KültürManşetSöyleşi

Ressam Ayşe Yaltırım: Salgın ve karantinanın hissettirdikleri resimlerimin çeşidini artırdı

Karantina sürecini oldukça verimli geçirerek yaklaşık 60 resim yapan ressam Ayşe Yaltırım, “Ürettiğim sürece kendimi iyi hissediyorum. Bu süreçte de öyle oldu ve durmadan çalıştım, iyi olmak için büyük çaba gösterdim. Ayrıca salgının ve karantinada kalma mecburiyetinin hissettirdikleri çizdiğim şeylerin de çeşidini artırdı” diyor…

Ayşe Yaltırım karantina sürecinde

Ressam Ayşe Yaltırım, karantina sürecini verimli geçirenlerden ya da bu süreci en az hasarla atlatmak için durmadan üretenlerden biri. Ressam olduğundan üretimleri de pekâlâ resim yapmak üzerine. “Aslında evde bolca vakit geçiren birisiyim zaten; evde olmayı, üretmeyi severim. O yüzden de evde zorunlu kalmak artı bir motivasyon ya da hüsran olmadı belki ama daha çok şey üretmeme vesile oldu. Salgının ve karantinada kalma mecburiyetinin hissettirdikleri çizdiğim şeylerin çeşidini artırdı diyebilirim.” sözleriyle karantinanın üretim motivasyonuna nasıl yansıdığına dikkat çeken Yaltırım, bir sergiye dönüşecek kadar çok eser ürettiğini söylerken, resimlerinin içeriğinden ise şöyle bahsediyor: “Ben daha çok kadınları çizmeyi seviyorum, benim resimlerimde çok az erkek vardır. Non-figüratif yani soyut resimlerimde ise cinsiyet yoktur. Salgın tecridi sürecinde de kadınları çizdim ama bu sefer daha neşeli insanlar resmetmek istedim. Çizdiğim kadınları bebek giydirir gibi giydirdim; içimdeki sıkıntıyı gidermek, olumsuz duygulardan kurtulmak için.”

Resim ne zamandır hayatınızda ve sizin için ne ifade ediyor?
Resimle ilişkim “Nenem” dediğim anneannemin, yani Türkiye’nin ilk kadın ressamlarından Celile Hanım’ın sayesinde olmuştur. 4-5 yaşlarımdan itibaren resim yapıyorum. İlkokula başladığım dönemde yaptığım bir sehpa çiziminde perspektif varmış, nenem görünce şaşırmış ve “bu çocuk iyi resim yapacak!” demiş.  Daha sonraki yıllarda, izlediğim filmlerdeki kahramanları resmetmeye başladım. Unutmadıklarımdan biri de Marie Antoinette’i anlatan filmdi, oradaki kadınları kabarık elbiseleriyle çizmiştim. İlkokul çağımda Adana’daydık, üç katlı bir lojmanda yaşıyorduk. Nenem bizi ziyarete geldiğinde en üst katta bir oda vardı ve orada birlikte kalırdık. O sürekli resim yapar, ben de onunla çizer ve duvarlara asardım. Nenem genellikle portre çalışırdı, ailede hemen hemen herkesin portresini yapmıştır. Ayrıca natürmort eserleri de vardır. Ama asıl ününü hamam tasvirleriyle elde etmiştir, zaman zaman ben de ona modellik yaptım. Hatta benimle birlikte çalıştığı “Ayağına Su Döken Kız” eserindeki insan figürü bana çok benzer. Yıllar sonra bir arkadaşımla gittiğimiz galeride söz konusu resme tesadüf ettiğimizde arkadaşım “bu resim sana ne kadar çok benziyor!” demişti. Daha sonraki yıllarda resim okumak istediğimde annem karşı çıkmış ve beni Ankara’dan İstanbul’daki Güzel Sanatlar’a yollamak istememişti.

ASLINDA BU SÜRECİ HİÇ SEVMİYORUM

Resim hep hayatımın içinde oldu fakat dönem dönem başka şeyler de yaptım. Cam boyadım, takı tasarladım ve yaptım, tellerden heykeller yaptım, dikiş diktim, profesyonelce örgü ördüm ve zamanın ünlü moda dükkânı Dilberler ile iş birliği yaptım, vb… Farklı alanlarda aktif olmamın bana faydası oluyor, ne zaman bir şey yapmaktan sıkılsam hemen diğerine geçerim. Aslında resim yapma sürecini hiç sevmiyorum, hamile bir kadının zor doğum yapması gibi bir şey benim için. Resimlerimi yapıp bitirdikten sonra birkaç gün hiç bakmam. Daha sonra tekrar bakıp düzeltme varsa düzeltme yaparım ya da hiç ellemem. Yağlı boya ile çalışmayı sevmem çünkü hemen değişikliğe izin vermez, beklemek gerekir. Oysa ben çok hızlı çalışmayı, olmadığını düşündüğüm şeyleri hemen değiştirmeyi severim. Yanılmıyorsam 1991 yılında annemle birlikte Moskova’ya Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak gittik. Alışveriş sırasında çok uygun fiyata guaj boyalar aldım. İstanbul’a dönünce evde artmış duvar kağıtlarına bu guajlarla resim yapmaya başladım. Deli gibi çalıştım, çok ürettim. Herkes şaşırıyordu ve “neden normal kâğıda yapmıyorsun?” diyordu, ama farklı süreçler denemeyi çok seviyorum. O dönem ürettiğim eserler o kadar çoğaldı ki, sonunda Anadolu yakasındaki Ares Sanat Galerisi’nde ilk büyük kişisel sergimi açtım. Gelenler arasında amcam Oktay Rıfat’ın oğlu Samih Rıfat, Mehmet Ali Aybar da vardı. Eserlerimin hemen hepsi satıldı ve bu beni çok mutlu, motive etti. Daha sonra Artisan Sanat Galerisi’nde ikinci kişisel sergimi açtım, o da çok ilgi gördü.

Karantina sürecinde kaç adet eser ürettiniz?
Karantina süresince yaklaşık 60 resim yaptım. Farklı malzemeler kullandım. En son annemden kalan moda mecmualarından insan figürleri kesip oğlum Murat Germen’in 20 seneden fazladır evimde duran fotoğraf baskıları üzerine kolajlar yaptım ve Murat sonuçlardan çok memnun kaldı.

Böyle bir karantina ortamında resim yapmak size nasıl hissettiriyor?
Boş duramayan biriyim, sürekli bir şeyler üretirim. Resim yapma sürecim sıkıntılıdır, bazen aralıksız bir hafta 10 gün sağlığım elverdiği sürece resim yaparım, tam bir tutkulu odaklanma süreci geçiririm. Bitirince büyük bir rahatlama yaşarım, ürettiğim sürece kendimi iyi hisseden biriyim. Bu süreçte de öyle oldu ve durmadan çalıştım, iyi olmak için büyük çaba gösterdim. Oğlum bu süreçte beni her gün aradı, birkaç kere hem erzak hem de sanat malzemeleri teslim etmek için maskesi ve siperliği ile birlikte beni ziyaret etti. Resimlerime detaylı bir şekilde baktı, onları fotoğrafladı ve sosyal medyada paylaştı. Murat’ın bu süreçteki moral desteği bana gerçekten çok enerji verdi.

Karantina sonrası üretimleriniz nasıl devam edecek?
Genelde bu yoğunlukta resim yaptığımda dururum ve belki aylarca resim yapmayabilirim. Uzun bir aradan sonra tekrar başlarım, muhtemelen bu sefer de öyle olacak. Ara verip tekrardan başladığımda yaptığım resimler bir öncekinden daha farklı olur, yan yana durduklarında farklı zamanlarda yapıldıklarını hemen anlarsınız. Tekrar sevmem…

SANATÇISI ÇOK OLAN BİR AİLEDEN GELİYORUM

Sanatçısı çok olan bir aileden geliyorum. Nâzım Hikmet dayımdır, annemin ağabeyidir. Kendisi Bursa’da hapis yatarken annem ona mektuplar yollardı ve ben de çizdiğim resimleri gönderirdim o mektuplarla birlikte. Onlara bakıp “bu kız resim yapmaya muhakkak devam etsin!” demiş. Dayımı hep hapishanede hatırlıyorum ve onu görmeye giderken çektiğimiz sıkıntıları hiç unutmuyorum. Şimdilerde çok uzak olmayan Bursa’ya gitmek o zaman hiç kolay değildi. Annem beni ve ağabeyimi alır, orada belli bir müddet ev kiralar kalırdık ve her gün dayımı görmeye giderdik. İçeri giriş, çıkışlar, kontroller, hapishanenin içi beni çok mutsuz ederdi. Bazen dayım benim sıkıldığımı anlar ve güvendiği bir mahkumla bahçeye yollardı. Hapishaneden çıktıktan sonra dayım Vâlâ Nureddin’in evinde 3 hafta kaldı ve sonrasında nenemin evine geldi. Onun gelmesiyle eve her gün o dönemin aydınları, yazarları gelmeye başladı. Dayım bu dönemde Yusuf ile Züleyha oyununu yazıyordu.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak