ManşetMedyaSöyleşi

Yasemin İnceoğlu: Medya iyi niyet, anlayış ve kültürlerarası saygıya dayalı bir diyalog için zemin hazırlamalı

Nefret söylemi medyanın farklı biçimsel formatlarında farklı hedef kaygıları ve içerikleriyle varlığını sürdürmeye devam ediyor. Medya üreticileri bireysel veya çalıştıkları kurumsal ideoloji bağlamından kaynaklanan nedenlerden dolayı medya ürünlerine/enformasyonlarına örtük veya açık bir şekilde bilinçli veya bilinçsiz olarak nefret söylemine neden olan söylemleri ekiyor. Ya da bu söylemleri üreten kişilerin ifadelerine medyalarında yer vererek bu duruma dolaylı olarak sebep oluyor. Medyadaki nefret söylemi kullanımı ve bunun nedenlerini iletişim alanındaki çalışmalarıyla tanınan “Küresel Habercilik ve Söylem”, “Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları”, “Azınlıklar, Ötekiler ve Medya” kitaplarının yazarı, Galatasaray Üniversitesi, İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu ile konuştuk. İnceoğlu, nefret söylemine karşı medyanın iyi niyet, anlayış ve kültürlerarası saygıya dayalı bir diyalog için zemin hazırlaması gerektiğini söylüyor.

Şu an ulusal medyadaki güncel nefret söylemi kullanım durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz/özetliyorsunuz?
Bu soruya yanıt verirken Hrant Dink Vakfı’nın Nefret Söylemi haftalık Z raporlarına referans vereyim. En güncel örneklerine baktığımızda (26 Mart-1 Nisan, 2-8 Nisan, 9-15 Nisan) Ulusal medyada Hıristiyanlara yönelik önyargıların, olumsuz ve hatta düşmanlık yargıların oluşturulduğunu ve pekiştirildiğini, düşmanlık algısının yeniden üretildiğini, örneğin Yunanlara yönelik geçmişten gelen düşmanlık söylemini yeniden üretilip halklar arası düşmanlığın körüklendiğini görüyoruz. Suriyeli kimliğini suçla ilişkilendirildiğini ve kimliğe yönelik olumsuz yargıları güçlendirdiğini ve bu kimliklerin terör ve suçla ilişkilendirildiklerine tanıklık ediyoruz.

Yunanistan Savunma Bakanı’nın açıklamaları tüm Yunan kimliğine mal edilerek aktarılıyor. Gazete, “Atalarını 1922’de denize döktüğümüzü unutan densiz Yunanlı” ifadesi kullanılıyor. Yahudiler, Ermeniler, Amerikalılar ve ateistler ‘terör’ ve komployla ilişkilendiriliyor. Mescid-i Aksa’da gelişen olaylar üzerine Yahudilere yönelik nefret söylemi üretiliyor. LGBTİ’ler tekrarlayan bir şekilde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden dolayı ‘sapkın’ olarak kodlanıyor; topluma ve sağlığa yönelik bir tehlike olarak işaretlenerek onlara yönelik nefret körükleniyor.

Suç yoksulluk ile özdeşleştiriliyor

Bir haber metni ya da medya enformasyonunda nefret söylemi kullanılmasının belirleyicisi kimdir/nedir? Medya neden nefret söylemi kullanır?
Medya egemen ideolojinin bir aygıtı olarak milliyetçiliği, ırkçılığı yeniden üretirken toplumsal öfke ve nefret duygularını da üretir ve bu duyguları ötekilere karşı yöneltilmesine neden olmakta. Medyanın anlamın toplumsal inşasında ideolojik bir işlevi olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda 3. sayfa haberlerinde de suç, yoksulluk ile özdeşleştiriliyor. Dramatizasyon. Normalleştirme. Bunlar çok tehlikeli. Bunlar kamusal söylemi oluşturmada bireyselleştirme ve ötekileştirme suretiyle kendi gündemini yaratmada sürekli vurgulanıyor. Özellikle ahlak ağırlıkla bir takım kültürel kodların ön plana çıkartıldığını görüyoruz.

Medya enformasyonlarında doğrudan kullanılan veya ekilmiş olan nefret söylemleri, toplumda nasıl karşılık buluyor, bu enformasyonlar toplumu nasıl etkiliyor? Nefret söyleminin kendisi gündelik yaşamı nasıl etkiliyor, gündelik yaşamda nasıl karşımıza çıkıyor?
Kendini her zaman kin ve öfke dolu ifadelerle ortaya koymadığı ve hatta zaman zaman gayet normal ve mantıklı göründüğü için nefret söylemini teşhis etmek kolay olmayabilir.

Siyaset, sanat, sosyal yaşam, televizyon gibi ortamlarda kanaat önderi niteliği taşıyan kişilerin söylemleri ne derece önemli? Bu kişiler toplumu şekillendirme veya etkileme potansiyeli barındıran söylemlerine nasıl yön vermeli?
İktidar seçkinlerinin, hükümet temsilcilerinin, entelektüellerin, STK’ların, kanaat önderlerinin ve medyanın kullandığı ve ürettiği sözcükler günümüzde zaman ve mekân içinde biçimlenmiş tek tek söz ve sözceler olarak kendini ortaya koymakta. Böylece söylemi oluşturan birey ya da dil kullanıcıları örtük ya da açık bir biçimde kendi ideolojilerine koşut olduğunu düşündükleri veya etkilendikleri değerleri içeren söylemlere göndermeler yapmaktadırlar. Bu bağlamda dil kullanıcılarının söylemi kaba, kışkırtıcı, küçümseyici, alaycı, saldırgan, öfkeli, kızgın, sert, küfürlü, argo, kural dışı, sıra dışı kullanımlar, popüler kültürün ürettiği sözcükler gibi aslında diğer bireylerden ve toplumdan etkilenmiş biçimiyle farkında olarak veya olmayarak, bilinçli veya bilinçsiz benimsemiş olduğu ortak bilgi değerlerini ortaya koymaktadır.

Nefret söylemi örtük ama aynı zamanda mücadelesi zor bir biçimde karşımızda

Son 10 yıla baktığımızda herhangi bir gruba ya da olguya karşı nefret söylemi kullanımında bir iyileşme var mı? Ve yine buna karşılık son 10 yılda eskiye göre bir gruba ya da olguya karşı daha da şiddetlenen bir nefret söylemi kullanımı söz konusu mu?
Medyada nefret söylemi eskisi kadar fazla bir biçimde manşetlerde dile getirilmese de yazarların köşelerinde veya haberlerin içinde örtük bir biçimde olduğunu görüyoruz, bu yüzden mücadele daha da zorlaşıyor. Irkçı ve nefret söylemi içeren ve ötekileştiren kavramlar medyada halen ne yazık ki yaygın. Medyada ötekileştiren ve nefret yayan ifadelere örnek olarak, “Tefeci Yahudi”, “Yunan oyunu”, “Sapık Yunanlıya baskın”, “Nataşa paraları Rusya’ya”, “Ermeni’ye tavır”, “Küstah Rum’a haddini bildirdi”, “Eylemciye halk dayağı” ve özellikle de spor medyasında futbolla ilgili haberlerde son derece ayrıştırıcı, ötekileştirici ve şeytanileştirci bir dilin yaygın olduğunu görüyoruz. Örnek vermek gerekirse Fenerbahçe-Beşiktaş maçı sonrası sosyal medyada adeta linç kampanyası yapıldı.

Ana akım medyanın nefret söylemi kullanımında bilinçlenme durumu mucize mi? Nefret söylemi kullanımında ve enformasyona dayalı hak ihlallerinde caydırıcı yaptırımlar uygulanması nefret söylemi kullanımının önüne geçer veya bu durumu iyileşmeye götürebilir mi?
Medyaya ne düşüyor? Bu konuda daha duyarlı olmak düşüyor. Otokontrol mekanizmasını, öz denetim mekanizmasını o vicdani yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekiyor. Vicdanı yoksa, vicdanın eğitimi denen bir şey var dünyada, vicdanlar da eğitilebilir bu anlamda da medyanın belki kendini eğitmesi gerekiyor. Bazı şeyler var ki, diyorsunuz ki “bunu da bilmeden yapamaz, bu kasıtlı yapılıyor”. Tabii her şeye meta, ticari gözle bakılmaması lazım. Daha çok tiraj alacağım diye, daha çok satmak kaygısıyla ne yazık ki medya siyaset, büyük sermaye ilişkileri sıkı fıkı, böyle ahbap çavuş ilişkileri içerisine girdiğinden beri, özellikle küreselleşmenin ivme kazanması ile birlikte bu oligopolleşme, yoğunlaşmalar sonucu herkes artık başka derde yani medya halkı aydınlatacağım, doğru haberi vereceğim, köprü görevi yapacağım, halk için, kamu yararı için gazetecilik yapacağım gibi bir kaygı genelde ana akım medyada ne yazık ki gözlemleyemiyoruz. Belki bu anlamda biraz daha belki ütopik geliyor bu söylediklerim tabii, bağımsız medya nasıl olacak? Ama en azından birtakım örnekler üzerinden gidilebilir. Biraz Amerikanvari belki kamusal gazetecilik, hak odaklı habercilik; yani yurttaşın da katılımı. Medyada da böyle değil mi? Herhangi bir etnik grubun haberini yaparken gidip ona soracaksınız. Yurttaş gazeteciliği o. Ondan bağımsız gidip de emniyet teşkilatından, İçişleri Bakanlığı’na bağlı ne oldu olay diye değil, sadece kurban değil olay, sebebine inme. 5N1K’da neden sorusuna yanıt arama, bizde hep ne oldu?
Kamuoyunun duyarlılığını ve farkındalığını artırma konusunda gerçekten medyaya önemli görev düşüyor. Şüphesiz bu nefret suçu haberlerinin veriliş biçimleri ile ilgili de sorunlar var. İşlenme nedenlerinin irdelenmesi, Neden sorusuna cevap aranması gibi, kurbanın suçu hakkettiğine dair önyargılı tutum, karmaşık sorulara yanıt bulmak esasında kolay değil.

Haber üretim ve sunum aşamalarında nefret suçlarının hedefindeki grupların temsili ve katılımı göz ardı edilmemeli

Medyanın belki de bu nefret söylemini, nefret suçlarını hep insan hakları odaklı habercilik bağlamında ele alması daha önemli. Haber üretim ve sunum aşamalarında nefret suçlarının hedefi konumundaki grupların temsili ve katılımını göz ardı etmemesi lazım. Yani medyanın biz ve onlar kutuplaşmasına katkı payı olmaması lazım. Zaten tamamen öyle bir siyasi konjonktür içinde ki, zaten ciddi bir gergin bir ortamdayız, medyanın da bunda rolü olmaması lazım. Aksine iyi niyet, anlayış, kültürler arası saygıya dayalı bir diyalog için zemin hazırlaması gerektiğini düşünüyorum.

Şu anda Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey barış gazeteciliği. Sorumlu gazetecilik, ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasının tuzağına düşmez, yalnız ‘bizim’ taraftaki liderlerin çözüm önerilerini değil, tüm barış girişimlerini değerlendirerek haber yapar. Bu konuda yalnız medyaya değil şüphesiz, iktidara ve muhalefete de büyük görev düşüyor.

Bu nedenle başta siyasetçiler olmak üzere kamuoyunda tanınmış, bilinen kişilerin bu içerikteki ifadeleri kullanmaması gerekmektedir. Hele ki ülkemizde gazetelerin büyük bir bölümünün siyasetçilerin açıklamalarını birebir manşetlerine taşıdıklarını göz önünde tutacak olursak bu durumun ne tür vahim sonuçlar doğuracağını tahmin etmek zor değil.

Yeni medya nefret söylemi üreten gruba güç ve önem atfediyor

Geleneksel medyada var olan nefret söylemi yeni medyada kendini nasıl gösterdi ve şekillenmeye devam etti? Yeni medya nefret söylemi kullanımını daha da ‘zenginleştirmiş’ veya ‘estetize’ etmiş olabilir mi?
Hızlı yayılım, etkileşimsellik gibi özellikleri nedeniyle nefret söylemi yeni medyada çok daha kolay üretiliyor. Bir yandan kişi belirli bir gruba aidiyeti yüzünden aşağılanıyor, hedef gösteriliyor. Diğer yandan nefret söylemi üreten gruba güç ve önem atfediyor. Bu açıdan sakıncalı. Bazı gruplar bu yolla kendi değerlerini artırma yanılsaması içinde ‘diğerlerini’ değersizleştirme ve itibarsızlaştırma sürecine müdahil oluyorlar. Özellikle de ‘hayali cemaatlerin’ yaratıldığı sosyal medyada tehlikeli olabiliyor. İnsanlar birbirlerine gaz vererek ırkçılığı, şiddeti körükleyerek belli grupları hedef alıyorlar. Resmen tetikçilik yapılıyor. Bu her zamanda çok sistematik, planlı programlı yapılmıyor ama adeta linç kampanyasına dönüşebiliyor, dikkatli olmak lazım.

Nefret söylemi ile ifade/düşünce özgürlüğü kavramlarını nasıl ayırmak ve fark etmek gerekir? Bir medya profesyoneli bir birey ya da gruba karşı herhangi bir konuda eleştiri getirirken nelere dikkat etmeli?
Tartışmalı bir konunun nefret söylemi kapsamına girdiğini iddia ettiğiniz yerde, ifade özgürlüğü ihlaline ilişkin eleştiriler gündeme geliyor. ABD’yi örnek verelim… Düşünce özgürlüğüne vurgu yapılarak, özgürlüğe ancak ‘şiddeti teşvik etme’ durumlarında kısıtlama getirileceği belirtiliyor. Her özgürlük gibi ifade özgürlüğünün de bir norm alanı mevcuttur. Örneğin çocuk pornografisinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi imkânsızdır. İfade özgürlüğü yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız, ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan çarpıcı, şoke edici, rahatsız edici bilgiler için de uygulanır. Bunlar nefret söyleminin kapsamına girmez. Ancak nefret söylemi niteliğindeki ifadeler de sert eleştiri sayılmıyor ve koruma görmüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nefret söylemini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiyor tabii ki. ABD yargısı, kıta Avrupası’nın ırkçılık olarak gördüğü söylemleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyor”, ABD’de devlet tartışmanın tarafı olarak yer almayı reddediyor ancak şahsi tazminat yoluna başvurulmasını öneriyor.

Medya okuryazarlığı medyada şiddetle başa çıkmanın yollarından biri

Nefret söylemi ve medya şiddetine karşı doğru bir medya okuryazarı olmak değerli midir? Medya okuryazarlığı kavramı bu bağlamda değerlendirir misiniz?
Burada medya okuryazarlığının devreye sokulması önemli zira medyada şiddet ile başa çıkmanın en önemli yollarından biri. Aynı zamanda, demokratik toplumlarda katılımın sağlanması açısından önemli olduğu kadar, sosyal adaletin ve eleştirel vatandaş olmanın gereklerinden birini de oluşturmakta. Bazı eleştirmenler “medya okuryazarlığını bir ‘felsefe’, ‘sonsuz bir süreç’ ve ‘eleştirel bir düşünce biçimi’ olarak algılamak gerektiğini düşünmekteler. Bu düşünce biçimini şu maddelerle özetlemek mümkündür; fanteziyi gerçekten ayırma yeteneği, medya mesajlarının belirli sonları olan yapılar olduğunu anlamak, medyanın bölgesel/küresel topluluklardaki ekonomik, politik, sosyal ve kültürel rolünü anlamak, insanın kendisinin ve diğerlerinin demokratik haklarını anlaması; uzlaşma, direniş, kültürel kimlik, vatandaşlık vs. gibi.

Etiketler

İlgili enformasyon

1 thought on “Yasemin İnceoğlu: Medya iyi niyet, anlayış ve kültürlerarası saygıya dayalı bir diyalog için zemin hazırlamalı”

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak