KültürManşetSöyleşi

Nezaket Erden: Tüm önyargı ve kalıplardan çok sıkıldım!

Oyuncu Nezaket Erden: “Dünyada çok fazla kadın var ilham aldığım; yapımcılık yapıyorlar, yazıyorlar, oynuyorlar… Ben de bu cesareti gösterebilmek istiyorum. Hayaller gibi kaygılar da bitmiyor. Dünyanın haline dair de bir sürü kaygım var herkes gibi. Şu sıra dünya dertlerinden vakit kaldığında üstüne kafa yorduğum meslekî kaygılarım da var tabi. Tüm önyargılardan, kalıplardan çok sıkıldım.”

Son zamanların dikkat çeken başarılı bir oyuncusu Nezaket Erden. Geçen yıl 57.’si düzenlenen Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’ adlı filmle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görülmüştü. Sadece sinemada değil tiyatroda ve rrol aldığı çeşitli dizilerle televizyonda da boy gösterdi. Okuduğu Haluk Bilginer röportajıyla rotasını İstanbul’a ve felsefe alanına çevirmiş Erden. Galatasaray Üniversitesi’nde felsefe lisansını tamamlamış ardından Kadir Has Üniversitesi Film Drama Oyunculuk dalında yüksek lisans yapmış. Bile isteye oyuncu olanlardan anlayacağınız. Biz de kendisiyle Kadıköy’de araya geldik. İşte sohbetimizden öne çıkan başlıklar…

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
Ben çocukluğumdan beri içimde bir duygu taşıyordum. O duyguyu tarif edemiyordum. Bir coşku vardı içimde ama o coşkuyu nerede nasıl kullanacağımı bilemiyordum. Sokaktaki oyunlarda bu coşkuyu sonuna kadar kullandım. Kan ter içinde, çığlık çığlığa oynuyorduk.  O dönemlerde dansözleri televizyonda çok sık görebiliyorduk. Bir ara dansözlük ilgimi çekti. Kendi kendime kan ter içinde kalana kadar dans ediyordum ve o kadar iyi yaptığıma inanıyordum ki. Sonra o heves geçti. Ortaokulda voleybolla tanıştım. Voleybol da bende büyük bir coşku yarattı. Oyun içindeki heyecan çok hoşuma gitti. Liseye kadar devam ettim. Ama turnuvalar, maçlar derken derslerim kötüye gidince annem duruma el koydu. Voleybol maceram son buldu. Lisede bu kez radyocu olmak gibi bir hevese kapıldım. Arayış sürüyordu. Bir sürü program dinliyor, kendi kendime kayıtlar yapıyordum. Ama şunu sezdim, radyoda görünmez oluyorsun. Sadece sesinle varsın insanlar için. Ben görünmez olmak istemiyorum ki… Aksine izlenmek, bir şeyler yapmak, göstermek istiyorum. Bir gün bir afiş gördüm. Belediye tiyatrosunun tiyatro kursu ilanı. O kursa başladım. Orada kendimi çok ifade edemedim ama oyunculuğun içimdeki o coşkuya denk düşecek bir ifade biçimi olabileceğini sezdim. Bu sezgi çok kuvvetliydi ve peşinden gitmeye karar verdim. Sonra tamam dedim üniversite için İstanbul’a gitmeliyim. Ve tiyatro kulüplerine baktım okulların. Felsefe okuyayım dedim. Haluk Bilginer’in bir röportajını okumuştum. Oyuncu olmak isteyen gençlere felsefe ya da sosyoloji okumalarını tavsiye ediyordu. Tamam dedim felsefe olsun. Konservatuar okumak seçenekler arasında görünmüyordu bile o an benim için… Hem ailem istemezdi hem de nasıl olacak hiçbir fikrim yoktu. Listede ilk sırada Boğaziçi Üniversitesi vardı. Olmadı Galatasaray Üniversitesi oldu. Oradaki tiyatro kulübüyle çalıştım bir süre. Kendimi sahnede nasıl ifade edeceğimi ve bunun bana ne kadar iyi hissettirdiğini deneyimlemiş oldum. Neler yapabilirim diye hep radarlarım açıktı. Sınıf arkadaşım Eylül Demirpehlivan’ın annesi Uğur Demirpehlivan’ın, oyuncu olduğunu öğrendim. Beni annenle tanıştırır mısın dedim. Ve biz çalışmaya başladık. Ondan bir sürü şeyin yanında asla öğrenme, çalışma halini bırakmamam gerektiğini öğrendim. Sonra beni o sıralar çalıştığı Akademi 35.5 sanat Evi’ne davet etti. Orada eğitim aldım. Vahide Perçin’le de çalıştım. Sonra üniversite bitti. Yüksek lisans eğitiminde karşılaştığım Çetin Sarıkartal ve Zeynep Günsür Yüceil’den çok fazla şey öğrendim. Mezun olduğumdan beri de bitime projem olan Sevgili Arsız Ölüm_ Dirmit oyununu oynuyorum. Hakan Emre Ünal ve Ayşe Draz ile kendi tiyatromuz Tiyatro Hemhal’i kurduk. Tırnak İçinde Hizmetçiler diye bir oyun daha ürettik. Oynamaya devam ediyoruz. Pandemi izin verirse.

KALBİM PATLAYACAKMIŞ GİBİ HİSSEDİYORUM

Oynamak ve oyunculuk sizin için ne anlam ifade ediyor?
Ben bazen özellikle tiyatro sahnesinde oynarken coşkudan kalbim patlayacakmış gibi hissediyorum… Çocukluğumdan beri içimde duyduğum o coşku yerini buldu. Seyirciyle bir karşılaşma yaşıyorsun ve büyük bir enerji akımı oluyor sanki… Bu eşsiz bir deneyim.  Az önce de bahsettim. Sevgili Arsız Ölüm Dirmit diye bir tiyatro oyunumuz var. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm romanından Emre ile birlikte sahneye uyarladık, Emre yönetti, ben oynuyorum. Dirmit vesilesiyle o kadar çok insanla karşılaştık ki… Köyden kente göçen bir ailenin en küçük kızı Dirmit. Ailenin şehirle mücadelesini Dirmit’in gözünden anlatıyoruz. Dirmit’in hikayesi bir direniş hikayesi ve oyunun bir yerinde bu direnişini bir çığlığa dönüştürüyor. Bir seyirci bir oyun sonrası bana “Benim o çığlığı senelerdir atmam gerekiyor ama atamadım. Benim yerime attığınız için teşekkür ederim. Rahatladım.” demişti. Bir başka seyirci “Oyundan sonra yalnız olmadığımı hissettim. Bir insan bir oyundan daha ne bekler ki.” demişti. Anlattığımız hikâyenin insanlara bir çeşit direnme gücü verdiğini hissediyorum. Bir insanla bir anlığına da olsa ortaklaşmak ve yalnız olmadığını hissetmesine vesile olmak çok kıymetli. Bu yüzden farklı farklı hikayeler anlatma isteğiyle doluyum.  Bir anlığına da olsa insanlarla ortaklaşabileceğimiz, insanların yalnız olmadıklarını hissedebilecekleri hikayeler…

OYNAMANIN HER HALİNİ SEVİYORUM

Tiyatro mu, dizi mi, sinema mı, neden?
Hepsinden önce tiyatro yapmaya başladım. En çok deneyimlediğim şey tiyatro sahnesinde olmak. Seyirci ile o an orada birlikte olmak ve o anı paylaşmak başka bir büyü. Klişe bir sürü şey sırlamak istemem şimdi ama. O bahsettiğim coşkuyu en çok tiyatroda yaşıyorum. Ben bir oyuncuyum. Ve farklı farklı hikayeleri anlatma hevesiyle doluyum. O hikâyeyi aktarmanın yolu teknik olarak değişebilir. Kamera karşısında oynamak bambaşka bir deneyim. Setlerdeki o çalışma coşkusunu da çok seviyorum. Herkes her an bir şeyler yapıyor. Sahne öncesi ve sahne çekilirken teknik ekibin çalışma hali de bende çok büyük bir coşku yaratıyor. Bu kolektif çalışmanın bir parçası olma hissi çok güzel. Sinema filmlerindeki prova sürecini seviyorum. Bir karakteri başını sonunu bilerek çalışıyorsun. Dizide ise parça parça bilgiler ediniyorsun. Bunun yarattığı bir zorluk var. Uzun prova süreçleri yok. Çok hızlı bir çalışma temposu var. Ve bir hafta içinde çok fazla sahne çekiliyor. Teknik farklılıkları olsa da ben oynamanın her halini seviyorum. Ama seyirci ile en doğrudan ilişki kurabildiğim yer tiyatro. Sinemayı da çok ama çok seviyorum. Seyirci olarak tiyatro oyunu değil sinemayı seçerim mesela=) Sinema filmi izlemekten daha çok keyif alıyorum. Bu soruya cevap vermek kolay değil. Birçok açıdan düşünüp farklı farklı şekillerde değerlendirmek gerekiyor. Mesela şu an pandemi koşullarında tiyatro oyunları oynanamıyor. Ama açıp filmleri, dizileri izleyebiliyorsun.  Ve çok fazla insana ulaştırabiliyorsun anlattığın hikâyeyi. İşin özü ben bir sürü farklı hikâyeyi aktarmak istiyorum insanlara. Araçları değişebilir. Hepsini denemeye, deneyimlemeye devam etmek istiyorum. Ve oynamanın her türlü halini seviyorum.

AYNI CESARETİ GÖSTEREBİLMEK İSTİYORUM

Kaygınız, hedefiniz nedir oyunculuğa ve geleceğe dair?
Oyunculukla ilgili birçok hedefim var. Arzu oldukça hayaller durmuyor. Kafamda bir sürü hikâye var. Onları yazmaya başladım. Daha evvel hep tiyatro formunda kendi işlerimizi ürettik. Başka formlarda neler yapabilirim denemek istiyorum. Dünyada çok fazla kadın var ilham aldığım. Hem yapımcılık yapıyorlar hem yazıyorlar hem oynuyorlar. Ben de bu cesareti gösterebilmek istiyorum vakti geldiğinde. Hayaller gibi kaygılar da bitmiyor. Dünyanın haline dair de bir sürü kaygım var herkes gibi. Şu sıra dünya dertlerinden vakit kaldığında üstüne kafa yorduğum mesleki kaygılarım da var tabi. Bazı kalıplar var ve ben o kalıpların yıkılabileceğine inanıyorum. Tüm önyargılardan, kalıplardan çok sıkıldım ve her zaman yıkmak için mücadele edeceğim. Bunun dışında tabi pandemi dönemindeki belirsizlik; tiyatrolar sinemalar kapanıyor, festivaller yapılamıyor. Tüm bunlar da bir kaygı yaratıyor.

BABAM ZORLU BİR KOVİD SÜRECİ GEÇİRDİ

Biraz da İnsanlar İkiye Ayrılır adlı filmde yer alma sürecinizden bahseder misiniz?
Filmin senaristi ve yönetmeni Tunç Şahin bizim tiyatro oyunlarımızı izlemişti. Oyunlar vesilesiyle tanışmıştık.  Sinema yönetmenlerinin tiyatro oyunlarını takip etmesi çok hoşuma gidiyor bu arada. Sonra Tunç filmin çalışmalarına başlamış ve Tilbe karakterini beni düşünerek yazmış. Beni bir görüşmeye çağırdı. Beni düşünerek yazdığını öğrendiğimde ayrıca sevindim. Bu çok hoş bir şey bence. Tilbe karakterini de çok sevdim. Çalışmaya başladık. Tunç zaten sevdiğim bir insandı. Çalışma sürecimizden sonra daha da sevdim. En yakınlarımdan biri oldu.  Burcu, Pınar, Aras ve tüm ekip de iyi çalışma arkadaşlarıydı. Benim için birçok sebepten dolayı özel bir yerde kalacak bu film.

Aldığınız Altın Portakal size neler hissettirdi?
Bir önceki soruyla bağlantılı olsun cevabım o zaman. ‘’İnsanlar İkiye Ayrılır’’ nisan ayında çekilecekken pandemi dolayısıyla haziran ayında çekilebildi. Pandemi sürecinde çalıştığım ilk setti. Uzun süre evde kaldıktan sonra çalışmak çok iyi gelmişti. Sonra eylül ayında babam covid19 oldu. Uzun bir yoğun bakım dönemi geçirdi. Tam da o dönemde İnsanlar İkiye Ayrılır’ın Antalya Film Festivali’nde olacağını öğrendim. Tunç (Şahin) ile sürekli konuşuyorduk babamın hastalığı sürecince. Pınar (Deniz) ile o dönemde her gün konuştuk. Beni çok rahatlattı, birçok konuda yardımcı oldu. Tunç benim festivale gelmemi çok istiyordu ama babamın durumu çok belirsizdi. Bir ara kötüye doğru gitti her şey. Zaten o sırada hiçbir şey düşünemiyordum. Sonra babam yoğun bakımdan çıktı. Hastalığı atlattı. Festivale gidip gitmemekte kararsızdım. Babam lütfen git dedi. Çok zor bir zamandan geçmiştik. Stresli, belirsiz ve tetikte geçen günler geceler… Şimdi maalesef birçok arkadaşımın aynı süreçten geçtiğini görüyorum. Yaşadıkları acıyı yüreğimde hissediyorum ve herkese sağlık, şifa diliyorum. O zor günlerin ardından Antalya’ya geldiğimde önce çok garip hissettim. Çok hoş, sıcak güzel bir ortam vardı. Herkes çok keyifli görünüyordu. Sanki pandemi yok gibiydi. Yavaş yavaş ben de rahatladım. Antalya’da olmak bana çok iyi geldi. Emre’yi bir buçuk ay sonra ilk kez görmek, ikimizin de oynadığı filmlerle orada bulunması, insanlarla bir arada olmak güzel hislerdi. Özellikle filmi herkesle birlikte izlemek çok hoştu. Bunların hepsi zaten ödül gibiyken bir de ödül almış oldum. Sinema filmlerinde oynamaya iki yıldır başladım. Henüz beş filmde oynamışım. Oynadığım bir film ile ilk kez bir festivale katıldım. Ve ödül aldım. Ben sinemayı çok sevdim umarım o da beni sevmeye devam eder. Heyecanla beklediğim bir film daha var Selman Nacar’ın filmi İki Şafak Arasında. Umarım onun da yolculuğu çok çok güzel olur. Ve bir de pandemi sürecinde oynadığım bir film daha var. Aykut Enişte 2. kalıpları yıkmak derken ciddiydim. Bu filmde bir Azerbaycan Türkünü oynadım. Ve çok keyif aldım. Yönetmenim Onur Bilgetay’a da teşekkür ederim tekrar. Benim gibi mavi gözlüye rolü teslim ettiği için. Onu da merakla bekliyorum.

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak