KültürManşetSöyleşi

Mustafa Ziya Ülkenciler: Sinemaya bulaşmış bir insanın lüksü yok

5’i Altın Portakal olmak üzere toplam 7 kez en iyi sanat yönetmeni ödülüne layık görülmüş Mustafa Ziya Ülkenciler ile mesleki teknik eğitimin yanı sıra bir sanat yönetmeninin sahip olması gereken potansiyel vizyonu ve sanatın yönetimini konuştuk.

Teknik ve mesleki anlamlarının yanı sıra ideolojik ve duygusal olarak ele aldığınızda Mustafa Ziya Ülkenciler için fotoğraf ve fotoğrafçılık nedir?
Her şeyden önce benim yaptığım işle alakası var. Sanat yönetmenliğine fotoğrafçılıktan geçiş yaptım. Fotoğraflamak yani var olan yaşam biçimlerini belgelemek ve bu belgeler üzerinden mekân tasarlamak gibi birçok konuda fotoğrafçılık yapmış olmanın yararını gördüm. Ayrıca fotoğraftaki kompozisyon olayı sinemada da son derece önemli. Fotoğraf eğitimi almamış bir görüntü yönetmeni düşünülemez, düşünülmemeli. Türkiye de dahil olmak üzere dünyadaki en iyi sanat ve görüntü yönetmenlerinin bir ucu mutlaka fotoğrafçılık eğitimine dayanır. Bunların dışında benim fotoğrafçılık anlayışın belirlediğim kadrajlar içerisinde anı dondurmak örneğin Ara Güler de benim fotoğrafçılık mantığıma çok yakındır. Ayrıca ben fotoğrafa dijital müdahalelerin yapılması taraftarı değilim. Mevcut fotoğrafa photoshop uygulaması yaparak o fotoğrafın içinde olmayan bir unsuru eklemek benim fotoğrafçılık anlayışıma uymuyor. Zaten bütün mesele burada o anı yakalayabilmek de. Dijital müdahaleyi herkes yapabilir, dışarı çıkıp fotoğraf çekmesine gerek yok.

Birçok fotoğraf sergisi açtınız…
Fotoğrafın yeri ve zamanı yok. Ben her gittiğim yerde kendi fotoğrafçılık mantığımla ve kendi estetik bakışımla çekimler yaparım. Genelde setlerde fotoğraf çekiyorum. Ayrıca makinemi yanımdan eksik etmem. Yolda yürürken bile fotoğraf çekerim, dedim ya fotoğrafın yeri ve zamanı olmaz.

Sanat yönetmenliğini dublaj filmi ile başladınız…
Film ortada yok. Sinan Çetin’in yönetmenliğini yaptığı filmi İranlı yapımcıları aldı götürdü. Sonuç olarak ben sanat yönetmenliğini yaptığı filmi izleyemedim. Hayatımda ilk kez yaptığım bir filmdi, zevkle yapmıştım keşke izleyebilseydim.

5’i Altın Portakal olmak üzere toplam 7 kez “en iyi sanat yönetmeni” ödülüne layık görüldünüz…
Hepsi beni heyecanlandırıyor. Harem Sürahi ve Abdülhamit Düşerken benim ayrıca keyif aldığım ve heyecanlandığım projelerden. Ayrıca ödülün ölçütleri ne o da ayrı bir olay. Mesela saydığım yapıtlardan çok daha iyi olduğunu düşündüğüm projelerden ödül alamadık. Ancak genel olarak hepsini severek yaptım.

İlk ödülünüzden iş hayatınız nasıl etkilendi?
Etkiliyor, uzun zaman işsiz kaldım! Çünkü ödül almış olmam piyasada ”eskisinden yüksek ücret isteyeceğim” düşüncesini oluşturdu. Halbuki ödül aldıktan sonra hiç ücret almadığım filmler bile var. Mesela Filler ve Çimen. Derviş Zait maddi anlamda sıkıntılar olduğunu söyleyince yemek yol dışında hiçbir beklentim olmadı ekipçe. Benim için samimi olmak daha önemli. Projeye inandıysak ve sevdiysek karşımızdaki insanlardan samimiyse para sorun değil. Sanat ve sanatçı ruhu da burada devreye girer ya? Ancak maddi anlamda hiçbir beklenti içine girmediğimiz filmlerin piyasada değer görmelerinden sonra arkadaki gönüllü ekibi hatırlamamakta ayrıca tuhaf bir durum.

Türkiye’de film ve dizi sektörüne bir eleştiri getirmek gerekirse?
Düzen değişti. Eskiden uzun metrajlı filmler daha ciddiye alınırken be çekilme şansı daha farklıyken şimdi dizilerini egemen olduğu bir piyasa var. Ve bu dizilerine egemen olması sonucunda da filmlerde sanat kaygısından ziyade maddi kaygılar ön plana çıktı. Mesela son 10 yıla baktığımızda sanat kaygısı taşımayan komedi filmleri dikkat çeker. Çünkü piyasada değer görüyor ve para kazanıyor. Zaten yine son 10 yıla baktığımızda yapılan onca filmin içinde sanat kaygısı taşıyan 10 film çıkmaz. Yine diziler gelecek olursak ticari kaygıları ve kaliteden yoksun olmaları dışında kazanılan paranın dağılımında da müthiş bir adaletsizlik var. Çünkü oyuncuların ücretleri anormal derecede yüksekken arka ekipte çalışan insanların ücretleri anormal derece düşük, ayrıca çalışma koşulları da gayri medeni.

Dizileri izlerken mekân eleştirileri yapıyor musunuz?
Yapıyorum ondan sonra televizyonu kapatıyorum! Bazılarına tahammül edemiyorum. Katlanabilir durumda olanlar varsa izliyorum. Ayrıca konusu beni çekmiyorsa dizi izlemem ama merakımdan bakarı; bu iş bu memlekette hala nasıl yapılıyor diye…

Projeleri nasıl seçiyorsunuz?
Proje seçemiyoruz. Çünkü ortada seçilecek proje yok. Keşke iyi proje olsa da seçme şansımız olsa. Örneğin dizilerde çalışmamaya gayret ediyorum. Çünkü yapımcı sponsorların dışındaki hiçbir maddi harcamaya kalkışmıyor. Yaşamla hiçbir alakası olmayan mekân düzenlemeleri var. Örneğin 3-4 dizinin aynı mekânda çekildiğine rastladım. Ee nerde sanat yönetmenliği? Zaten hiçbir yapımcının dizideki mekânın seyirci tarafından nasıl algılandığı umurunda bile değil. Ayrıca seyircinin seçici olmadığı bir yerde kalite de olmaz.

Yönetmen ile fikir ayrılıklarına düşüyor musunuz?
Yönetmen ile fikir ayrılıklarına eskiden pek düşülmezdi. Özellikle Atıf Yılmaz ve Yavuz Turgul ile çalıştığımda onlarla hiç problem yaşamadım. Çünkü ne istediklerini biliyorlardı. Ama bazı yönetmenler sete gelince karar verir. Onlar hepten problem. Diğer yandan benim genellikle bir problemim olmaz; konuşurum yönetmenin ne istediğini anlamaya çalışırım.

Çalışmaktan keyif aldığınız yönetmenler var mı?
Yaşasaydı Atıf Yılmaz ile çalışmak isterdim. Ömer Kabur ile TRT için çok kısa bir süre çalıştım ve çok mutlu oldum. Ferzan Özpetek ve Yavuz Turgul ile çalıştığım bütün filmlerden keyif aldım.

Kendinizi eleştirdiğiniz noktalar oluyor mu?
Evet oluyor. Mesela bazen işin yetişmesi için kendimi ve ekibimi harap ettiğim zamanlar oluyor, üstelik gayri medeni şartlar altında.  Sette yattığımız zamanlar bile oldu. Bu konularda kendimi bazen eleştiriyorum.

Çalışmayı sevdiğiniz türler neler?
Hepsini severim ama detaya indiğimizde dönem filmlerini daha çok seviyorum. Ama diğer yandan dönem olmamasına rağmen tuhaf bir yaratıcılık ve tasarımla ortaya çıkmış olan işleri de severim. Mesela bunlardan biri Ulak’tır. Çok keyif aldığım bir filmdi. Hatta asıl Altın Portakal almam gereken filmdi diyebilirim. Anlamadılar herhalde bilemiyorum.

Sanat yönetmenliği teknik ve mesleki eğitimlerini dışında potansiyel olarak bir vizyon gerektirmez mi?
Gerektirir. Şöyle ki: sanat yönetmeni olan bir insanın sanatın bütün dallarından az veya çok anlaması gerekiyor. Başta resim olmak üzere fotoğraf heykel grafik ve güzel sanatlar bünyesindeki diğer alanlarla alakalı bilgisi olması gerekir. Veya en azından sempati duyması lazım. Çünkü bunların hepsi bir bütün olarak atmosfer bilgisidir.

Başarılı bir sanat yönetimi bütçeyle paralel midir?
Paraleldir. Ama illaki çok iyi bir mekân çok büyük paralarla yaratılır diye de bir şey yok.  Görev burada biraz da sanat yönetmenine düşüyor. Sen bir duvarı altından da yapabilirsin o görüntüyü verecek bir boyayla da yapabilirsin. Sanat yönetmenliği ”gibi” mantığıyla çalışır. Aynısını değilse bile benzerini yapmaktır amacı. Demek istediğim gerektiğini gerektiğince yapar.

Genç sanat yönetmeni adaylarına neler söylemek istersiniz?
Çizecekler. Çizimi olmayan bir insan sanat yönetmeni olmaya heveslenmesin. Teknolojiyle birlikte sanat yönetmenliği alanı da oldukça gelişti. Her şeyini öğrenecekler bunun başka yolu yok. Çok okuyacaklar. Ayrıca sanat yönetmenliği açısından dünyada bugüne kadar yapılmış önemli ne kadar film varsa hepsini izlemeleri lazım. Bu insanlar bu işi nasıl yapıyorlar, öğrenecekler. Sonra da bu memleket de nasıl yapılmaması gerektiğini öğrenecekler.

Ülkemizde başarılı bulduğunuz sanat yönetmenleri var mı?
Var, eğer bu arkadaşlarımızın çalışma şartları geliştirirse çok iyi sanat yönetmenleri var. Hakan Yakın, Erol Taştan, Fırat Ünlüer, Veli Kahraman, Metin Deniz, Gürel Yontan, Sohban Koloğlu, Duygu Sağıroğlu ve şu an hatırlayamadığım örnek alınması gereken çok iyi sanat yönetmenlerimiz var.

Son olarak, sanat yönetmenliğiyle ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
Bu iş zamana ve teknolojiye yenik düşecek bir şey değil. Hayatından fedakârlık edeceksin. Sinemaya bulaşmış bir insanın lüksü yok. Mesela ben son 10 yıldır doğru düzgün bir tatil yapamadım. Çünkü çalıştığım bütün projeler yaza denk geldi. Ayrıca deniz kıyısında film çektik, ayağımı denize sokamadım. Diğer yandan aileni ihmal etmek zorunda kalabiliyorsun. Hayatınla ilgili uzun soluklu bir plan yapamıyorsun. Sanat yönetmenliği zamanı dengesi düzenli olmayan bir iş. Ama bu işte bir tutku, uyuşturucu gibi bir şey seviyorsan gerçekten iyi işler yaparsın.

Milliyet Gazetesi’nin 06.06.2015 tarihli sayısında yayımlandı.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak