KültürManşetSinemaSöyleşi

Savaş travmasına yeni bir yorum: The Fall

Son kısa filmi Sidney Film Festivali’nde yarışan Avustralyalı Türk yönetmen Mert Berdilek’in The Fall adlı filmi Suriye’deki savaştan kaçan bir kadının hikayesine odaklanıyor. Mert aynı zamanda Avustralyalı bir yönetmen olarak savaş travmasına bir imam ve kadın perspektifinden yeni bir bakış kazandırıyor…

Mert Berdilek

Kendisi çok uzaklarda olsa da başarıları buraya kadar ulaşıyor. Sinema alanında gösterdiği özveriyle hem Türkiye’de hem de dünyada pek çok film festivalinde boy gösteriyor. Yaptığı filmler hem Avustralya’da hem de Türkiye’de büyük yankı uyandıran genç yönetmen Mert Berdilek’ten bahsediyorum. The Fall filmiyle bu yıl da Sidney Film Festivali’nde yarışan genç yönetmen kısacası göğsümüzü kabartmaya devam ediyor. Doğma büyüme Avustralyalı olan Mert, The Fall adlı bu filminde Suriye’deki savaştan kaçan bir kadının hikayesine odaklanıyor… Dünya gösterimini 67. Sidney Film Festivali’nde yapan The Fall aynı zamanda 10 finalist film arasında yer aldı. Dendy Ödülleri’ne de aday olarak gösterilen film için Mert Berdilek, “Avustralya’nın en büyük film festivaline seçildiğimiz için ve bu önemli ödüle aday gösterildiğimiz için çok mutluyuz.” diyor.

The Fall setinde Mert Berdilek ile oyuncusu

SURİYE SAVAŞINA AVUSTRALYA’DAN BİR BAKIŞ: THE FALL

The Fall’ın festival başvuruları devam ediyor. Filmi önümüzdeki aylarda Türkiye’deki film festivallerinde görmemiz kaçınılmaz. Filmini kendisiyle konuştuğumuz Berdilek, The Fall’ın detaylarını şöyle anlatıyor: The Fall filmi, benim için çok özel bir öyküydü. Suriye savaşından kaçtıktan sonra, hiç tanımadığı yeni bir memlekette göçmen durumunda olan, dul kalmış bir kadın eşinin intiharının ardından bir cenaze organizasyonu yapmaya çabalıyor.” Kadın ve bir imamın perspektifinden savaş travmasına yeni bir anlayış getiren bu filmin çekim süreci ise şöyle gerçekleşmiş: “Film çok samimi ölçüde düşük bir bütçede ve az sayıda çalışanla çekildi. Bunun nedeni filmin iki kişi arasında bir diyalog halinde ve tek bir odada gerçekleşmesi. Ama daha da önemlisi oyuncuların duygusal ritmi yakalamaları için küçük ve samimi bir ekiple çekmek istedik. Bu nedenle çok mutluyum.” Film Avustralya’da çekilmiş olmasına rağmen hiçbir şekilde Avustralya’yı anımsatan görsel detaylar içermiyor. Mert bu durumu ise şöyle açıklıyor: “Çünkü bizim amacımız dünyanın her noktasındaki göçmenleri vurgulamaktı. Bundan dolayı tek bir ülkeyi göstermek istemedik.”

The Fall’dan görsel

TÜRKİYE’DE ÇEKECEĞİ İLK UZUN METRAJLI FİLMİ ‘AĞRI’ OLACAK

Mert bir Türk olarak dünyanın bir uç noktasında sinema yapmanın nasıl bir duygu olduğunu ise şöyle anlatıyor: “Bana göre sinemayı dünyanın herhangi bir ülkesinde yapmak güzel bir duygu. Düşüncelerini, duygularını, kişisel felsefelerini film gibi önemli bir araçla keşfedip bunu insanlara gösterebilmek dünyanın en güzel duygusu.” Peki Avustralya’da kısa film yönetmenleri nasıl destekleniyordu? Mert, bu sorumu şöyle yanıtlıyor: “Burada desteklenme fon sistemi ile, genellikle fon yardımı için seçilen projeler kısıtlı sayıda oluyor. Ama bugüne kadar bütün kısa filmlerimin bütçesini kendimiz karşıladık. Bunu nasıl gerçekleştirdik? Ben uçak mühendisiyim. Mühendis olarak çalışıp, kazancımı biriktirerek çekeceğim filmlere bütçe oluşturdum. ”İlk uzun metrajlı filmi The Horse Thief üzerinde çalışan Mert aynı zamanda hikâyesi Türkiye’de geçen “Ağrı” adlı uzun metrajlı bir film de yazıyor. Bu film bir baba oğul hikayesi imiş. İstanbul’da başlayıp Ağrı’da biten bir film olacakmış Ağrı. Mert, The Horse Thief bittiği zaman bu filme başlamayı düşündüğünü söylüyor. Öte yandan Mert, Türkiye’deki sinemacılarla da iletişimini aktif tutmaya çalışıyor: “Evet Türkiye’de tanıştığım, iletişimde olduğum değerli insanlar var. Ama henüz tanışmadığım, Türkiye’nin sinema sektöründe değerli olduğunu düşündüğüm ve gelecek zamanda tanışacağım, ortak çalışma fırsatı oluşturabileceğim insanların mutlaka olduğunu düşünüyorum.”

The Fall’dan görsel

İLK UZUN METRAJI: THE HORSE THIEF

Mert ilk uzun metrajlı filmi The Horse Thief’i şöyle anlatıyor: “Şu an ilk uzun metrajlı filmim olacak olan The Horse Thief üzerinde çalışıyoruz büyük bir heyecanla. 1890 yıllarında bir Rus köyünde geçen, Ölümcül grip ve açlıkla mücadele eden, bir Baba, Oğul hikayesi. Senaryo üçüncü yazım ve 152 sayfalık, Aslında senaryonun gerçekleşmesi tesadüfü oldu, günümüzde yaşanan olaylar ve insanların davranışları senaryoyu geliştirdi. Söylediğim gibi, Çehov, Bergman ve Tarkovsky’den ilham aldığım bir proje-ama belki en yakın çağdaş öykü Michael Haneke’nin “White Ribbon” filmi. Şimdi projeyi çekmek için destek bulma arayışındayız, bununla ilgili toplantılar gerçekleştiriyoruz. Türkiye’deki yapımcılar uluslararası platformda bir film çekimi gerçekleştirmek isterlerse bu tür görüşmelere ve ortak çalışma fikirlerine de açığız.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir cevap yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak