TRT Haber ekranlarında yayınlanan Benim Annem Benim Babam adlı program, çocukların aileleriyle kurduğu ilişkileri ve bu ilişkilerin onların hayatını nasıl etkilediğini birinci ağızdan konukları aracılığıyla gözler önüne seriyor. Program konuklarıyla, Türkiye’nin geçmişten günümüze aile yapısına ışık tutarken; seyirciye ise acısıyla tatlısıyla, yüce gönüllüğüyle, kutsallığıyla, kısacası gururla ‘benim annem benim babam’ dedirtiyor ve onlarla olan ilişkilerini sorgulatıyor.
TRT Haber ekranında yayınlanan Benim Annem ve Benim Babam adlı program, seyirciyi anne ve babaların çocuklarının hayatları üzerinde nasıl etkiler oluşturabileceğini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Programda konuklar anne ve babalarıyla kurdukları ilişkiyi ve bu ilişkinin onların hayatına nasıl yön verdiğini anlatıyor. Çok güçlü ve çok kişisel hikayelerin anlatıldığı programda ebeveyn ve çocuk ilişkisinin önemi vurgulanmış oluyor. Farklı meslek ve yaş gruplarından kişilerin konuk alan program, seyirciye geçmişten günümüze Türkiye’nin aile yapısına da bir okuma yapma imkânı da sunuyor. Bu anlamlı programı, tasarımcısı İsmail Sert ile konuştuk.“Anne baba hikâyelerimiz çok değerli. İster kendi içimizde tekrar edelim ister çocuklarımıza anlatalım, isterse televizyon ekranından paylaşalım. Onların lafzı da onlardan çıkardığımız ders de devşirdiğimiz ruh da önemli. O küçük hikâyeler, geçmişten geleceğe kuracağımız köprünün tuğlaları, taşları. Onları kaybetmeyelim. Koruyalım ve paylaşalım.” şeklinde konuşan Sert, programın içeriğini ise şöyle özetliyor: “Doğal bir seyri var anlatılanların. Doğal ve samimi. Ekranda üç saniye görünsem de program boyunca konuğumuzun karşısında ben oluyorum. Konuğumuz önceden tarif edilen bir yoldan yürümüyor, adını koyduğu, çerçevesini sıkı sıkıya çizdiği bir hikâye anlatmıyor. Kameranın varlığını unutuyoruz ve o bana samimiyetle anlatıyor. Sadece özel günlerden kalanları, içinden dersler çıkarılacak olayları değil, kırık dökük anılarını anlatıyor. O sırada aklına gelenler de oluyor. Onları da paylaşıyor. Her seyredenin kendince anlamlandırabileceği bir hikâyeler bütünü çıkıyor ortaya. Ve tıpkı hayatta olduğu gibi; bazen düşüncelere dalıyor, bazen gülüyor, bazen hüzünleniyor, hatta ağlıyoruz.” Yazar Ömer Lekesiz, yönetmen Yüksel Aksu, oyuncular Ahmet Mümtaz Taylan, Altan Erkekli, Prof. Dr. İlber Ortaylı, sanatçılar Orhan Gencebay, Muazzez Ersoy, yapımcı Osman Sınav gibi ünlü isimlerin konuk olduğu programa gelecek bölümlerde hikayesini anlatmak isteyen seyirciler de konuk olarak yer alacak.
KİŞİLİĞİMİZ AİLEMİZLE BAŞLAR
Bu programa nasıl bir düşünce sürecinin ardından karar verildi?
Annemiz ve babamız… Hayata gözlerimizi açtığımızda onları görürüz. Kimliğimiz, kişiliğimiz ve eğitimimiz onlarla başlar. Onların gölgesinde, onları taklit ederek büyürüz. Kaldı ki; ne kadar büyürsek büyüyelim, yine de çocuk kalır, karşılıksız seviliriz, güven içinde yaşarız. Onları kaybettiğimizde hayatımızın rengi değişir. Sezai Karakoç’un ‘anneler ve çocuklar’ şiiri vardır. Ezbere okuduğum az sayıdaki şiirden biridir. Şöyle başlar şiir: ‘Anne ölünce çocuk / Bahçenin en yalnız köşesinde / elinde bir siyah çubuk / Ağzında küçük bir leke.’ Şairin bahçe dediği ‘dünya’ aslında. Sadece çocuğun elindeki çubuk değildir siyah olan. Ağzındaki leke küçük olsa da silecek kimse yoktur artık. Bir de Cemal Süreya’nın şiiri vardır: ‘Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü, kör oldum’ der şair. İki şiirin de işaret ettiği ortak noktaya baktığımızda annemizi ya da babamızı kaybetmenin hayatımızın en keskin yol ayrımı, en sert düşüşü olduğunu görürüz. Bir savrulmadır adeta. Artık onlarla yaşadığımız hikâyelerimizi öne çıkarır, her fırsatta anlatır. Anlatırken yeniden yaşar, o hikâyelere tutunuruz. Kişisel hayatımda bunu çok net gözlemledim. Ben yaş aldıkça, rahmetli olan annemi ve babamı daha çok anmaya ve anlatmaya başladım. Yayın dünyasının içinde biri olarak bunları düşünürken, konuşurken program da filizlenmiş oldu.
FOTOĞRAF ANNE VE BABA İLE TAMAMLANIYOR
Programın adına nasıl karar verdiniz?
Programı projelendirirken önceliği babaya vermiştim. Sadece babaların anlatıldığı bir program tasarlıyordum. Çünkü biliyoruz ki; baba-çocuk ilişkisi daha çok hikâye üretiyor. Daha inişli çıkışlı, daha cilveli, daha sürprizli, uç noktalara gidebiliyor. Genellikle böyle. Psikoloji metinleri bu tezi destekliyor. Baba çocuk ilişkisi üzerine daha çok hikâye ya da roman yazılmış. Daha çok sinema filmi çekilmiş. Anne çocuk ilişkisi bazen tek boyutlu olabiliyor. Dolayısıyla kısacık özetlenebiliyor: “Annem beni sevdi, ben annemi sevdim. O kadar.” Bu aşamada isim ve dolayısıyla içerik ‘Benim babam’ idi. Yanlış anlaşılmasın annelerin hayatımızdaki yerini küçültüyor değilim. Mümkün değil. Sadece barındırdığı hikâye envanteri açısından, babaların biraz daha önde olduğunu söylemeye çalışıyorum. Sonraki aşamalarda gördüm ki; annelere dair küçük ancak ince ve içli ve değerli hikâyelerimiz var. Böylece isim ortaya çıktı ve fotoğraf tamamlandı. Zaten tamammış. Açıkçası; ben biraz yolu uzatmışım.
SEYİRCİ DE ANLATICI OLACAK
Edebiyat, sanat, siyaset, sinema… Birçok farklı alandan konuk ağırlıyorsunuz. Konuklarınızı neye göre belirliyorsunuz?
Aslında hikâyesi olan ve anlatmak isteyen herkes potansiyel konuğumuz. Ancak yeni başladığımız için şimdiye kadar ‘ünlü’ konuklarımızı ağırladık. Seyircilerin hayatlarını zaten merak ettikleri kişileri seçtik. Bu biraz da televizyon dünyasının bir kuralını yerine getirerek, programımızı görünür kılmak içindi. O sebeple saydığınız alanlardan tanınan konuklarımız oldu. Programımızın formatı oturduğunda, bu başlık altında ne anlatıldığı anlaşılır hale geldiğinde, daha geniş bir alan açılacağız. Programlarımızı seyredip, “benim de anne baba hikâyelerim var.” diyenleri ekrana çıkarmayı planlıyoruz.
TÜRKİYE MOZAİĞİ OLSUN İSTEDİK
Ayrıca bu isimlerde bir çeşitlilik söz konusu… Herkese yer var gibi…
Başlarken bir ‘Türkiye mozaiği’ olsun istedik. Programımızda her yöreden, her kesimden portreler olsun istedik. Çünkü kültür dediğimiz yapıyı birlikte inşa ediyoruz. Orada hepimizden bir parça var. Birbirine benzemediğini düşündüğümüz kişilerin, birbirine benzemediğini zannettiğimiz hikâyeleri o kazanda kaynıyor. “Zannettiğimiz” diyorum. Çünkü birbirinin uzağında olduğunu sandığımız hayatların nasıl da birbirine benzediğini, anlatılanlardan şaşırarak öğreniyoruz. Hele annelerimiz babalarımız o kadar benzeşiyorlar ki; hayret ediyoruz. Aynı öğütleri veriyor, aynı prensiplerden söz ediyor ve aynı duaları ediyorlar.
İnsanlardan programla ilgili nasıl geri dönüş alıyorsunuz? Özellikle anne ve babalardan…
Küçük büyük çocuklardan çok heyecanlı geri dönüşler alıyoruz. Her seyreden anlatılanlarla, kendi hayatı arasında benzerlikler buluyor. Anne babalar da çocuklarının aynalarında kendilerine bakmak istiyorlar. Çocuklarını bizim programımıza çıkmış olarak hayal ediyorlar. “Program bitince ben de kendimi muhasebe yaparken buldum.” diyenler oldu mesela. Diyormuş ki; “Benim çocuğum benim hakkımda ne anlatır acaba, nasıl anlatır?”
Sizin anneniz ve babanızla ilişkiniz nasıl(dı)? Bu programın tasarımcısını bir gün o koltukta konuk olarak görebilir miyiz? Anlatacak şeyleriniz var mı?
Zor soruyu sona saklamışsınız. Diyebilirim ki, bu program, benim kendi hikâyemin benden taşmasıyla oluştu. Benim annemle babamla, inişli çıkışlı bir hayat yaşadım. Onları daha çok sevindirdim. Ancak üzdüğüm zamanlar da oldu. Şimdi benim iki çocuğum var. Onlara, anne babama dair kısa anılar anlatmayı seviyorum. Merakla dinleseler de henüz annemi babamı, bir mikrofona anlatmaya hazır değilim gibi geliyor. Oğlum bu konuda çok cesur. Programa konuk olmak, annesini ve babasını anlatabileceğini söylüyor. Kendi adıma söyleyeyim, laf aramızda, ona da hazır değilim sanki.
PROGRAM ASLINDA BİR MİKRO TARİH
Programdaki konukların anne ile babalarıyla ilişkileri ve hikâyelerinden Türkiye’nin ailevi yapısını okumak mümkün mü?
Her birimiz bir annenin, bir babanın evladıyız. Biz ‘çocuk’ dediğimizde genellikle belli bir yaşa kadar olanları aklımıza getiririz. Oysa hepimiz çocuğuz. En yaşlımız bile annesinin babasının çocuğu. Mesela seksen yaşında bir konuğumuz olsa ve anne babasını anlatmaya başlasa, bizi yetmiş yıl önceye götürecek. O yılların ilişkilerini, o dönemin anneliğini, babalığını ve çocukluğunu anlatacak. Ve tabii ki gelenekler ve kültür ortaya çıkacak. Konuğumuz bugünden konuştuğu ve bugünün kelimeleri ile konuştuğuna göre anlattıkları yetmiş yıl öncesi ile bugün arasında salınacak. Başka bir deyişle; ‘mikro tarih’ ya da ‘kültür tarihi’ de diyebiliriz. Üstelik en sıcak ve yaşanmış hikayelerle yapılan bir çalışma. Ortaya çıkan ise geniş bir dönemin bütün renklerini barındıran bir resim.
CUMHURBAŞKANIMIZI DAVET ETTİK, UMUTLUYUZ
Gelecek programlarda konuk almayı düşündüğünüz isimler kimler?
Bu kadar çok program konuğu önerisi geleceğini tahmin etmezdim. Her seyreden hikâyesini bildiği kişileri bize teklif ediyor. Onları programımızda görmek istediğini belirtiyor. Gün be gün o isimleri defterimize not ediyoruz. Listemiz uzun. Ayrıca her seyreden kendi çevresinden bir isimle birlikte, bir de Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın anne baba hikâyesini duymak istediğini söylüyor. Telefonla, maille ve her türlü mesajla isteklerini dile getiriyorlar. Cumhurbaşkanımızın kamuoyu tarafından bilinen anıları var. Ancak, eminim bilinmeyenler de çoktur. İşte onları duymak istiyorlar. Bu kadar çok talep alınca, ben de Cumhurbaşkanımıza hitaben bir mektup kaleme aldım. Protokol cümlelerini atlayarak, bir aile büyüğüme yazar gibi yazdım üstelik. El yazımla, bildiğimiz mektup. Gönderdim. Çok yoğun olduğunu biliyoruz. Yine de biz ekip olarak umutluyuz. Bekliyoruz.