
Fotoğrafçılık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ustalarından biri Ara Güler. Çektiği fotoğraflarla bize çok önemli bir miras bıraktı. Gururla gelecek nesillere aktaracağımız her yönüyle hem evrensel hem de bizden bir miras bu. Görsel tarihimizin hafızası olan Ara Güler’i geçtiğimiz yıl ekim ayında kaybettik. Onu doğum günü olan 16 Ağustos’ta minnetle anıyoruz.
Fotoğrafın büyük ustası Ara Güler’i geçtiğimiz yılın ekim ayında kaybettik. Güler hem Türkiye hem de dünya tarihinin önemli bir kısmına tanıklık etti, fotoğraflarıyla tarihi resmetti. Çektiği İstanbul fotoğrafları bu tarihin en somut ve en güzel örneklerinden oldu. Güler’in fotoğrafları fotoğrafçılık sanatıyla basın fotoğrafçılığını bir araya getirdi. Her çektiği fotoğraf hem sanat hem de o döneme ait önemli bilgiler içeriyordu. Böylesi görülmüş bir şey miydi? Yaşasaydı 16 Ağustos’ta 91. yaşını kutlayacaktı. Biz de bu vesileyle Ara Güler’i anmak istedik ve neredeyse kurulduğu günden bu yana hemen her gün gelip gittiği Beyoğlu’ndaki Ara Kafe’yi ziyaret ettik. Kafenin ortaklarından Hakan Kartoğlu ile bir araya geldik ve “Ailemizden biri” dediği Ara Güler’i konuştuk. İşte sohbetimizden öne çıkan başlıklar…

Hakan Kartoğlu abisi Yaşar Kartoğlu ile 19 senedir Ara Kafe’yi işletiyor. Abisiyle her zaman bir kafe açma fikirlerinin olduğunu söyleyen Kartoğlu burayı kiralamış 2001 senesinde. Önceden demir atölyesi olarak kullanılan bu mekânı bir kafeye dönüştürmek istemişler. Kafenin adına da şöyle karar vermişler: “Biz burayı kiraladıktan sonra Ara Bey geldi. ‘Ne yapıyorsunuz çocuklar’ dedi. ‘Kafe açmayı planlıyoruz’ dedik. O da çok sevindi. ‘İyi yapıyorsunuz’ dedi. Çünkü eskiden burası rezalet bir sokaktı. Ne polis ne de zabıta girebilirdi buraya. Hem ara sokakta olması hem de Ara Güler’in binasının olması nedeniyle bu ismi koyduk. Bu fikir Ali Konyalı diye bir arkadaşımızdan çıktı. Sonra bu durumu Ara Güler ile paylaştık. O da eşi Suna Hanım’a bir sorayım dedi. Böylece izin almış olduk.”
EN BÜYÜK PİŞMANLIĞI ÇOCUK YAPMAMAKTI
Hakan Kartoğlu ile sohbetimizi Ara Güler’in masasında yaptık. O hep burada otururmuş. Öyle ki müşteriler buraya oturduğunda, eğer o geldiyse müşterilerden kalkmaları rica edilirmiş. Masanın üzerinde Ara Güler’in ismi bile yazıyor. Duvarlarda ise onun fotoğrafları. Bu fotoğrafları kendisi hediye etmiş. Böyle bir atmosferde başlıyoruz sohbete. İlk olarak Ara Güler nasıl biriydi diye soruyorum Hakan Bey’e. Şöyle anlatıyor: “Dışardan bakıldığında aksi veya sinirli gibi görünebilirdi. Ama aslında kesinlikle öyle bir insan değildi. Sert bir mizacı vardı ama gerçekten çok iyi kalpli biriydi. Özellikle çocuklar çok severdi. En büyük pişmanlığı çocuk yapmamaktı. Hep öyle derdi. Çocuklarla arası çok iyiydi, çok severdi. Karşısındaki insanı tanıdıkça onunla daha çok şey paylaşırdı. Daha çok şey konuşurdu. Fotoğraflarına çok değer verirdi. ‘Ben sizden daha Türk’üm’ derdi. ‘Ülkemi sizden daha çok seviyorum’ derdi. Gerçekten de Türkiye’yi çok severdi. Türkiye’de kendisine karşı yapılmış bir baskı veya başka kötü bir şey olmadığını söylerdi hep.”

HAYAT MÜCADELESİNİ HİÇ BIRAKMADI
“Ara Güler’i tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum” diyor Hakan Kartoğlu ve ondan neler öğrendiğini şöyle özetliyor: “Ondan ne olursa olsun hayat mücadelesini bırakmamayı öğrendim. 90 yaşında bile olsanız çabalayın. Ben yaşlandım hiçbir şey yapmayım gibi bir durum yok. Hayata bağlı kalın, hedefinizde ne varsa onu başaracağınıza inanın. Bütün bunları ondan öğrendim. Kitaplarda dahi okuyamayacağım şeyler öğrendim ondan.” Güler eğer bir işi yoksa her gün gelirmiş kafeye. Öğleden sonraki saatleri tercih edermiş genelde. “Bünyesi çok güçlüydü. Diyalizden çıktığında bile gelirdi. Gelir yemeğini yer, akşam 8-9’a kadar arkadaşlarıyla sohbet ederdi.” diyor Kartoğlu ve ekliyor: “Biz ona bazen dede derdik. O da ‘bana dede demeyin. Büyükbaba deyin bari’ derdi. Ama biz genellikle Ara Bey diye hitap ederdik. Diyaloğumuz iyiydi. Bazen sinirlenir kızardı, söylenirdi. Örneğin sıcağı severdi. Burası soğuksa ‘neden çok soğuk? Kaloriferler neden yanmıyor?’ diye söylenirdi hemen. Ya da yorgun ve gergin olduğu zaman gürültü varsa ‘Çok konuşuyorlar bunlar, neden bağırıyorlar?’ diye kızardı. Böyle durumlarda onu hemen hoş etmeye, yumuşatmaya çalışırdık. Güncel şeyler de konuşurduk, eski anılarını da paylaşırdı bizimle. Gezdiği ülkelerden bahseder, fotoğraf çekim sırasındaki anılarından bahsederdi. Eski İstanbul’u da çok anlatırdı. Eskiden İstanbul’un daha iyi olduğunu, eski İstanbul’u özlediğini söylerdi. Konuştuğumuz şeyler biraz onun keyfiyle de ilgiliydi. Keyfi yerindeyse çok şey anlatırdı. Ama keyifsiz veya gerginse çok konuşmayı sevmezdi.”
YAŞAMAYI SEVEN BİR İNSANDI
Vefatından bir süre önce ayak parmağında bir yara çıkmış. Sonra o yarayı iyileştirmeye çalışmışlar daha sonra da hastaneye yatırmışlar. Kartoğlu bu süreci şöyle anlatıyor: “Vefat etmeden önce sanırım ayağını keseceklerdi. Ve o akşam vefat etti. Sanırım o bunu kabullenemedi. Ayağının kesilecek olmasını aklı, fikri almadı. Vücut kendini kapattı diye düşünüyorum. Çünkü eğer ayağı kesilseydi bu Ara Bey’i çok etkilerdi. Bunu kabul edemezdi. Belki de bunu düşünerek o tarafa gitmeyi tercih etti. Pek tabii vakti gelmişti belki ama ben bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum. Ara Bey yaşamayı seven onun için azmi olan eve gidip kendini kapatmayan bir insandı. Enerjisi çok yüksekti. Ölümü çok düşünen bir insan değildi.”
TATLIYI ve LİMONLU ÇAYI ÇOK SEVERDİ
Kartoğlu sohbetimiz sırasında Ara Güler’in tatlı yemeyi çok sevdiğini söylüyor. Özellikle fırın sütlacını çok severmiş. Kafede yiyemese bile mutlaka eve giderken götürürmüş. Sevdiği başka şeyler de varmış: “Devamlı çay içerdi, limonlu çayı severdi. Günde en az bir sade Türk kahvesi içerdi. Onun dışında makarnayı çok severdi. En çok da tavuklu ve kremalısını. Bazen de biz ona köfteli sevdiği bir yemek vardı onu yapardık. Hesap ödetmezdik tabii ki. Onun sonsuz bir kredisi vardı burada. Onun ve misafirlerinin burada öyle bir ayrıcalığı vardı. Zaman zaman evine giderdik zaman zaman da bizi yemeğe götürürdü. ‘Hadi gidelim çocuklar’ deyip bizi tatlı yemeye yemek yemeye götürdü. Bazen Boğaz’a, bazen Nişantaşı’na giderdik. Evimize yemeğe de gelirdi bazen. Biz burada çalışanlar olarak bir aile gibiydik. O bizim dedemiz gibiydi. Belki kan bağı yok ama bir aile gibiydi. Hayatımın 19 senesini onunla birlikte geçirdim. Her gün gördüm onu. İyi günlerini de kötü günlerini de. Bir aile gibi paylaştık her şeyimizi.
DÜNYANIN ŞÖHRETLERİNİ FOTOĞRAFLADI
Dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biriydi Ara Güler. 1953’de Henri Cartier Bresson ile tanışarak Paris Magnum Ajansı’na katıldı. 1958’de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto-muhabirliğini yaptı. 1962’de çok az fotoğrafçıya verilen “Master of Leica” ünvanını kazandı. Skira yayınevince Picasso’nun 90. yaş günü için yayımlanan “Picasso Metamorphose et unite” adlı kitap için Picasso’nun foto-röportajını yaptı. 1975’de ABD’ne davet edildi ve birçok ünlü Amerikalının fotoğraflarını çekti. Dünyayı gezerek foto röportajlar yaptı ve bunları Magnum Ajansı ile dünyaya duyurdu. Ismet Inönü, Winston Churchill, Indira Gandi, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, Imogen Cunningham, Salvador Dali, Picasso gibi birçok ünlü kişi ile röportajlar yaptı ve fotoğraflarını çekti. Mimar Sinan yapıtlarının fotoğrafları 1992’de Fransa’da, ABD ve İngiltere’de “Sinan, Architect of Soliman the Magnificent” adıyla yayımlandı. Aynı yıl “Living in Turkey” adlı kitabı Ingiltere, ABD ve Singapur’da “Turkish Style” başlığıyla, Fransa’da “Demeures Ottomanes de Turquie” adıyla yayımlandı.1994’de “Eski İstanbul Anıları”, 1995’de “Bir Devir Böyle Geçti”, “Yitirilmiş Renkler ve Yüzlerinde Yeryüzü” fotoğraf kitapları yayımlandı. Güler’in fotoğrafları Paris Ulusal Kitaplıkta, ABD’de Rochester Georg Eastman Müzesi’nde Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu’nda bulunuyor.