ManşetMedya, Kültür, Toplum Buluşmaları
Can Ulkay ile Can Evrenol’dan ana akım ve bağımsız sinema tartışması!
Anne ben gazeteci miyim? platformu; Medya, Kültür, Toplum Buluşmaları adını verdiği etkinlik dizisinin ikinci buluşmasında yönetmenler Can Ulkay ve Can Evrenol ile ana akım ve bağımsız sinemayı tartışmaya açtı. Ulkay ana akım bir filmin de film festivallerinde karşılığı olabileceğini söylerken, Evrenol ise bağımsız olarak kabul edilen birçok filmin bağımsız olmadığına dikkat çekti.
Anne ben gazeteci miyim? platformu tarafından düzenlenen Medya, Kültür, Toplum Buluşmaları’nın ikincisi Ayla, Müslüm gibi gişe rekortmeni başarılı filmlerin yönetmeni Can Ulkay ve Baskın, Housewife, Peri filmleriyle dikkat çeken genç yönetmen Can Evrenol’un katılımıyla cumartesi günü Tasarım Atölyesi Kadıköy’de gerçekleşti. “Ana akım sinema ile bağımsız sinema nasıl ayrılır, bu ayrımın ölçütleri ve film festivalleri ile gişedeki karşılığı nedir?” soruları üzerine şekillenen buluşmanın moderatörlüğünü ise gazeteci Ali Demirtaş üstlendi.
BAĞIMSIZ SİNEMANIN BAĞIMSIZ OLANI DA ÇOK YOK
Ulkay ana akım ve bağımsız sinemayı şu sözlerle özetledi: “Biri her bakımdan özgür diğeri ise belli kurallar çerçevesinde yürümek zorunda olan ve daha çok sinema endüstrisine hizmet eden bir alan. Bağımsız sinema sonsuz ve özgürdür. Özellikle yönetmen için sınırları olmayan, özgün, istediği yerlere gidebilen bir şey. Ana akım sinema ise sınırları ve köşeleri olan bir alan. Elbette bağımsız sinemada olduğu gibi ana akım sinemada estetik ve sanat var. Ben özellikle ana akım taraftayım yani sınırları olan tarafın. Filmlerimizi bu sınırlar içinde yönetiyoruz. Benim için en büyük fark bu, yoksa dil aynı. İster bağımsız isterse ana akım sinema yapın yönetmen olarak şunu söyleyebilirim ki, ana akım sinemada da mutlaka tarz, ekol, estetik kavramlarının içinde olması gerekiyor.” Evrenol ise bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Aslında bağımsız sinemanın bağımsız olanı da çok yok gibi geliyor bana. Bence aradaki esas fark biri ürün diğeri özgün bir eser. Ama bazen bir ürün sana bir eserden daha çok hitap edebiliyor. Bazen bir eser de o kadar da özgür bir şey çağrıştırmayabiliyor. İkisi arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koyabilmek için birçok istisnası hesaba katmak gerek. Biraz o esere ya da ürüne nasıl yaklaştığımızla ilgili bir durum bu.”
BAŞKA SİNEMA KONSEPTİNDE SALONLAR OLUŞTURULMALI
Bağımsız filmlerin salon bulması konusunda zorlandığına dikkat çeken Ulkay, “Ana akım sinema yaptığınız zaman bu filmlerin gösterileceği salonlar belli. Bağımsız sinema yaptığınız da bu çok az yer buluyor. Diğer filmlerin de gösterilecek salonlar bulması lazım. Evet dağıtımcının sevdiği bir yönetmenim. Çünkü onlara para kazandırıyorum. Ama esas konu diğer çekilen filmlerin de halka ulaşabilir olması meselesi. Örneğin Türkiye’deki her sekiz salondan birinin Başka Sinema özelliği taşıması gerektiği gibi bir kural getirebilirler. Bağımsız dediğimiz filmlerin kesinlikle desteklenmesi lazım. Gerçi Bakanlığın her sene desteklediği filmler ve senaryolar var. Bu filmler ne oluyor? Çekildi mi çekilmedi mi bilmiyoruz, bu da başka bir konu.” derken Evrenol ise şunları söyledi: “Benim filmlerimin gişe formüllerine sırt çevirmiş bir yapısı var. Ama aslında en gişeye sırt çevirmiş olan filmim en fazla izlendi. Biraz filmin yolculuğu da önemli. Örneğin Baskın’ın Toronto Film Festivali rüzgarını arkasına alması var, cin filmleri gibi pazarlanmış olması var, yani hem artısı hem de eksisi var. Bu bir bütün. Ben ‘biraz hile yaptım bienale iş yapar gibi yaptım’ diyorum. Çünkü aslında hem sanat filmi gibi hem de ürün gibi işler ortaya koyuyorum. Bir film hem ürün olup hem de bağımsız olabileceği gibi bir film festival filmi olup bağımsız olmaması da mümkün. Ben çok şanslıydım ki inanılmaz derecede sinemaya tapan bir annem babam var. Çok fazla paraları olmamasına rağmen benim ilk filmimi finanse ettiler ve bana destek oldular. Bu nedenle ben sanki kariyerime; kendini ispatlamış, belli bir olgunluğa erişmiş de ondan sonra artık istediği filmi yapıyormuş gibi film yapma şansına sahip oldum. Ne mutlu ki Baskın’ndan sonra da aslında böyle devam etti.”
ANA AKIM SİNEMAMIZIN DA DÜNYADA TANINMASI LAZIM
Konuşmasına, “Her sinemacının en büyük hayallerinden biri bağımsız sinema ile ana akım sinemanın iç içe girmesi ve filmi finanse eden kişi ya da kurumun asla filme karışmaması. Belki bu ütopik ama bu dediğime yakın durumlar olduğu zaman daha güzel işler çıkıyor bence. Örneğin, Mustafa Uslu bence sinemayı inanılmaz isteyen bir deli. Ve zaten sinemacının da böyle bir deli olması lazım. Kendinde bir şey yapıyor ve yüreğini koyuyor. Ayla ve Naim’in Hakan Muhafız’dan bana daha yakın olduğunu düşünüyorum. Eminim ki Mustafa Uslu da kafasında yapmak istediği şeyi satsın diye kırpıp koyuyordur. Örneğin Naim de gişede istediği şeyi yakalayamadı. Bana öyle geliyor ki kesin satar diye bir şey yok. Bütün bunlar biraz kültür erozyonuyla da alakalı.” sözleriyle devam eden Evrenol’un ardından konuşan Ulkay ise “Sinemamız için hiç yapılmamış şeyleri en azından denememiz lazım. Türk sinemasını ana akım olarak da dünyaya tanıtmamız lazım. Bağımsız sinemayı ve bağımsız yönetmenlerimizi çok iyi tanıyorlar evet ama biraz da ana akım sinemamızı bilmeleri gerek diye düşünüyorum. Neden kendi içimizden, kendi kültürümüzden, kendi dilimizde yazılmış şeyleri dünyaya tanıtmayalım?” dedi.
AYLA TÜRKİYE’DEN HİÇBİR FİLM FESTİVALİNDE KENDİNE YER BULAMADI
Türkiye’de ana akım filmlerin film festivallerinde yer almaması, yer bulamaması ya da davet edilmemesi konusunda ise Evrenol, “Mesela yurtdışında fantastik film festivallerinde Kore’den gelmiş ve Kore’nin gişe şampiyonu filmler görünce inanılmaz hoşuma gidiyor. Yani festivallere kendi ülkesinde de iyi gişeler yapmış filmlerin yer alması bence mükemmel bir şey. Demek ki kendi ülkesinde de bir karşılık bulmuş.” Derken Ulkay ise şunları söyledi: “Ayla’nın yurtdışındaki film festivallerinden 22 tane ödülü var. Türkiye’den ise hiçbir ödülü yok. Müslüm de öyle. Evet festival filmi diye bir kavram var ama birbirine o kadar karıştırılmış durumda ki… Festivallere filmler neden çağrılır? En iyi oyuncu, en iyi sanat yönetmeni, en iyi senaryo gibi ödüller verilir çünkü. Bu kategorilere birçok ana akım filmden aday olacak filmler olabiliyor. O zaman o insanlara haksızlık edilmiş oluyor. Bunlara kime ve neyin karar verdiğini de bilmiyorum. İster bağımsız ister ana akım hem filmin mutlaka değerli bir yanı var ve görülmeli.”
SİNEMAMIZDA NBC PARALELİNDE BİRAZ BABAM VE OĞLUM BİRAZ DA DONDURMAM KAYMAK RÜZGARI OLMALI
Türkiye sinemasının karakteristik bir kimlik kazanmasının nasıl mümkün olacağı konusunun da tartışıldığı buluşmada Evrenol şunları söyledi: “Nuri Bilge Ceylan filmleriyle Türkiye’nin dünyada tanınması çok manidar geliyor bana. Aslında bu ülkenin içindeki birçok karanlığın yanında o yalnızlık, güzelliğin ve sakinliğin içindeki ufak esprilerin yakalanması da bir alametifarika. Ayrıca bence en komik filmler NBC filmleri. Ben Bir Zamanlar Anadolu’da filmine güldüğüm kadar başka bir Türk filmine gülmedim son zamanlarda. Türk sinemasının kimliği de böyle bir yerden, bunun içine biraz da Dondurmam Kaymak, Babam ve oğlum ve Ayla gibi aslında böyle hüzünlü ve arabesk tarafı olan ama bir yandan da kendi hikayesini kendine has bir şekilde anlatan filmlerden oluşmalı. NBC paralelinde Türk sineması olsa dünyada, bence bu bize çok yakışırdı. Sanki böyle olsa bize özgü ve has olabilirdi.”
ZENGİNLİĞİMİZİ FARKETTİĞİMİZ ZAMAN TÜRK SİNEMASI DİYE BİR ŞEY OLABİLİR
Can Ulkay ise bu konuyla ilgili düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Dünyada ender ülkelerden biriyiz ki hiçbir tarafımız, hiçbir tarafımıza benzemiyor. Bu aslında bir zenginlik. Yemek zenginliği, kültür zenginliği. Ne derseniz deyin. Bizim kendimize ait tek bir kültürel sinemamız olmamalı. Bizim renkliliğimiz kültürel zenginliğimiz. Örneğin Türkiye’nin son 15 yılında üretilmiş sinema filmlerinden bir showreel yapsak ve bu videoyu izleyen biri şoka girer. Bu rengarenk bir showreel olur ve çok da güzel olur. Öncelikle bütün sinemacılarımızın kendi istediği şeyi yapması gerekiyor. İstediği şeyi istediği şekilde yapması gerekiyor ki Türk sineması önce bir zenginleşsin. Bence Türk sineması kendi tarzı, rengi olan bir sinema olarak bilinmeli. Birden fazla dili olan bir sinema olarak bilinmeli. Örneğin ben yetiştiğim bölgeye göre bir film yapabilirim, Can Evrenol da başka. Hepsine baktığımızda içinde çok değerli sahneler, var. Sadece biraz daha sinemayı kendi dilimize uygun bir hale getirmek lazım, sonra çok büyük bir sinema olacak bizim sinemamız. Öte yandan bir filme çok seyirci geliyorsa yönetmen alkışlanıyor, az seyirci gittiği zaman alkışlanmıyor başarısız kabul ediliyor. Ama bu da çok yanlış bir şey. Bu dengeyi bulamadık henüz.”