KritikKültürManşet

Sinemalarda bu hafta bir patlamış mısır meselesi

Yapımcılar ile sinema salonu işletmecileri arasında yaşanan sorunlar, popüler sinemacıları da etkilemeye başlayınca daha yüksek sesle konuşulmaya başlandı. Ancak bir türlü kişi ve kurumlardan bağımsız olarak doğrudan sinemanın kendisini ilgilendiren bir mesela olarak ele alınmıyor. Peki, ne olacak bu işin sonu? Sinemacılara sorduk… 

Sinema sektörü 2019’u sert bir tartışma ile karşıladı. Son yıllarda en çok kazandıran filmlerin yapımcıları ile zincir sinema salonu işletmecileri birbirlerine rest çekti. Mesele şu; yapımcılar bir süredir gişe rekorları kıran filmlerin hasılatlarının düşük kaldığını savunuyor, verilerin ne kadar güvenli olduğunu sorguluyor. Salonlarda 20 liraya satılan sinema biletinin mağazalarda ve AVM’lerde yüzde 50’yi bulan indirimle satılmasından yapımcılar rahatsız. Sinema biletiyle ilgili yapılan promosyon düzenlemesinden anında haberdar olmak isteyen yapımcılar salonlarda, mısır, kola ve sinema biletine yapılan indirimlerde aslan payının biletten karşılanmasına da tepkili. 

Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan ve Şahan Gökbakar gibi popüler sinema aktörleri sosyal medya hesaplarından paylaşarak konuyu gündeme taşıdı. Bu aslında tüm sinemacılar için uzun yıllardır devam eden büyük bir sorun. Bağımsız ve alternatif sinemacılar bu konuyu çok uzun yıllardır dillendiriyor olsa da bir Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar etkisi oluşturamadılar; bulabildikleri tek çözüm Başka Sinema gibi alternatif gösterim imkânları oluşturmaktı. Her yönetmen bireysel olarak kendi filmi salon bulamadığında tepkisini gösterdi ama kimse toplu halde tavır alma ve dayanışma yoluna gitmedi. Özellikle politik çıkışlarıyla bilinen Oyuncular Sendikası gibi sektörle ilgili STK’lar da bu temel problemin çözümü için ciddi adımlar atmadı.

DAĞITIMCI-YAPIMCI TEKELİ KIRILAMIYOR

Krizin taraflarından biri de 2016’da Güney Korelilerin satın aldığı Mars Grubu. Kriz, grubun “Cem Yılmaz olmazsa başka Cem Yılmaz’lar çıkar”, “Yeni yasa çıksa da mısır promosyonu yapmaya devam edeceğiz” gibi açıklamalarıyla şiddetini yükseltti. Kültür ve Turizm Bakanlığı çözüm için ‘Sinema Kanun Teklifi’ hazırladı. Bakanlık, Türkiye’deki tüm salonlarda kullanılması zorunlu olan bir arayüz geliştirerek kullanıma açacak. Böylece günlük bilet satış rakamları otomatik olarak gün sonunda sistemden alınıp yapımcı ve dağıtımcıyla paylaşılacak. Bu donanımı bulundurmayan işletmeye salon başına 50 bin TL para cezası öngörülüyor. 

Benzer sorunu 2018 yılında Buğday filminin çok az sayıda salonda vizyona girmesiyle yaşayan yönetmen Semih Kaplanoğlu da o günlerde sosyal medya hesabından şu açıklamalarda bulunmuştu: “Buğday ancak 40 kopya ile vizyona girebildi. O da günde 2 seansla ve en ücra sinemalarda ve en küçük salonlarda. İzleyici talep ettiği halde salon ve dağıtımcı tekelini aşmak mümkün olamadı ve Buğday izleyicisine ulaştırılmadı. Dağıtımcı-salon sahibi-yapımcı tekeli nedeni ile özellikle Anadolu’daki AVM sinemalarında millet belli tür ve anlayışın ürünü yoz filmlere mecbur bırakılıyor. Sinemada kültürel iktidar budur! Yakında Kültür Bakanlığı’nın desteklediği filmler de vizyon göremeyecek! Ve bu tekelleşmeye ses çıkarmayarak bu düzeni onaylayan sinema meslek örgütlerini, yönetmenleri, oyuncuları, senaristleri, yapımcıları, sendikaları, dergileri ve sinema yazarlarını hayretle izliyorum. Tekelleşme ticari ve kanuni bir sorundur. Öncelikle bu sorun çözülmeli ve kültür merkezleri de devreye girmeli…” 

NİZAM EREN: BU BİR PAYLAŞIM ÇATIŞMASI

Sektörü yakından izleyen Nizam Eren, bu krizi bir paylaşım çatışması olarak nitelendiriyor. “Sinema sanatına dair tek bir cümlenin geçmediği; bolca kar, bölüşme, pay, bedel kavramlarından oluşan bir çatışma yaşanıyor. Anormal bir durum var mı? Liberal ekonomik sisteme göre her şey meşru. Peki, sinema sanatına göre? Kimin umurunda?” diyen Eren, sinema ve yapımcı ticari ortaktır diyor ve ekliyor: “Sinemacı yapımcının onayını almadan bilet fiyatlarında değişiklik yapamaz. Filmler, salonların varlık nedenleridir. Peki, bu işbirliğine ne oldu da çatışma başladı? Buna durumdan memnuniyetsizliğini belirten yapımcı tarafından bakalım. Yapım maliyeti birkaç kanaldan geri döner. Bunlar ana sponsor, gişe geliri, DVD, dijital haklar, TV ve festivallerdir. Cem Yılmaz, BKM, Çamaşırhane gibi kişi ve kurumlar dışında filmlerine birkaç milyon dolarlık ana sponsor bulan pek yok gibi. Bulunan bu sponsorluk bedeli zaten yapım ve pazarlama faaliyetlerine kullanılır. Geriye ise gişe, dijital haklar ve TV kalıyor. Gişe konusu asıl paylaşım çatışmasının başladığı nokta. 20 milyon TL ile ürettiğiniz bir filmin gişesinin amorti edebilmesi için 4 milyon kişi tarafından izlenmesi gerekir. Dolayısıyla risk motor demeden başlıyor. Riski azaltan başka faktör var dijital haklar ve TV gibi. Youtube veya smart TV ortamları için açılmış platformlarda izle-öde sistemlerinden bir gelir elde edersiniz ama bu devede kulak kalır. TV, gişeden sonra ikinci en büyük gelir kapısı. Hak süresi ve gösterim adedine göre ödenen bedel 3-5 milyon TL arasında değişir. Sonuç: 3 milyon bilet kesilen bir filme 15 milyon TL üretirseniz kalan bedel dijital haklar ve TV gelirinden çıkartılmaya çalışılır. Bu sadece amortidir. Peki, yeni filme kaynak nerede?”

Meseleye salon sahipleri açısından bakıldığında ise tablo şöyle Eren’e göre: “Salon gelirleri, isim hakkı, reklam geliri, gişe geliri, büfe geliri, salon kira bedeli, fuaye kira geliri… 1990’larda başlayan AVM yatırımlarıyla salon zincir kavramı başladı. Bugün salonlar V.I.P. salon, GOLD salon, yataklı salon diye sınıflanıp 50 TL-150 TL arası fiyatlar konuldu. Sayı çoğalıp zincir uzadıkça salonlar yapımcıdan bağımsızlaştı. Salonlar mutlak ticari bir mekân haline gelip gong ve perde açılıp kapanması gibi ritüeller unutuldu. Sanat devre dışı kaldı. Film yapım maliyetleri artarken yapımcılar salon sahiplerinden 1 kuruş destek görmedi ancak salon sahipleri yedi yıldan bu yana devam eden salon destek payını almayı utanmazca sürdürdü. Maalesef buna en başta kimse dur demedi. Ama Dolar ve Euro’daki kur farkı ve artan film maliyetleri ile TV kanallarının el değiştirmesi, satışlardaki düşüş konuları yapımcıları köşeye sıkıştırdı. Paylaşım çatışmasının özeti budur.” 

BAĞIMSIZ SİNEMACILAR İÇİN BİR HAKSIZLIK YOK 

Nizam Eren bağımsız sinemacıların olası cümlesi ‘Salon bulmakta zorluk çekiyoruz çünkü bu yapımcılar yüzünden filmlerimize yer yok.’ çıkışına ise şöyle yanıt veriyor: “Çok kopya çok gişe demek değildir. Hedef kitle diye bir şey var ve bunu akıllı yapımcı dostlarım gayet iyi biliyorlar. Onur Saylak kardeşimin yönettiği DAHA filmine bayıldım. Ama AVM kitlesini bu filme götürmek olanaksız. Bağımsız sinemacı dostlar ‘Mars salon vermiyor’ diye şikâyet ediyorlar. Günde 5 gösterime 20 bilet kesilecekse kim göstermek ister ki? Burada haksızlık yok. Bir dönem yerli film göstermiyor diye salonlara baskı vardı. Kültür Bakanlığı şu an yıkılan AKM’nin yanındaki sinema salonunu tahsis etti. Sanırım ücretsizdi ama ilgisizlikten salon kapandı.” 

KAAN MÜJDECİ: GİŞE SİNEMACILARI İKİ YÜZLÜ DAVRANIYOR

2016 yılında çektiği Kapalı Gişe: Türkiye’de Tekelleşen Film Dağıtımı adlı belgeseliyle bu krizi yıllar önce dillendiren Sivas filminin yönetmeni Kaan Müjdeci, bu soruna belgeselinde detaylarıyla dikkat çektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Mars firmasını hem eski hem de yeni sahibiyle tecrübe ettim. Şikayetlerimi o zaman bu popüler sinemacıların hepsine ilettim ve belgeselde konuşmaları için tek tek hepsine teklif götürdüm fakat maalesef kimseden çıt çıkmadı. Popüler sinemacılar zamanında ticari açıdan etik davranmadı, ‘serbest piyasa’ adı altında yapılanlara göz yumdular ve kendilerini tekel hale getirdiler. Yeteneklerini, kitlelerini bu yönde hoyratça kullandılar. Siz kendi meslektaşlarınızın işlerine, onlara yeterli değeri vermezseniz zamanı gelince size de değer verilmez. Tabi ki Mars’ın iletişim dili kabul edilemez, böyle bir üslupla kültür sanat alanında başarılı olmaları mümkün değil. Ancak boş salonlarda niteliksiz filmlerle reklam gösterip mısır satarlar.”

SİNEMANIN KENDİSİ İÇİN BÜYÜK BİR SORUN

Müjdeci, bu sorunun sadece bağımsız sinemacılar için değil sinemanın kendisi için büyük bir sorun olduğunu ise şöyle ifade ediyor: “Gişe sineması sadece bu sorunlara kulak tıkadı, iki yüzlü davrandı. Ama bu aynı sorunla karşılaşmayacakları anlamına gelmiyordu.” Müjdeci’nin çözüm önerisi ise şu: “Yapım, dağıtım ve sinema işletmeciliğinin ayrılması ve en önemlisi telif yasasının yeniden düzenlenmesiyle bu sorun çözülebilir. Bugün Mars ‘Ben istersem Cem Yılmaz çıkarırım’ diyor. Kastettiği Cem Yılmaz’ın filmleriyse eğer benzer nitelikte filmleri Mars gerçekten yapabilir, yaptırtabilir. Fakat Cem Yılmaz gibi önemli bir toplumsal figüre ‘ondan ben de çıkarırım’ demek, bunu ekonomik güçle sağlayabileceğini iddia etmek şaşkınlıktır. Sinema bir kültür meselesidir, kültür politikaları üç beş tüccarın eline bırakılarsa maalesef bunlarla hep muhatap olmak zorunda kalacağız.”

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak