Türkiye’de şehirler genellikle o yöreye özgü yiyecek ya da ürünlerle anılıyor. Şehir kimliği dediğimiz kentin sosyolojisinden beslenmesi gereken algı ise maalesef yine bu yiyecek veya ürünler üzerine kuruluyor. Bu durum da ortaya hiçbir derinliği olmayan, her an silinmeye yüz tutmuş, karakteristik özellikler barındırmayan yüzeysel şehir kimlikleri çıkarıyor.
Türkiye’de şehir kimlikleri algısı o şehrin yöresel ürünlerinin heykellerine indirgenmiş durumda. Malatya’ya gittiğinizde sizi karşılayan kayısı heykelinden tutun da, Denizli’nin devasa horozu, Kırşehir’in cevizi, İnegöl’ün çatala batırılmış köftesi ve yine Kızılcahamam’daki bazlama heykelleri şehir kimliğine asla hizmet etmeyen, üstelik estetikten bir haber yapılar olarak karşımıza çıkıyor. Hâlbuki şehir kimliğini kentin tarihi sosyolojisinden beslemek, soyut ve somut değerleri üzerine kurmak varken, akla ilk gelen, bir düşünce süreci içermeyen ve bölgenin coğrafyası ve demografisinden beslenmeyen bu yapılar yönetimler tarafından inatla inşa edilmeye devam ediyor. Şehir kimliğinin aslında ne demek olduğunu, bu tür vizyonsuz yapıların, şehrin kimliğine nasıl köstek olduğunu kent sosyoloğu Doç. Dr. Murat Şentürk ile konuştuk. Şehirlerimizin kimlik yönetiminin başarılı olduğunu düşünmeyen Şentürk, “Kimlik meselesi basit ve yüzeysel eserlere indirgenemeyecek kadar çok boyutlu bir meseledir. Kimliklerini önemseyen şehirlerin marka, piyasa eksenini merkeze koymadan önce mevcut birikimlerine odaklanmaları başlangıç için öncelikli adım olmalıdır.” şeklinde konuşuyor.
ŞEHİR KİMLİĞİ ÜRÜNDEN FAZLASIDIR
Şentürk’e göre şehirlerin doğal, kültürel, tarihsel değerleri/unsurları kimliğinin bir parçasıdır ve şehirlerin kimliği yöreye özgü bir ürünün heykeliyle anlatılamaz. Hangi ürün olursa olsun şehrin kimliği üründen daha fazlasıdır. Çünkü şehri şehir yapan insandır, kültürdür, tarihtir, bunlardan oluşan bir terkiptir şehrin kimliği. Dolayısıyla bu heykeli yapan bu ürünler bırakın şehrin kimliğini güçlendirmeyi, aksine var olan kimliği zedelemekte, sadece bir ürüne indirgemektedir. Bu ürünlerin heykelleri bugün şehirlerimize, şehirlerimizin kimliğine yaptığımız büyük kıyımlardan biridir. “İster bir meyve-sebze, ister kapı ya da saat kulesi olsun hem sanat birikimimize hem de estetik dünyamıza yapılmış bir saldırı olarak tanımlamak mümkün bu heykelleri. Kimliğin zenginliğini, gücünü ancak sanattaki estetik düzey gösterebilir. Bu heykellere baktığımızda sanki bu topraklara estetik zevkin uğramadığını düşünebilirsiniz. Ancak bu coğrafyanın kültürel katmanları değerli bir estetik birikime sahiptir.” şeklinde konuşan Şentürk, bu birikimden beslenen sanatçılara, mimarlara yeterli imkânlar tanındığında bugüne değil geleceğe de taşan estetik eserlerin yapılmasının mümkün olacağını söylüyor.
YÖNETİMLER ÜRÜNLE ŞEHRİ, ŞEHİRLE ÜRÜNÜ PAZARLIYOR
“Şehirlerin kimliğini bir ürünün heykeliyle anlatmak yerel yönetimlerimizin kapasitesini gösteriyor. Birbirinden öğrenmeyi yanlış bir biçimde birbirini taklit etme olarak değerlendiren yerel yönetimler, siyasal yaklaşım fark etmeksizin, şehrin kimlik anlayışını basit bir düzeye çekmektedir. Yüzeysel, niteliksiz ve estetikten yoksun heykeller şehirleri gülünç duruma düşürmektedir. Şehrin kimliğini yönetebilmek için önce o şehrin kimliğini tanımlayabilmek, ortaya koymak gerekir. Maalesef yerel yönetimler birbirlerini taklit ederek her geçen gün şehre özgü yöresel ürünleri sergiliyorlar. Böylelikle şehirler birçok ürünü sahipleniyorlar. Bu aynı zamanda bir sahiplenme yarışı. “Bu ürün bizim”, “Bu ürün en iyi burada yetişir” demenin bir başka yolu heykeller inşa etmek. Yöreye özgü kılmak, ekonomik değerini artırmak amaçlanıyor. Bir şekilde ürünle şehri, şehirle ürünü pazarlamaya, satmaya çalışıyor yerel yönetimler. Şehirlerin ekonomisini canlı kılmak başka bir şey “marka oluşturacağız” diye çıkmaz sokaklara girmek başka bir şey. Bu yaklaşım maalesef seviyeyi iyice aşağıya çekiyor.
ŞEHİRLERİ TEK TİPLEŞTİRMEYİ BIRAKMALIYIZ
Peki, şehir kimliğini doğru bir şekilde oluşturmak için nelerden nasıl beslemek gerekir? Murat Şentürk bu sorumu şöyle yanıtlıyor: “Öncelikle şehirlerimizi artık daha fazla birbirine benzemesine neden olan kentsel müdahalelerden kaçınmak elzem. Hangi şehirde olduğumuzu anlayamayacağımız kadar birbirine benzeyen şehirlerimiz var, buna dur deyip her şehrin tarihine, değerlerine ve yaşama kültürüne uygun bir mekânsal çevre için adımlar atılması gerekiyor. Bunun için de her şehrin kendi birikimini tanımlaması ve buna odaklanması zaruri. Şehirlerin mirasına yaslanan ve bugünün insanını, yaşayışını da içeren bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Birçok şehirde yapılması geren somut ve somut olmayan kültürel mirası yaşatarak korumak ve bunun deneyimlenmesini ve görünür kılınmasını sağlamaktır. Elbette mevcut dokuya yeni unsurlar eklemlenebilir. Şehirlerin mevcut yapısına eklemlenen, geçmişle ve bugünle bağ kuran estetik birikimimize yaslanan eserler, heykeller yapılabilir. Bunların şehrin kimliğini oluşturan tüm içeriklerle/birikimle bağ kurması önemlidir ve ne tek bir ürüne ne de tek bir heykele hapsolmamak gerekir.” Şentürk İstanbul ve Ankara’nın şehir kimlikleri içinse şunları söylüyor: “İstanbul’un kimliği çok zengin bir geçmişten besleniyor. Bu kimliği zedelemek için çok çalışmanız lazım. Aynı zamanda kimliği yönetmek için de büyük çaba sarf etmek gerekiyor. Hızla değişen bir şehirde kimliği yönetmek önemli. İstanbul’da şehir kimliği yönetiminin çok boyutlu ve merkezi bir yerde durduğunun idrak edilmesine ihtiyaç var. Ankara ise giderek daha kimliksiz bir şehir hâline geliyor. Bunda şehrin girişindekine benzer yapılar kadar makro formdaki değişimler de önemli. Ankara’nın başkent kimliğinin yönetilmesine ihtiyaç olduğunu söylemek mümkün.”
PROF. DR. KÖKSAL ALVER: ŞEHİR KENDİNE BENZEMELİDİR
İstanbul Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Köksal Alver, şehir kimliğinin oluşumunun bir süreci işaret ettiğini belirterek şunları söylüyor: “Kimlik, bir yaşanmışlık yani tarihsellik içerir. Tüm kurucu unsurların ve aktörlerin ortaklaşa meydana getirdiği bir zemin olan şehir kimliği dinamik bir yapıdır; bir kez oluşup öylece kalmaz, zamanla kimlik unsurlarında değişmeler olabilir.” Alver’e göre şehir kendine benzemelidir. Bunu kendisi olarak, kendisi kalarak, kendini sunarak yapar. Peki, şehir kendini nasıl sunacaktır? Alver bu sorumu ise şöyle yanıtlıyor: “Kendi özünün ve yapısının dışına taştıkça, başkalaştıkça, kendinden uzaklaştıkça kendisini kaybedecektir şehir. O bakımdan şehir fiziği o şehrin kendi özünden beslenmeli ve bunun somutta görülmesi sağlanmalıdır.”
YÖRESEL ÜRÜNLER KİMLİĞİN KISITLI BİR İFADESİDİR
Alver, şehir kimliğinin yöresel ürünlere indirgenme durumu içinse şunları söylüyor: “Yöresel ürünler şehir imajının, şehir kimliğinin, şehir yapısının somut bir ifadesidir ve kısıtlı bir ifadesidir, sınırlı bir yönüdür. Kesinlikle önemsiz değildir, şehir kimliğinin sunumunda etkili bir argüman olabilir. Ne var ki bütün bir şehri yöreye ait yiyecek resimleriyle, heykelleriyle, imajlarıyla donatmak çok iyi bir seçenek gibi görünmüyor.” Alver’ göre şehir kimliğinin doğru lanse edilmesi en az şehir yönetimi kadar önemli. Şehirlerin bütünsel açıdan tanıtılması, tüm imgelerinin yerli yerine oturtulması, sunulması önem arz eder. Şehir kimliğinin ifadesinde pek çok imge söz konusudur. Bu imgelerin, sembollerin farklı alanlardan seçilmesi gerekir. Kişiler, tarihsel mekânlar, giyecekler, yiyecekler, sanatsal objeler, canlı ve cansız kültür varlıkları, dönem objeleri gibi farklı alanlardan sembollerin şehrin değişik yerlerine yerleştirilmesi şehir hafızası bakımından önemlidir. Şehir kimliğinin yönetimi şehir hafızasını oluşturan unsurların hatırlatılması, gösterilmesi, sunulması ve sürekliliğinin sağlanması yoluyla olabilecektir.