“Sosyoloji, tarih, antropoloji, gastronomi ve kişisel tarihler ilgi duyduğum konular ve bu konular ekseninde müzayedeleri, sahafları takip ediyor, efemeralar, buluntular topluyorum.” diyen TUNCA ile GALERİST’teki son sergisi Bedbahtlıklar ve Yeni Hazlar üzerine konuştuk.
TUNCA’nın 11 Kasım’da açılan Galerist’teki ikinci kişisel sergisi ‘Bedbahtlıklar ve Yeni Hazlar’, iki buçuk yıla yayılan bir araştırma ve diyalog sürecinin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Serra Yentürk küratörlüğünde hazırlanan sergi, sanatçının sahaf veya mezatlardan topladığı eşyalar üzerinden tarihi mekân, olay ve kişilerin izini süren pratiğine yeni bir sayfa ekliyor. Serginin çıkış noktasını ise, yıllar önce düzenlenen bir mezatta sanatçının karşısına çıkan ve 1880’li yıllardan itibaren Berlin’de hatıra kartpostalları üreten Georg Gerlach’ın stüdyosunda çekildiği anlaşılan, fakat İstanbul’a nasıl ulaştığı bilinmeyen 6 fotoğrafta görülen boksör figürü oluşturuyor.
Sabri Mahir adlı bu boksörün fotoğraflarını, uzun yıllardır ana malzemesi olan füzenle kâğıt üzerinde büyük ebatlı olarak yeniden üreten sanatçı, izleyicileri bu figürü keşfetmeye davet ediyor. Orijinalleri birer hatıra kartpostalı olarak üretilmiş olan, dolayısıyla belgelediği kişinin tarihsel bir önem ifade ettiğini düşündüren bu fotoğraflar, Mahir’in öyküsünü aydınlatmakta yetersiz kalıyor. Nitekim tarih yazmaya duyulan doyumsuz arzuyla öne sürülen ve zaman içerisinde doğru kabul edilmeye başlanan çeşitli bilgiyle, bir mitosun ana kahramanına dönüşen Sabri Mahir, gerçeklikten saptırılmış bir popüler kültür anlatısına hapsoluyor. Bu noktada Sabri Mahir’den bir kaç yıl önce doğan, benzer bir mizaca sahip olduğu anlaşılan ve tıpkı Mahir gibi ölümüne dair detaylar meçhul olan boksör-şair Arthur Cravan, sergide Mahir’in karakterini tamamlayıcı ve tanımlayıcı bir role bürünüyor. Dönemin sanat ve edebiyat çevrelerinde ayrıksı karakteri ve kışkırtıcı tavırlarıyla nam salan Cravan’ın şiirlerinden alıntıların sergideki portrelerle yan yana getirilmesiyle, iki şahsiyetin sınırları erimeye ve birbirine karışmaya başlıyor. Bu kasti manipülasyon bakımından sergide en dikkat çekici işlerden biri, girişe yerleştirilen ‘WANTED’ afişi. TUNCA, esasen Cravan’a ilişkin tarihsel bir belge olan posteri Mahir’in öyküsüne uyarlayarak hâlihazırda rivayetler üzerine kurulu bu hikâyeye bir eklemede daha bulunuyor. Mahir ve Cravan’ın öykülerini birbirine yaklaştıran çok yönlü kimlik teması, Ferruccio Bussoni’nin bestesine yer veren Latif Maharet adlı video çalışmasıyla bir kez daha pekiştiriliyor. Bu kez karşımıza bir boksör olarak çıkan TUNCA, serginin araştırma sürecinde Mahir ve Cravan’ın hayatlarına dair edinilen gerçek ya da spekülatif bilumum bilgiyi performatif bir eyleme dökerek, tarihin ağırlığından kurtarıyor.
SAHAFLARI TAKİP EDİYOR, BULUNTULAR TOPLUYORUM
Şimdi TUNCA’yı kendi ağzından daha yakından tanıyalım: “2005’ten itibaren sanat ortamı içerisindeyim ve bu dönem içerisinde çok çeşitli sanat projeleri geliştirdim ve sergiler gerçekleştirdim. Son on senedir Cite des Arts, Artport Telaviv gibi davet edildiğim misafir sanatçı programları sonrası, hayatı biraz yavaşlatmak ve üretimime daha yoğunlaşabilmek için dört sene önce İstanbul’dan Ayvalık’a taşındım. Sosyoloji, tarih, antropoloji, gastronomi ve kişisel tarihler ilgi duyduğum konular ve bu konular ekseninde müzayedeleri, sahafları takip ediyor, efemeralar, buluntular topluyorum. Sanat üretimime ve yaşamıma en büyük destekçilerim eşim İpek ve 8 yaşındaki oğlum Cem diyebiliriz.” TUNCA sergi heyecanından ise şöyle bahsediyor: “Uzun bir süredir aklımda dolanan ve zamanla beliren, şekil bulan bu sergimin en büyük heyecanı kişisel bir tarih üzerinden işlenmiş olmasıydı. Sabri Mahir’in yaşamını irdeledikçe İstanbul’dan Galata’dan Paris’e, Londra’ya, Berlin’e uzanan bir hikâyenin peşine düştük. Serginin küratörü Serra (Yentürk) ile çalışmak ise beraber üretebilmenin heyecanı oldu.”
BENİM ROL ALDIĞIM BİR ESER DE VAR
“Bu serginiz diğer sergilerinizden nasıl ayrılıyor ve neden?” diye sorduğumda ise başarılı sanatçı şunları söylüyor: “Sanırım en büyük fark diğer sergilerim gibi genel tarih üzerinden değil de kişisel bir tarih üzerinden işlenen bir sergi olmasıdır. Bedbahtlıklar ve Yeni Hazlar, İstanbul’dan yola çıkan ve Avrupa’yı dolaşıp Berlin’e yerleşen, ülkenin ilk boksörlerinden Sabri Mahir’in yaşamı üzerinden kurgulanmış, aynı dönemden şair ve boksör Arthur Cravan’a da değinen bir sergi. Benim rol aldığım bir video performansı da var. Dolayısıyla sadece Sabri üzerinden değil, Cravan ve kendi üzerimden de yeni bir anlatım dili oluşturuyor. Öte yandan benim işim üretmek, üretmek ve üretmek. Odaklandığım konular tarih, kimlik, bellek, gastronomi ve ilişkisel estetik. Bu başlıklar altında dallanan bir yorumlama ve tanımlama kurgulayabiliriz belki.”