Melis Sökmen, NEV, Tibet Ağırtan ve Cemil Demirbakan… İsimlerini hatırlayamayabilirsiniz belki ama şarkılarını mutlaka bilirsiniz… Neden biliriz peki? Neden genç sanatçılar hala onların şarkılarını söyler? Onlara göre bu soruların cevabı, sahip oldukları samimiyet ve özgünlükte saklı… Ve yine onlara göre sanat ve sanatçı bir sosyalleşme aracı değil, bu nedenle onlara telefonun arkasından bakılmamalı…
Bir dönemin parlayan, şimdi ise bu parlamayı sadece belirli kitlelerin takip ettiği isimler onlar… Zamanında söyledikleri şarkılarsa zamanüstü… Hangi jenerasyonun çocuğu olursanız olun, isimleriniz bilmeseniz bile mutlaka şarkılarını duydunuz… Ya kendilerinden ya da başka bir sanatçının ağzından dinlediniz yazdıkları şarkıları… Yüreğinden gemiler kaldıran Melis Sökmen, elektro gitarıyla kulakların pasını silen Tibet Ağırtan, kaderini mühürleyen NEV ve müziği hem sektörde hem de akademide icra eden Cemil Demirbakan’dan bahsediyorum. Kendileriyle Line Beyoğlu’nun !f Beşiktaş’ta kutlanan nostalji gecesinde bir araya geldik. Hem müzik sektörü hem de hayatları hakkında konuştuk. İşte efsane isimlerle yaptığımız söyleşiden önce çıkanlar…
Şöyle bir geçmişinize baktığınızda, müzik kariyerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
TİBET AĞIRTAN: Gelişine göre vurmuşuz. Melis’in NEV’in ya da Cemil’in burada olma sebebi müziği daha çok keyif için yapması. Keyif için yapmayanlar başka yerlerdeler. Yani hayattaki özgürlüklerin yer değiştirmesi demek bu. Müziğini istediğini, özgürce yapabiliyorsan o zaman sanatçısın. Öbür türlü bir hizmet sunuyorsun sadece. Parasal açıdansa kariyerim berbat. Ama mutluluk açısından, hep istediğimi yaptım. Onun için de mutluyum.
CEMİL DEMİRBAKAN: 50 yaşındayım. Yaşım tutmazken Ankara’nın popüler mekanlarında şarkı söylemeye başladım. 30 küsur sene oldu. Başka yaptığım işler de oldu, beyaz yakalı olarak da çalıştım ama müziği hiçbir zaman bırakmadım. Güzel şeyler yapmak kısmet oldu. Yüksek Sadakat ile işler yaptım, solo işler yaptım. Kalabalık insanlara konser verdik, duygu alışverişinde bulunduk. Hala buradayız, yeni şarkılar üretmeye devam ediyoruz. Müzisyenin işi budur zaten. Son nefesini verinceye kadar sahneye çıkarsın. Bir müzisyenin hayali son nefesine kadar sahnede olmak ve müzik yapabilmek.
NEV: Tibet ‘gelişine vurduk’ dedi ya, bir de sekerse tehlikeli olan bir ekip var. Biz onlardan değiliz. Biz seçen ve vazgeçenleriz.
Kim o tehlikeli grup?
MELİS SÖKMEN: Tehlike arz eden bir grup yok. Sadece bizim hayata bakışımız farklı olabilir. Çünkü biz öyle bir jenerasyondan geliyoruz. Bizim dönemimiz bu döneme göre tabii ki farklıydı. Çünkü dünya farklıydı. O kadar hızlı bir gelişme oldu ki. Dünya çapında. Hayatımız değişti. İnternet girdi hayatımıza, ülkeler değişti. Bu nedenle bizim jenerasyonumuzdaki heyecan başkaydı. İlla çok meşhur olayım heyecanı değildi bu. Amaç müzik yapmak ama iyi müzik yapmaktı. Tabii ki yeni jenerasyon da bunu yapıyor. Ama hayat farklıydı. Ancak bunu genç jenerasyona anlatmamız pek mümkün değil. Çünkü yaşayarak anlayabilirler ancak.
NEV: Bizim yaptığımız işte hareketler, semboller, melodiler, ritimler ve içerikle ilgili bir oyun arkadaşlığı vardır. Biz içeriklerin adamı olduk. Seçen ve vazgeçendik. Buradaki dostlar, üslubu, zekâsı, işçiliği, gitaristliği ya da adı her neyse onu seçip arkasında durdular. Ancak maalesef bir nevi ziyan olduğumuz bir sürecin içerisinde bulduk kendimizi. Ama biz yine de gururla kendi içimizdeki hikâyeye aslan gibi sahip çıkıyoruz. Keyif kaçıran insanlar olsa da…
YENİ NESLE CESARET VEREN OLDUK
Peki, sektörün şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz ve siz şu an neresinde durmaya çalışıyorsunuz?
MELİS SÖKMEN: Sonuçta biz yine buradayız. Bu önemli bir şey. Şu dönemde de çok iyi müzisyenler de yetişti. Hakikaten çok iyi gruplar var. Yetişiyor, yetişti de.
TİBET AĞIRTAN: Açıkçası şu an yapılan müzik tarzı bizlerin altyapısının içinde olmayan bir tarz. İyi müzisyen, iyi grup hangisi dediğiniz zaman benim size vereceğim cevap, aslında geneli yansıtmayacak. Şu var ki benim için en büyük keyif ve tatmin bu yeni başarıları elde eden insanlara cesaret vermek. Bizim dönemimizde müzik kanalı tıkalıydı. Çok az bir avuç insanın yaptığı, bir avuç insanın piyasayı kontrol ettiği ve yönlendirdiği, kendi aralarında top çevirdiği bir piyasaydı. Biz o piyasanın delinmesi için uğraştık. Delindiğini de gördük. Onlara cesaret veriyor olmak tatmin edici bir durum. Daha fazlasının olabileceğini de düşünmüyordum. Çünkü birilerinin yatması birilerinin de onların üstüne basıp geçmesi gerekiyor. Ben bundan hem gurur duyuyor hem de zevk alıyorum.
NEV: Ben belki halkanın son kısmındayım ama burada bir çaba var ve bu çabanın kıymetinin bilinmesi gerekiyor. Yeni nesilde; ne olmuş ne bitmiş, burada ne oluyor, ben ne dinliyorum, ben bundan ne alıyorum, aynamda ne görüyorum, sanatla ilgili tarifim ne, sanatçı, üslup, zekâ, derinlik vs. bunların hiçbirinin farkındalığı yok. Onlar için bunlar tuvalete gitmek gibi bir şey. Keşke o günler yine güzel yaşanabilse, yine olabilse. Biraz da geçmişten feyz almak gerekli. Ben Tibet Abi’ye Tibet Abi diyorum. Yaş olarak çok yakınız. Melis’e, kraliçem diyorum. Çünkü onlar, ben hayatımı müzisyen olarak seçmeden önce de zaten vardı ve mücadele ediyorlardı. Bizi çürütmesinler. Birazcık da doğru dursunlar ve doğru anlasınlar. Doğru baksınlar. Bakarsan bağ olur bakmazsan göremezsin. Mevlâna diyor ki “Sen karşıdakinin algıladığı kadarsın”. Bunun için bir çaba, bir duruş gerekiyor. Benim varlığım biraz karşı tarafın niteliğiyle ilgili.
CEMİL DEMİRBAKAN: Hangi döneme gelirsen gel bir nesil bir önceki nesli eleştirir ya da geçmişini özlermiş gibi bir durum var ama o zamanki samimiyeti ve sahiciliği özlüyorum. Burada bulunan sanatçıların iyi müzisyen olması ve Türkiye’de nesiller boyu dinlenecek şarkılar yapmış olmasından dolayı değil, karakterlerinden dolayı burada olmak insana kendini iyi hissettiriyor. Çünkü bunların hepsi tevazu sahibi insanlar.
KÜLTÜRÜMÜZÜ UNUTMADAN MÜZİK YAPMALIYIZ
Şu anı iyileştirmek için ne yapılmalı?
CEMİL DEMİRBAKAN: Bir toplumun dinlediği müziğe baktığınızda toplumun kültürüyle de ilgili bazı mesajlar verir. Bu noktada yapılması gereken, iyileştirmek ve ortaya yeni ürünler koymak. Türk halk müziğinden, Türk sanat müziğinden, kendi kültürümüzdeki, köklerimizdeki birtakım şeyleri unutmadan, onları da daha çok gündeme getirip vitrine koymak da fayda var diye düşünüyorum. Yapımcıların biraz bu işi sahiplenmeleri lazım. Para nedeniyle mutlaka bir kapital oluşuyor, popüler kültür diye bir şey de var. Ama şu çok önemli, biz ne yaptık? Mesela bazı müzisyenler hala cover söyleyerek Harbiye’de konser veriyor. Allah yollarını açık etsin, kazançları bol olsun. O cover şarkılarının da büyük bir çoğunluğu geçmişten gelen şarkılar. Hala 20’li yaşlardaki insanlar bu şarkıları hep bir ağızdan söylüyorlarsa, demek ki bunun bir tılsımı var değil mi? Queen’in Bohemian Rhapsody filmi Türkiye’ye gelmeden önce grubun ismini duymayan çok büyük genç bir kitle var idi. Film geldikten sonra grup bu kitle tarafından dinlenmeye başlandı. İnsanlar grubun şarkılarını keşfetti. Halbuki grup yıllardır gözümüzün önündeydi. Demek ki gözümüzün önünde olan çok iyi şarkılar var. Onları biraz öne çıkarıp gençlerle buluşturmak lazım. Gençlerin de keşfetmesi için ortam hazırlamak lazım. Sürekli aynı ürünü sunduğun zaman diğerinin tadı bilinmez. Bu nedenle yapımcıların, finans sahibi olanların, bu konuyu biraz daha sahiplenmeleri, toplumun iyileşmesi için de çok kıymetli bir şey.
NEV: Birileri sponsorlukları yasaklarsa, birileri de bilmem nereden gelen üç kuruş paraya okey deyip, klip çekecek kadar bütçe alıp, büyük resimdeki paydan, geri kalırsa bu işler yürümez. Ayrıca radyocular bizim namusumuzdur. Biz namusumuza sahip çıkarız ama onlar da kendi namuslarına sahip çıksınlar. Radyocular da kendine çeki düzen vermeli. Öte yandan bazen etrafımızdakine ayna oluyoruz. Herkes bir aynada kendini görüyor. Kimisi Netflix’te dizide görüyor. Kimisi de müzikte… Kimisi de bir hikâye ya da romanda görüyor. Eğer doğru durursan, almak isteyen senden alacağını zaten alır. Kimlik diye bir şey var. Bir duruş var, bu kadar basit olunmamalı. Bu cep telefonu kırıldığı zaman yenisini alana kadar bir hiçsin. İnsan ol, yaşa, küçük bir hayatın var. Arada yaşarken anlamlı yaşa. Nasıl yaşarsın? Aynayla yaşarsın. Sanatla yaşarsın, bilimle, insaniyetle, inançla yaşarsın. Bırak yaşarken insanlara bunu öğret. Hala bizi kandırmasınlar.
SANATÇI SOSYALLEŞME ARACI DEĞİLDİR
Siz şarkılarınızı yaptığınızda ben henüz yoktum. Ama şu an birçok şarkınızı ezbere biliyorum. Sizce neden?
NEV: Biz hiçbir zaman taklitçi olmadık, herkes kendisi idi. İnsanlığıyla ve sanatçılığıyla var oldu. Seçtiğimiz ve vazgeçtiğimiz yolda devam ettik. Netflix mi, sanat mı? Netflix’in karanlık hikayesi mi? İnsanlar hatıralarına sahip çıkmazsa biz olmayız zaten. Neyin hikayesini yapıyoruz, neye konuşuyoruz ki? 25 yaş üzeri herkes “Biz seninle büyüdük, öldük, bittik” diyor. Böyle bir şey yok. Biz birlikte büyüdük. Ben bunu senin için yazdım sen benim aynamsın. Ben sahnedeyken dinleyicinin gözlerini görmek istiyorum. Lütfen beni bir sosyal ilişkinin parçası haline getirme, ben cep telefonunun arkasından beni çeken adamı görmek istemiyorum. Sana saygı duymuyorum. Benim konserime gelme, seni istemiyorum. Bu kadar net. Benim konserime sosyalleşmek için gelmesin kimse. Ben sosyalleşme adamı değilim. Bana geliyorsan gözlerime bak. Ben şarkıyı sana söyleyeyim ve birlikte büyük bir güzellik yaratalım.
MELİS SÖKMEN: Bu biraz o dönemin enerjisi ve yapılan müzikle ilgili. Yetiştirildiğimiz zamanın ruhunun da etkisi var. Hediyem albümümü 18 yıl aradan sonra çıkardım. Neden? O duyguyu yakaladığım insanla müzik yaptım ve bu kadar zaman aldı. Ancak bir kaset veya cd alırsanız fark edersiniz o albümdeki hikâyeyi ya da yaşanmışlığı. Albüm bir hikâye demek. Şarkıların yazılmasından seçilmesine kadar bir hikâye var. O anki duygular var. Her şeyin bir gerçekçiliği ve ruhu var. Albüm demek budur. Yaşadığın dönemin hikayesi var. Ama dijital platformlara düştüğü zaman o hikâyeyi göremiyorsun. Şarkıların sıralamasını bile göremiyorsun. Halbuki sıralama o kadar önemli ki… Eskiden kasetleri alırdın, şarkıların sözlerini okurdun. Bakardın, kim yazmış, kim söylemiş ve kim çalmış? Bu albüm neden yapılmış? Böylelikle insanlar sadece duyusal olarak değil, görsel olarak da hakimdiler birçok şeye. Şu an sadece tüketmeye odaklıyız. Bu nedenle de eski şarkılar hala hatırımızda.
İYİ MÜZİK DİYE BİR ŞEY VAR!
TİBET AĞIRTAN: Kabul etmemiz gerekiyor. Biz geldiğimizde de bizden önceki jenerasyon bizim yaptığımız şikayetlerin aynısını yapıyordu. Zaman değişiyor, şartlar değişiyor. Eskiden müzik dinlemek için paran olması gerekiyordu. Konsere gidiyordun, senede bir. Birisi gelip piyano çalıyordu. Öyle kayıt falan yoktu. Çok paran varsa senfonik müzik dinlemeye gidiyordun. Sonra ne olduysa kayıt cihazı diye bir şey çıktı. İnsanlar kaydedip başka insanlara daha kolaylıkla ulaştırmaya başladılar ve müziğin ederi düşmeye başladı. Sonra çok kanallı ve dijital kayıtlar başladı. Üretmek ve tüketmek çok daha kolaylaştı. Şimdi daha da kolaylaştı. Eskiden albüm olmadığı gibi adamın bestekarın neye benzediğini bile kimse bilmezdi. Fotoğraf yoktu çünkü. Şimdi her şey değişti. Ve kabul edelim artık böyle. Yeni ortamı düşman gibi görmeyelim. Değişik. Devam ediyor. Örneğin bizim dediğimiz zamanlarda satılan gitar sayısıyla şu an satılan gitar sayısı arasında korkunç bir fark var. Şu an binlere ulaşmış durumda.
CEMİL DEMİRBAKAN: Geçenlerde bir konferansta, ‘iyi müzik, kötü müzik var mıdır’ minvalinde bir sunum yaptım. Her yaştan ve sosyal statüden katılımcı vardı. Onlara 6 aylık bir bebeğin, Andre Goçarli’nin bir şarkısına verdiği tepkiyi izlettim. Bebek alt çenesi titreyerek ve ne yapacağını bilemeden ağlıyordu. Ama bu korku ağlaması değil. Bebeğin hareketlerinden ve tavrından hüzünlendiğini görebiliyordunuz. Aynı şarkıyı bir çizgi film karakteri söylediği zaman bebek gülmeye başladı. Bu bebek bütün dış ve maddesel şartlardan arınmış, henüz dış dünya ile temas kurmamış bir bebek. Buna rağmen şarkıyı dinlediğinde hüzünleniyor. Sonra abisinin konserine gidip, Beethoven’in müziğini dinleyen 4 yaşındaki başka bir çocuğun videosunu da izlettim. Çocuk ne yapacağını bilemiyor orada ve heyecanlanıyor ve hüzünleniyordu… Acaba Türkiye’de böyle çalışma yapılsa ve 6 aylıktan ergenlik çağına gelmiş çocuklara hiç bilmediği müzikleri ve müzik gruplarını dinletsek nasıl tepki verirler. İyi olarak nitelendirilen ya da iyi olarak değerlendirilmeyen müzikler dinletilse çocuklar ve bebekler ne tepki verir. Aslında buradan anlıyoruz ki iyi müzik diye bir şey var. Çünkü insanın fıtratında var bu. Allah insanların ruhuna müziği yerleştirmiş. İçimizde var. Mesela her yeni doğan çocuğun ses frekansı birbirinden farklı. Aynı parmak izi gibi. Hepsi başka başka frekanslardan ağlıyor. Dolayısıyla, buradaki insanların şarkılarını hala birçok yerde duyuyorsak ve insanlar bir ağızdan çalıp söylüyorlarsa bunun nedeni sahicilik, iyilik ve güzellik…