmaya niyetim yok. Sinema olmasa bile tiyatroda oyunculuğa devam edeceğim.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak