Türk İşi Dondurma, Çanakkale ruhunu, Avustralya’daki iki Türk’ün mücadelesi üzerinden betimleyerek izleyiciye o dönemin atmosferini yeniden yaşatıyor. Film Çanakkale Savaşı’nın anlatıldığı filmlere dil ve üslubuyla yeni bir anlayış getiriyor. Filmin yönetmeni Can Ulkay diğer filmlerinde olduğu gibi Türk İşi Dondurma’da da büyük olayın detaylarıyla ilgileniyor.
Türk İşi Dondurma’yı 12 Mart Salı günü yapımcısı Mustafa Uslu ve yönetmeni Can Ulkay’ın da katıldığı bir gösterimde izleme fırsatı buldum. Gürkan Tanyaş’ın senaryosunu yazdığı film yaşanmış bir hikâyeden esinlenilerek sinemaya uyarlanmış. Filmin oyuncu kadrosunda, aynı yapım şirketinin filmlerinde görmeye alışık olduğumuz Ali Atay, Erkan Kolçak Köstendil, Şebnem Bozoklu ve Will Thorp yer alıyor. Film 15 Mart’ta yani dün vizyona girdi. Bakalım Dijital Sanatlar Ayla ve Müslüm Baba ile yakaladığı başarıyı -hatta kırdığı rekorları- Türk İşi Dondurma ile de yakalayabilecek mi?
İlk kez Çanakkale’de geçmeyen ama Çanakkale Savaşı’nı anlatan bir film izliyorum. Film, Avustralya’da yaşayan iki Türk’ün vatanlarını korumak için verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Geçimini dondurma satarak kazanan Mehmet ve devesiyle ne iş yaptığı pek de belli olmayan Ali, Osmanlı’nın savaşa girdiğini haberlerini almalarıyla ülkelerine dönmek için uğraş verirler. Ancak bütün bürokratik süreçleri tamamlamalarına rağmen Avustralya’dan çıkış bileti alamazlar. Bütün denemelerine rağmen vatanlarına dönemeyen Mehmet ile Ali, Avustralya’dan İngiliz kuvvetlerine destek amaçlı bir grup askerin gönderileceğini öğrenirler. Mehmet ve Ali vatanlarına gidemeseler bile askerlerin gideceği bu trene engel olarak biraz da olsa bu mücadelenin parçası olacaklarını düşünürler. Ki haksız da değillerdir. Yaptıkları planla trenin gitmesine engel olmayı başaran bu iki Türk aynı zamanda girdikleri çatışmayla Avustralya tarihindeki ilk resmi savaşı da yapmış olurlar…
YÖNETMEN CAN ULKAY: BİZ BELGESEL YAPMIYORUZ
Türkiye tarihini yakından ilgilendiren dolayısıyla kamuoyunun tamamını ilgilendiren bir konu hakkında film yapmak gerek yapımcısı gerekse yönetmeni için çok riskli bir durumdur. Peki, bu risk hakkında yönetmeni Can Ulkay ne düşünüyordu? “Ayla, Müslüm ve Türk işi Dondurma ile birlikte Türk sinemasına gerçek hikâye ve biyografi anlatımı konusunda yeni ve büyük bir sayfa açtık. Gerçek hikâye ya da biyografi çalışmak her zaman bir takım riskler de taşıyor elbette. Fakat bu risk belgesel tarzı bir çalışma yaptığında daha önem arz ediyor. Biz belgesel yapmıyoruz. Popüler, ana akım sinema filmi yaparken dramatik yapıda, hikâye anlatımında, karakterlerin yaratılmasında ve zaman mekân ilişkilerinde değişiklikler yapabilmek zorundasınız. Bu, iyi bir film yapabilmek için en gerekli çalışma yolu. Ayla da gerçek hikâyenin büyük bir bölümüne sadık kaldık, senaryo ve anlatım olarak çok Kreatif değişiklikler yapamadık. Gerçek bir hikâye idi ve kahramanları hayattaydı. Müslüm biyografik bir anlatımdı. Türk İşi Dondurma da ise hepsinden çok daha farklı bir çalışma yaptık. Gerçek hikâye ve olaylardan yola çıkarak bambaşka bir hikâye yazdık, karakterleri mekân ve olayları tamamen değiştirdik. Hep söylediğim gibi küçücük bir olaydan kocaman bir hikâye yarattık. Tamamen fiction diye tabir edebileceğimiz, kurgusal olarak değiştirdiğimiz bir film yaptık. Eleştiriler hep olacaktır. Potansiyel bir hata yapmayacağımızı biliyorum. Çünkü ön hazırlıkta çok detaylı çalışmalar yapıyoruz. Araştırmacılar ve danışmanlarla hikâye ile ilgili tüm detayları ve bilgileri toplayıp, inceliyoruz. Ama başta da söylediğim gibi teknik bir hata yapmadan, zaman, mekân ve karakterler gibi pek çok şeyde değişiklikler yapıp hikâyemizi öyle anlatıyoruz. İngilizce de söylenen fictional (hayal/hayali) ve fictionalized (kurgusal) anlatım bizim bütün filmlerimizde olacak. Seyirciye ve sinema ile ilgilenenlerin filmlerimize bu gözle bakmalarını istiyorum. Böyle bakmadıkları zaman mekân, zaman ve karakterlerdeki kurgusal değişikliklerimizi hata olarak görüyorlar.”
ASIL SİNEMA DETAYLARDAN OLUŞUR
Yönetmen Can Ulkay genellikle savaş ve tarihi filmlere eğiliyor. Bu büyük olayların küçük çaplı önemli detaylarını mercek altına alıyor. Kendisine bunu özellikle mi benimsediğini soruyorum. Kendisi bu sorumu şöyle yanıtlıyor: “Asıl sinema detaylardan oluşuyor ve ben bu detayları çok önemsiyorum. Gerçek hikâye, tarihi olaylar, savaşlar ya da gerçek olmayan yaratılmış/yazılmış hikâyeler bir filmin omurgasını oluşturur. Yani hikâyenin nasıl başlayıp nasıl biteceği bu omurgaya yerleştirilir. Detaylar ise sinemadır. Çünkü anlatacağınız her şey, göstereceğiniz her resim bu detaylarda saklıdır. Sadece detaylarla tüm duyguyu ve fikri anlatma şansınız var. Detaylarda Filmi ve senaryoyu oluşturuyorsunuz. O omurgaya yerleştirdiğiniz her doğru detay o filmi yaratmanıza neden oluyor. Benim filmlerimde bu detayları hep göreceksiniz. Çünkü hikâyemiz zaten belli, iyi çalışılmış detaylar ile filmi inci gibi işleyerek iyi bir film haline getiriyorsunuz. Yaptığımız filmlerin hikâyesi zaten çok büyük oluyor. Ama içinden küçük bir hikâye yakalayıp onunla filmi anlatmak doğru sinema yapmaktır. Sonuç olarak yaptığımız filmlerle ilgili, gerçek hikâye, esinlenilmiş hikâye, kurgulanmış hikâye anlatımlarımızı herkesin şöyle değerlendirmesini istiyorum: Yaşanmış olaylardan ilham alınarak ya da esinlenilerek beyazperdeye aktarılmış yapımların, birebir tarihi yansıtmasını beklemek sanatsal olarak alacağımız zevke gölge düşürür. Geçmişi bugüne taşıyan tarihi filmlerden; yaklaşık 2/3 saat gibi kısa bir süre içinde; üzerinde kimi zaman ciltlerce yazılan olayları tüm boyutlarıyla ele alması olanaksızdır. Konusu itibariyle yaşanmış olaylardan ilham alan filmler izleyiciye ‘pencere’ açar. Bizim de izleyiciye anlatmak istediğimiz ve izleyicilerimizden anlamalarını istediğimiz budur.