15Temmuz akşamı gerçekleştirilen darbe girişimi sonucunda Doğan Medya Grubu’na ait CNN Türk ve Kanal D binası askerler tarafından basılmış bazı çalışanlarsa askerler tarafından darp edilmişti. O gecenin tümüyle içinde olan ve asker tarafından darp edilen Haber Kameranı Ahmet Akpolat ile o gece yaşadığı travma ve sonrasındaki psikolojisi üzerine dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
O gece neler oldu?
Darbe gecesi evdeydim. Sosyal medyadan ilk karmaşık bilgiler almaya başladığımda gazeteci arkadaşlarımla neler oluyor diye konuşmaya başladım. En son düşüncemiz darbe olma ihtimaliydi. Köprüdeki tankları görünce hep birlikte kanala gitme kararı aldık. Kanala gelirken Basın Express yolunu kullandım. Yoldayken 3 tane tankın hızlı bir şekilde havalimanına doğru gittiğini görünce kafamda netleşti her şey. Kanala geldikten sonra birkaç arkadaş haber için dışarı çıktık. Çıkar çıkmaz arkadaşlarım darp edildi ve kameraları kırıldı. Daha sonra bekleme kararı aldık. TRT’de bildirinin okunmasından sonra buraya gelirler mi diye düşünmeye başladık. Saat 3 civarı ise helikopter sesi duyduk. Helikopterin indiğini tahmin ederek kameramı da alıp ana kapıya doğru koştum. Kapıya iner inmez karşımda 7 asker gördüm.
‘Askerlerden 5’i rütbesiz 2’si rütbeliydi ama rütbeleri söküktü’
Askerlerden 5’i rütbesiz 2 rütbeli ama rütbeleri söküktü. Sonra bağırarak kendilerine müdahale etmemeleri gerektiğini söylediler. Haber koordinatörümüz Ali Güven askerlere bunun yasal olmadığını söyledi. Ama tabii askerler kimseyi dinlemiyorlardı. Akabinde ben de çekim yapmaya başladım. İlk etapta çekim yaptığımı fark etmediler. Ne yapmak istediklerini, ne aradıklarını bilmiyorlardı. Bu durum gözlerinden anlaşılıyordu. Rütbeli askerlerden biri 1. katta benim çekim yaptığımı fark etti. Beni işaret ederek “kapat o kamerayı” diyerek üzerime yürüdü. Ben de geri yürürken haber koordinatörümüz araya girdi. O, askerle ilgilenirken ben hemen kartımı güvenli bir yere koydum. Çünkü biliyordum beni yakaladıklarında ya kameramı alacaklardı ya da kartımı. Daha sonra 2. kartımı takıp sesin geldiği tarafa yöneldim. Merdiveni kapattıkları için asansörle ikinci kata çıktım. Çıkar çıkmaz karşıma az önce üzerime yürüyen rütbeli asker üzerime koştu ve kamerayı ver dedi. Kamerayı kendisine doğru çekmeye başladı aynı anda ben de kendime çekiyordum. Akabinde diğer askerler de ona destek olarak kameramı çekiştirmeye başladılar. Bu sürede kameram hasar gördü ve kırıldı. İletişim kurmak mümkün değildi, sadece “kamerayı ver!” diye bağırıyorlardı.
‘Ver şu kamerayı yoksa vururum’
Kanal D Haber Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Sarılar da oradaydı. Kendisi askerlere müdahale etmeye çalıştı. Ben o sıra “çekim yapmıyorum bırakın gideyim” demeye başladım. Kameramı hala vermemiştim. Rütbelilerden biri bana “köşeye gel o zaman” dedi. Muhtemelen beni güvenlik kameralarının görmediği bir yere çekmek istedi beni. “Bir şey çekmedim bırakın gideyim” demeye devam ediyordum. Asla bırakmıyorlardı. Silah olup olmadığından emin değilim ama vücuduma sert cisimler çarpıyordu. Rütbeli asker çok sinirlendi ve “Ver şu kamerayı yoksa vururum” dedi. Ben de refleksle “vurursan vur vermeyeceğim” dedim. Bu lafımdan sonra daha çok sinirlendi ve boğazımı sıkarak beni itti. Diğer er de boğazımı sıkarak yere yatırmaya çalıştı. Süleyman abi araya girdi. Bayağı bir mücadele oldu aramızda. Sonra bir şekilde oradan kurtulmayı başardım.
Bu süre zarfı içinde psikolojiniz nasıldı, korktunuz mu?
Biz kameramanlar mesleki hayatımızda küçük korku ve endişeler hep besleriz. Ayrıca savaş bölgeleri ve toplumsal olayların içinde de çok çalışmışlığım var. Dolayısıyla hep endişe duyardım. Bu da kendimi daha güvenli hissetmeme neden olurdu. Açıkçası ben hayatımda ilk defa bu kadar korktum! Daha önce bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Ama bu korkuyu askerlerle yaşadığım olaylarda değil, kanala gelirken yolda gördüğüm tanklarda yaşadım. Niçin korktuğumu ise tanımlandıramıyorum; kendim için mi, ailem için mi, ülkem için mi?
Bu korkunun temeline indiğimizde bunun fiziksel değil, başka türlü bir korku olduğunu söyleyebilir miyiz? Otobanda tank görmek de alışık olduğumuz bir şey değil.
Ben Batı’da doğdum ve büyüdüm. Üniversite bitene kadar da Doğu’yu çok görmüşlüğüm yoktur. Mesleğe başladıktan sonra savaş ve Doğu bölgelerimize çok fazla iş seyahati yapmak durumunda kaldım. Oradaki çocuklar tank veya benzeri şeylerle çok daha önce tanımışlar ve onların travmasını anlayabiliyorum. İşte 15 Temmuz’da buradaki çocuklar da bu hisse kapıldı. Bu bir travmadır. 80 darbesini anlatan büyüklerimiz pek tabii etkisinden çıkmışlardır ama bu durum onların bilince bir travmadır, bu devam eder ve hep anlatırlar. İşte bizim de 15 Temmuz’u hep hatırlayacağımızı düşünüyorum. Üstelik tarihteki hiçbir darbede savaş uçakları yoktu fakat bunda vardı. İnsanlar sonic patlamaları sabaha kadar bomba zannetti ve sabah uyandıklarında dışarı baktılar bir yer bombalandı mı diye, bilmiyorlardı yani.
Peki burada stajyerler dahil pek çok farklı yaş grubunda çalışan insanlar var. İnsanların durumu neydi, neler yaptılar, neler hissettiler, neler gözlemlediniz?
Gece stajyerler yoktu tabii. Ama ertesi günü haftasonu olmasına rağmen; belki risk alıp belki de ailelerinden gizlice birçok stajyer buraya geldi. Bizimle o heyecanı paylaşmak ve tarihe tanıklık etmek için… Tabii birçoğu için ekstra bir deneyimdi; hem buradaki gazeteci adayı arkadaşlar için hem de sokaktaki genç arkadaşlar için. Ayrıca TRT’yi saymaz isek burası sembolik bir yer; asker tarafından kuşatılan bir yer olduğu için. Dolayısıyla birçoğu geldi buraya; hepsi bilinçli olarak bakıyor olaya ama sıcağı sıcağına çok daha tahlil edemediklerini de düşünüyorum.
Bu durum bir yerde toplumsal travma niteliği taşıyor ve bunu lanse etme noktasında siz medya çalışanlarına çok büyük iş düşüyor. Sosyal medyada ise büyük bir kargaşa ve kaos yaşandı. İnsanları belki de gereğinden fazla korkutan şeyler yazıldı, çizildi, paylaşıldı. Mesleğinizi bir de bu travma perspektifinde niteler misiniz?
Bilemiyorum, belki de 15 Temmuz bir travma olmayacak insanlar için. 1980 veya daha önceki darbelerde de bu kadar insan ölüyordu belki de. Tam tersi de olabilir; insanların özgüveni yerine geldi veya güçlendi de diyebiliriz. Girişimden beri hala sokaktayım. İnsanlara bir özgüven geldi. İnsanlar darbe girişimde bulunan askerlerin silahlı da olsa başarılı olmayabileceklerini gördü, anladı. Başarılı bir darbe olsaydı bu kadar insan ölürdü diye düşünüyorum. Başarısız oldu yine bu kadar insan öldü. Ölümler sayısal anlamda çok fark etmeyecekti. Ama bu sefer demokrasi anlamında insanlara bir özgüven geldi; sokağa çıkmak hep tartışılırdı fakat sokak meşrulaştı. Ölen veya yaralananlar için tabii ki çok kötü bir durum fakat ülkemiz için travmadan öte, insanların özgüvenini yükseltici bir durum diye bakıyorum.
Fakat buradaki travmayı da iyi tanımlamak gerekiyor. Sonuçta her gün böyle şeyler yaşamıyoruz. Medyanın travması da söz konusu.
1980 darbesinde bu kadar televizyon kanalı olsaydı belki o darbe de gerçekleşmeyebilirdi. Halk darbeyi sokağa çıkarak engelledi ama insanlar basın yoluyla sokağa çıktı. Bunu bir bütün olarak düşünmek lazım. Medyanın rolü, içinde olduğum için de çok değerli olduğunu biliyorum. Bu durum toplumun büyük bir kesimine de yansıdı.
O gece sağlıklı veya tek ses olabilmiş bir medya görebildik mi?
Şimdiki zamanda medya çalışanlarının ortalama olarak 10-15 yıldır mesleğin içinde olduklarını düşünürsek hiçbirisi en son yaşanan darbede mesleğini icra etmedi. O zaman çocuk veya öğrencilerdi. Dolayısıyla çalışanların hiçbirinin darbe deneyimi yoktu. Mesela gelecek yıldaki 1 Mayıs’ta benim 15. 1 Mayıs’ım olacak. Artık neler olacağını nasıl hareket etmem gerektiğini biliyorum bir haber kameramanı olarak. Fakat tabii ki darbe öyle değildi.
‘Herkes gazetecilik refleksiyle hareket etti’
Dolayısıyla herkes gazetecilik refleksiyle hareket etti veya müdahale etti. Benim kamerayı askerlere vermemem buna bir örnek. Eğer ben kamerayı vermiş olsaydım, “benden değerli değil, istediler verdim” derdim, kimse de hesap soramazdı. Ama o an ki gazetecilik refleksi ve psikolojisiyle vermedim. Editörler, muhabirler, müdürlerimiz hepsi bu anlayış veya idrakla hareket etti. Bir plan ile değil. Herkesin gazetecilik deneyimi var ama darbe deneyimi olmadığı için bu refleksle hareket edildi. Bu durum sonucunda da silahlı tarafın yanlış bir şey yaptığı lanse edilmiş oldu. Medya tarafından bu şekilde gösterilince inanılırlık arttı. Bunun sonucunda da insanlar sokağa çıktı. Hem bunun hem de Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından sonra darbenin yönü belli oldu. Durumlar böyle gelişmeseydi her şey karışabilirdi.
Peki bundan sonraki süreç hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce nasıl işleyecek?
Bundan sonraki süreç için düşüncelerim yorum değil, tahmini olur. Çok fazla detaylandırarak söylemek istemem. Ama medyanın durduğu nokta olarak; daha sağlıklı ve işini daha iyi yapan bir medya göreceğimizi söyleyebilirim. Veya en azından iyileşmeye bir adım daha yaklaşacağını düşünüyorum. Halk, özgür ve bağımsız bir medyaya ihtiyacın olduğunun ve bunun çok önemli olduğunun farkına vardığını düşünüyorum. Sokaktaki insanlar dahil herkes böyle bakıyor, bir süre aha böyle bakacaklarını düşünüyorum. Bir süre daha diyorum çünkü toplumun psikolojisi de değişebilir yarın bir gün bilemiyorum. Darbe girişiminden sonra bile sokakta biz gazetecilere itibar artmaya başladı. Her kesim için söyleyebilirim bunu. Bu anlamda iyi şeyler yaşanacak ama ülkenin gidişatı konusunda çok fazla bir şey söylemek istemem.
Siz bir haber kameramanı olarak pek çok farklı nitelikte ortamda bulundun buna kaos ortamları da dahil. Şu an toplumda var olan birleşmişlik durumunu nasıl algılıyorsunuz? Sence sağlıklı veya bilinçli mi?
Bence bilinçli değil. Ama işlerine geldiği, ortak paydada buluştukları için birleşmiş olmaları bilinçsizlik değil. “Bir düşman var ve ona karşı birleşiyorum” diye düşünebilirler, bu bilinçli. Ancak bunun çok temelli olduğunu düşünmüyorum. Bunun bir gecede aniden olmasıyla da açıklanabilir, sağlıksız ve temeli yok. Yarın bir gün biri diğerine “lan” dese yine tersine dönebilir her şey. Ama tabii umuyorum ki ben yanılıyorumdur.
Şu an bana anlattığınız her şeyin o gecenin sabahında düşündüğünde neler hissettiniz? Önce bir insan sonra bir gazeteci olarak…
Böyle sıcak durumlarda olay esnasında hiçbir şey düşünemezsin. Mesleki bilinçle olan sadece belgelemeye odaklanırsın. Olay durulduktan sonra da oturur, bir sigara yakıp sonra değerlendiririz. Tabii bu çok kapsamlı bir iş olduğundan sabah 6’a bittiğinde buradaki kargaşa ve kaos ben sonra köprüye yayına gittim. Akşam 8 olduğunda da evet gittim. 40 saatlik bir uykusuzluk olmasına rağmen gözüme asla uyku girmedi, sabaha kadar düşündüm. Düşünme sürecine çok geç başladım. Akşam 8’e kadar 40 saat boyunca bütün duyularımla farklı nitelikte ve şiddetlerde enformasyona maruz kaldım. Öte yandan köprüde tanklar, o tankların üstündeki insanları görüyorum. Yoldan giderken savaş bölgelerini andıran anlar yaşıyorum. Kenarda bir tank, arabayı ezmiş; araba kâğıt gibi, bu süre zarfında hala enformasyon almaya devam ediyorum. Yani bunlar normal değildi. Ne zaman ki eve gittim sakin bir şekilde o enformasyonları idrak etmeye çalıştım. Hepsini tattım ve inanamadım yaşadıklarımıza.
Peki düşünmeye çalıştığınız o süre zarfında ne sordunuz kendinize?
Bir insanın kendine soracağı ama asla sesli soramayacağı şeyler sordum. Belki çok sağlıklı değil ama darbe gerçekleşseydi neler olurdu diye de düşündüm. Daha sonra genelden özele doğru inmeye başladım. Mesela kanalı ele geçirselerdi sabaha kadar yayına müdahale etselerdi ne olurdu diye düşünmeye başladım. Daha özele inip, o asker “vururum” dediğinde benim tepkim sonucunda beni vursaydı neler olurdu diye düşündüm. Kimler üzülürdü, ailem ne yapardı ne kadar üzülürdü, ailem var, sevdiklerim var diye öyle öyle bayağı genelden özele doğru birçok şey düşündüm, sorguladım.
Peki pişman olduğunuz şeyler oldu mu bu düşünme ve sorgulamalar içinde?
Doğrudan dahil olduğum benim kendi olayım. Ondan da pişmanlık duymadım. Yaptığımın çok mantıklı olduğunu düşünmüyorum, risk almadığımı bunun refleksiv bir hareket olduğunu biliyorum ama tabii ki yine de pişman değilim. Eğer aksi bir şey olsaydı, yaralansaydım pişman olurdum. Ama hayat, iş; daha önce de bu kadar şiddetlisi olmasa da başımıza çok geldi. Haber kameramanları olarak hazırlıklıyız tabii. Ama mesela şimdi konuşalım; bir daha ki ay darbe olacak, askerler gelecek ve benden kamerayı isteyecekler diyelim, ben direkt “tamam” diyerek kamerayı verirdim. Benden daha değerli olmadığını bilerek. Ama yaşadığımız durum bir refleks. Çünkü o an ki duygular düşünmeye fırsat vermiyor. Bilgi, birikim, bilinçaltı ve refleks karar veriyor.
Bütün bu yaşadıklarınız sonucunda gazetecilik mesleğine dair bir şeyler söyler misiniz?
Gazeteciliğin kutsal bir meslek olduğunu düşünmüyorum. Yani önemli, değerli, topluma yön verebilecek ve bilinçlendirebilecek bir meslek ama kutsal olduğunu düşünmüyorum. O zaman bu anlayışla her mesleği kutsallaştırabiliriz. Gazetecilik kutsaldır, madencilik kutsaldır, maaşlı din adamlığı kutsaldır diyerek bunun önünü alamayız. Ama gazetecilik mesleği tabii ki değerli.