KültürManşetSöyleşi

Mülteciliği konuşmak değil, haykırmak için: Beria

Suriyeli bir anne-kızın mücadelesini konu edinen Beria’nın yazarı Cenk Çalışır kitabında mültecilik konusundaki mesajını konuşarak değil haykırarak dile getirdiğini belirtiyor ve ekliyor: “Çocuklar, hayvanlar ve doğa, kendileri için iyi bir şey isteyemez, istemiş olsalar bile yapamazlar. Onlar için daha iyiyi isteyecek, planlayacak ve uygulayacak olan biz yetişkinleriz. İnsan haklarından önce o masumiyetin haklarını teslim etmeliyiz.”

Polisiye edebiyatının önemli isimlerinden Cenk Çalışır’ın altıncı romanı “Beria” Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmak isteyen mülteci anne-kızın hikâyesini anlatıyor. Aişe’nin kızı Beria ile yaşadıkları üzerinden bir insanlık ayıbını tokat gibi çarpıyor. Trajik bir mülteci hikâyesinin ekseninde okurunu dehşete düşüren insan halleriyle yüzleştiriyor. Şöyle ki Suriye’de köyüne yapılan bir baskında kocası öldürülen Aişe, kızı Beria’yı da alarak iç savaştan kaçar ve Türkiye’ye sığınmak ister. Aişe ve kızı, onları Yunanistan üzerinden Avrupa’ya götürebileceğini söyleyen insan tacirlerinin elinde yola koyulur. Eşini ve oğlunu otomobil kazasında kaybeden Komiser Harun ise, yaşadığı travma nedeniyle Emniyet Müdürlüğü’nden malulen emekli edilir. Ailesinden sonra işini de kaybedince hayatla tüm bağları kopan Harun, intihar etmek üzere gittiği kayalıklarda, sahile vuran bir insan bedeni görür. Komiser Harun, denize düşen ve kıyıya sürüklenen Aişe’nin, kızı Beria’nın kaybı karşısındaki çaresizliğine ve acısına şahit olur. Oğlunun ölümü karşısında yapabileceği hiçbir şey olmayan Harun, başka çocuklar için bir umut olabileceği gerçeğini fark eder…

Yazar Cenk Çalışır

AYLAN BEBEKTEN SONRA MÜLTECİLİK KONUSUNA EĞİLDİM

Beria’yı kendisiyle konuştuğumuz Cenk Çalışır’a ilk olarak neden mülteciler hakkında bir kitap yazdığını sorduğumda şöyle yanıt veriyor: “Beria’yı yazmazdan önce trajik bir öyküyü, dramatik bir anlatı ile kaleme almak gibi bir amacım vardı. Kurgulara dair notlar alıyor, araştırmalar yapıyordum. Ancak belirlenen, öne çıkan bir şey yoktu. Aylan Bebeğin sahilde yatışı o günlere denk gelir. O fotoğraftan sonra mülteciler konusuna eğilmeye başladım. İlgim ve araştırmalarım o yönde oldu. Konu olarak ele almak, roman olarak okura sunmak kısmı ise bu dramın altını çizmek, onların içler acısı durumuna dikkat çekmekten ibaret. Sokaklarda gördüğümüz, yok saydığımız, yanlarından koşar adım uzaklaştığımız çocuklara, mültecilere farklı bir pencereden bakmalarını sağlamaya çalıştım. Okurun içini acıtan, sorgulatan bir roman olmasına, mesajını konuşarak değil, haykırarak anlatan hatta yumruk atan bir roman olsun istedim.”

BAZI YAZARLAR TRİBÜNLERE OYNUYOR

İyi yazar olmak popüler ve “çok satan” kitaplar yazmaktan mı ibaret? diye soruyorum Çalışır’a. Cevabı net: “Elbette kitap yazmak, yazar olmak çok satan konular üzerine eğilmek demek değildir. En azından benim için değil. Ama yayıncılık piyasasına baktığımızda bazı eserlerin ya da yazarların birer proje olarak ele alınıp sunulduklarını söyleyebilirim. Tribünlere oynamak kısmını çok iyi yapan, çok satanlar listelerini aylarca kapatan, yayıncısına ve yazarına para kazandırmaktan öte kaygı taşımayan, hatta içinde barındırdığı cümlelerin bile yazarına ait olmadığı sonradan belirlenen kitaplar gördük. Başka alanlarda popüler isimlere yazdırılan kitapların çıktıkları ilk gün çok satanların ilk sırasına yerleştiğini de gördük. Yazı ile aşk yaşayan, nitelikli bir eser çabası taşıyan çok yazar ya da yazar adayının eserleri aylarca yayınevlerinin raflarında değerlendirilmeyi beklerken yaşanıyor bunlar. Tam da bu noktada eser kadar okurun da niteliği önem kazanıyor. Öte yandan bir yazarın, sanatçının gündemden kopuk yaşaması olası değil. Sonuçta onu besleyen hayattır. Okudukları, izledikleri, yaşadıkları ile biçimlenecek ve bunu sanatına yansıtacaktır elbet. Aynı konuların eserlerde çokça karşılık buluyor olması biraz da bu nedenledir. Burada okur, yazarını takip ederek, tribünlere oynamak ile günü yansıtan eserler sunmak arasındaki ince çizgiyi ayırt edebilir diye düşünüyorum. Yazar ile yazan arasındaki farkı nitelikli okur görecektir.” 

Beria kitabının kapağı

BERİA OKURU YABANCILIĞIYLA YÜZLEŞTİRİYOR

Peki Beria, teknik ve içerik bakımdan, diğer mülteci temalı kitaplardan nasıl ayrılıyor? Çalışır, Beria’nın polisiye edebiyat başlığı altında yayınlanan, mültecileri konu edinen ve Türkçe dilinde yazılmış ikinci roman olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Geçmişte yaşanmış, bugün yaşanan ve gelecekte de çokça yaşanacak olaylara dair bir kurguya sahip. Kurgunun etkisi, yaslandığı bu gerçeklik. Anlatısında, muamma, heyecan ve aksiyon içeriyor. Dramatik etkisini, okurun içselleştirmesinden, yanı başında yaşanan hayatlara olan yabancılığı ile yüzleşmesinden alıyor.”

Çalışır’a kitabının Suriyeli mültecilere yönelik bir ajitasyon mu yoksa farkındalık kaygısı mı taşıdığını sorduğumda ise şöyle yanıtlıyor: “Farkındalık demek daha doğru olacaktır. Mülteciler konusuna, dünyadaki ve ülkemizdeki istismar, tecavüz mağduru çocuklara, bir insanlık ayıbına dikkat çekmekten öte bir kaygısı yok romanın. Beria bir kaçış romanı değil. Yarattığı kurgusal dünya ile okuru üzmeyi amaçlayan bir roman. Mesajını alt metin olarak değil, doğrudan işleyen ve bu mesajı ile çocukların milliyeti, dini, ırkı olmadığını haykıran bir roman.”

KİTAPLARDA MÜLTECİLER

  • Taştan Adımlar

Kim evini, doğup büyüdüğü yerleri bırakıp gitmek ister ki? Ama savaş kapınıza dayandıysa, bazen başka yol kalmaz. Suriyeli sanatçı Nizar Ali Badr’in çakıl taşlarıyla yarattığı güçlü imgelerden esinlenen Margriet Ruurs, küçük Rama’nın dilinden bir göç yolculuğu anlatıyor. Umuda yol alan bu öykü bizi barışa, anlayışa, yardımlaşmaya çağırıyor. Kitabın Türkçe çevirisi ise Sanem Öge’ye ait.

  • Mülteci

Vedaları, kayıpları, kimliksizleştirilmeyi, yok sayılmayı, açlığı, işsizliği, aşkı ve tutunma çabasını Türkiye’ye kaçmış Afgan bir mültecinin ağzından anlatan Kemal Siyahhan, Taliban’ın, Afgan kadınların yaşadıklarının, savaşın ve muhalifliğin etrafında uluslararası bir yarayı kanatıyor. Hikâyesi İstanbul’da kesişmiş, birbirinden farklı düşünceleri, beklentileri olan insanların çaresizlik içinde birbirlerine sarılmalarını ustalıkla resmederken mülteciler için umudun her şeye rağmen var olduğunu kanıtlıyor.

  • Sığınamayanlar

Sığınamayanlar’da hikâyeleri kendilerinden büyük insanlarla tanışacak, savaştan kaçanların mücadelesine tanık olacaksınız. Kahır Dağı’nın sığınaklarında gezindikçe üzülüp dehşete kapılacak, “Her şey bitmiş değil, bir ihtimal daha var” deyip hayaller kuran kahramanların peşine takılacaksınız. Ülkelerindeki savaştan kaçıp hiçbir yere sığınamayanlar, savaşta taraf olmamak, ölmemek ve öldürmemek için çok büyük acılar yaşasalar da onlar hâlâ yaşanabilir bir dünya yaratabilmenin arayıcılarıdır. Dağbozumu ve Yoldaşını Öldürmek kitaplarının yazarı Aytekin Yılmaz’dan, dağın romantik büyüsünü bozacak bir kitap Sığınamayanlar.

  • Deniz Duası

Uçurtma Avcısı, Bin Muhteşem Güneş, Ve Dağlar Yankılandı romanları ile tüm dünyada milyonlar tarafından okunmayı sürdüren Khaled Hosseini’nin 2015 yılında Akdeniz’de boğulan üç yaşındaki Suriyeli mülteci Aylan Kurdi’nin hikâyesinden esinlenerek kaleme aldığı Deniz Duası, mülteci sorununa son derece çarpıcı bir bakış getiriyor. Suriyeli bir babanın, sonu belirsiz bir yolculuğa çıkmadan önce, oğluna yazdığı bir mektup şeklinde tasarlanmış olan metin, savaştan ve zulümden kaçarken denizlerde kaybolan binlerce mülteciye adanmış.

  • Yaman Ayrılık & Karabağ Mültecileri ve Hikâyeleri

Tarihte meliklerin kışlak olarak tercih ettikleri Karabağ vilayeti, Sovyetler Birliğinin dağılmaya başladığı dönemde Ermenilerin işgaline maruz kalır. İşgalle birlikte binlerce Karabağlı doğup büyüdükleri, acısıyla tatlısıyla hatıralarının geçtiği vatanlarını terk etmek zorunda kalır. Yurdundan yuvasından ayrı düşen Karabağlı mülteciler, Azerbaycan’ın farklı şehirlerine yerleşirler. Çadırkentler yazın sıcaklarda, kışın da soğuklarda mülteciler, hayatın zorluklarına göğüs germeye çalışırlar. Çetin şartlar altında hayatlarını idame ettirmeye çalışan mülteciler, yıllardır vatan hasretiyle yaşarlar. Erdal Karaman’ın bu çalışmasında mültecilerden derlemeler yapıldı ve Karabağ’ın hususiyetleri mültecilerin dilinden kaleme alındı. Kendilerine farklı sorular yöneltilen Karabağlılar, sözü dönüp dolaşıp vatanlarına getiriyor…

  • Mülteciler

Pulitzer ve Carnegie Madalyası ödüllü Sempatizan’ın yazarı Viet Thanh Nguyen’in son yirmi senede kaleme aldığı öykülerden oluşan Mülteciler parçalanmış anayurtları ile yeni ülkeleri arasında sıkışıp kalmış insanların deneyimleri üzerinden kimlik aile, yuva göç ve Amerikan rüyası temalarını işliyor. 2017 yılında Asya/Pasifik Asıllı Amerikalılar Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Mülteciler’de Nguyen, vatanından ayrılıp başka bir ülkede yuva kurmaya çalışan insanların özlemlerini, aynı zamanda yaşamımızın sınırlarını çizen kendimizi bulma yolculuğunda kurduğumuz ilişkileri ve beslediğimiz arzuları keskin, dolambaçsız, mizahi bir üslupla irdeliyor.

  • Sürgün & Çerkeslerin Hazin Yolculuğu

Dünyada, tarih boyunca yapılan bütün savaşlarda, her zaman masum insanlar topraklarından kovulup, oradan oraya sürülüp gitmişlerdir. Çerkesler de, dünyada mülteci durumuna düşmüş milyonlarca insanla aynı acı kaderini paylaşmış, aynı acıyı yaşamış bir millet olarak tarihinin sayfalarındaki yerlerini almıştır. Sürgün süreci içerisinde birçok insan hayatını kaybetmiş, sürüldükleri topraklarda ise hastalık, açlık ve yoksulluk gibi problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Özel Uğurlu’nun yazdığı bu kitap, mültecilik konusunu bir de Çerkeslerin durumu üzerinden ele alıyor.

  • Kuş Olsam Evime Uçsam

Kuş Olsam Evime Uçsam, çocuklarla başka türlü bir hayatın mümkün olduğuna ve çocukların dünyayı kurtaracağına inanan yazar Güzin Öztürk’ün ilk romanı. 2015 Tudem Edebiyat Roman Yarışması Birincilik Ödülü’ne değer görülen bu etkileyici eser, savaşlardan zarar gören tüm çocuklara adanmış. Hicabi Demirci’nin göz alıcı çizimleriyle renklenen kitap, ülkesinde yaşanan iç savaş yüzünden evsiz yurtsuz kalan küçük bir çocuğun hayallerinin, umutlarının kâğıda dökülmüş hâli. Vatansız kalmanın ne denli kötü bir duygu olduğunu anımsatan bu sarsıcı roman, çaresizliğe, yenilgiye, şaşkınlığa ve sınır kapıları ardındaki bilinmezliğe dem vurarak savaşın gölgesinde yaşayan nice Beşir’lerin, Ahmet’lerin, Zehra’ların sesi oluyor…

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak