KritikManşetToplum

Bir şehri tasarlamak: İstanbul

Geçmişi neredeyse insanlığın başlangıcına dayanan İstanbul’u bugüne göre yeniden tasarlamak mümkün mü? Modern şehir görüntüsünü sağlayacak ve hayatı kolaylaştıracak yürüyen merdiven gibi uygulamalar ve tasarımlar şehre ne katar? Şehri, hafızasını yitirmeden tasarlarken öncelikli ihtiyaçlarımız neler olmalı? Sorduk, soruşturduk…

20. yüzyılın başlarında bir süre İstanbul’da yaşayan Macar Mimar KárolyKós, daha sonra İstanbul ile ilgili olarak yazdığı kitapta, “İstanbul bir şehir idi, herhangi bir şehir değil” der. Bu çok önemli bir tespit. Dünya üzerinde çok sayıda şehir vardır, ama bazıları farklıdır, onlar gerçekten şehirdirler, herhangi bir şehir değil. Günümüzde nüfusu 15 milyonu aşan ve geçmişi son kaynaklarla 8.500 yıl öncesine uzanan bir şehirde yaşıyoruz; İstanbul’da. Peki, bu değerin farkında mıyız? Bu şehri yeterince sahipleniyor ve bu bilinçle yaşıyor muyuz? İstanbul’un tarihi ve doğal güzellikleri, zengin kültürü ve fiziksel mekânları gibi olumlu durumlarının yanı sıra birçok sorunu da bulunuyor. Bu sorunlar arasında teknik boyut, mimari, şehir bilinci, felsefi arka plan, kavrayış, duyuş ve hissediş gibi etkenler yer alıyor.

Bu yıl 11-12 Mayıs tarihleri arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bu sorunların konuşulduğu ve çözüm önerilerinin bir rapor haline getirildiği bir çalıştay düzenlendi. Bu çalıştayda birçok komisyon katılımcılarıyla bir araya gelerek İstanbul hakkında çeşitli konularda raporlar hazırladı. O komisyonlardan biri de “İstanbul’u Tasarlamak: 2023’ten 2053’e” idi. Komisyonun sonuç raporunda şu maddeler kayıtlara geçti:

  • İstanbul tüm paydaşlarla birlikte, kent ve kamu yararı öncelenerek tasarlanmalıdır.
  • İstanbul doğal ve ekolojik yapısı, ormanları, su havzaları, kıyıları ve biyolojik çeşitliliği korunarak geleceğe uzanmalıdır.
  • İstanbul; Kocaeli Sakarya, Yalova, Bursa ve Çanakkale’yi de içeren Marmara ve Trakya bölgesiyle birlikte bütüncül olarak planlanmalı, tarihi ve sektörel rolleri yeniden belirlenerek nüfusu kontrol altına alınmalıdır.
  • İstanbul, teknolojinin günlük yaşama getireceği değişiklikleri dikkate alan ve esnek planlama stratejilerine imkân tanıyarak yarınlara ulaşmalıdır.
  • İstanbul’un çok katmanlı somut ve somut olmayan değerleri kayıt altına alınmalı, şehri koruma stratejileri belirlenmeli ve söz konusu strateji gelecekteki gelişme planlarıyla ilişkilendirilmelidir.
  • İstanbul; tarihi yarımada, Boğaziçi, Üsküdar, Galata, Eyüp ve Adalar’ın nüvesini oluşturduğu çerçevede ve sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda korunmalıdır.
  • İstanbul bölgesi ve çevresiyle birlikte bütüncül olarak planlanmalı ve duyarlı özgün tasarımlarla geleceğe taşınmalıdır.
  • İstanbul’un kimliğini ve hafızasını oluşturan eğitim ve kültür gibi kamu kurumları özgün yer, yapı ve işlevleriyle geleceğe aktarılmalıdır.
  • Kentsel dönüşüm, yenileme ve gelişme alanlarında sadece fiziksel yapının değil, sosyal yapının da mahalle kültürü dikkate alınarak sürdürülebilirliği sağlanmalıdır.
  • Yaya dostu, herkes için erişilebilir ve toplu taşımanın öncelendiği bir İstanbul hedeflenmelidir.
  • Şehrin geleceğini etkileyen çok büyük ölçekli eğitim, sağlık, spor ve ulaşım projelerinin tasarım ve uygulamaları tüm paydaşların katılımı sağlanarak ve kent hakkı gözetilerek hayata geçirilmelidir

CELALEDDİN ÇELİK: ŞEHRİ TASARLAMAK İNSANLA BAŞLAR

Celaleddin Çelik

Komisyon katılımcılarından biri olan Mimar Celaleddin Çelik İstanbul’u şöyle tanımlıyor: “Bu şehir çok katmanlı biraradalığın Osmanlı elinde son ve en olgun şeklini aldığı bir anlayışın ürünü, masalsı ve capcanlı bir şehir.” Çelik’e göre İstanbul ancak kıymetinin bilincine varan, birbirine karşı duyarlı, nazik, kibar insanların eliyle korunabilir. Bireyin aidiyeti küçük ölçekte aile, mesken, okul, meslek, muhitten büyük ölçekte şehir, ülke, dine doğru gidiyor. Şehir bu yelpazede medeniyetin ve beraber yaşama kültürünün somutlaştığı en önemli basamaklardan biri. İnsanın otomobili, evi kadar şehrini de sahiplenmesi, orada mutlu olabilmesi için en önemli başlangıç.

HASSASİYETLER VE İNCELİKLERİ GÖZETEN YAPILARA İHTİYAÇ VAR

Peki, İstanbul’un tarihi ve estetik dokusunu korumakla beraber nasıl dokunuşlara ihtiyacı var? Çelik bu konu hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Fazla vurgulandığında ‘koruma’ mitinin adeta sadece mevcut olanı donduran, bugünü ve geleceği reddeden nostaljik bir çağrışımı var. Hâlbuki bugün korumalıyız dediklerimizi bizden öncekiler rahatlıkla inşa ettiler. Onlar bazı hassasiyetleri ve incelikleri gözeterek inşa ettikleri için yaptıklarını kıymetli ve korumaya değer buluyoruz. Bugün de benzer nitelikleri duyan yapılar inşa etmeliyiz, edebiliriz, bizden sonrakiler de onları korumaya kalkmalı.”İnsana, geçmişe, tabiata ve şehre duyarlı, kendinin, başkasının veya geçmişin taklidi olmayan özgün yapılara ihtiyacımız olduğunu belirten Çelik, uluslararası taklitlerin şehirliyi kimliksizleştirdiğini, geçmişin taklitlerinin ise adeta “çağdışısın” mesajı verdiğini savunuyor. Çelik’e göre özgünlükle bu sıkışmaya bir çıkış yolu aranmalı.

BANLİYÖLER ÇÖZÜM OLABİLİR

Şehrin tasarlanması nüfus ve o nüfusu oluşturan bireylerden bağımsız düşünülemez. Nüfus baskısı şehirleri olumsuz yönde etkileyen en önemli unsurlardan biri. Ancak Çelik, bu durumun tek başına bir mazeret olmaması gerektiğini söylüyor. Çelik’e göre nüfusun kümelenme biçimi, şehirden çapraz hareketi, büyük şehirlerin desantralize olamaması gibi sorunlar planlamayı olumsuz etkiyi artırıyor. Mimar Çelik’in bu duruma getirdiği çözüm önerisi ise banliyöler. Kendi ekosistemini kurabilen, merkezden kaydırılmış ufak banliyöler dünyanın birçok kalabalık kentinde iyi neticeler veriyor. Bir şehri tasarlarken hafızasının korunması da gerekir. Tarihsel yapının muhafaza edilmesi de yine sağlıklı bir tasarımın sonucunda olur. Mimar Çelik, kent, birey ve mekân hafızasını şöyle yorumluyor:

“Şehrin süsü insandır. Hiçbirimiz hafızasız yaşayamayız, şehrin bize sunduğu en kıymetli hediyelerden biri mekânsal hafıza. Şehri tasarlarken şehrin hafızasının bir parçasına müdahale edildiği, belki tahrip edilebileceği bilinci olduktan sonra tasarlamak ve inşa etmek belleği zedelemez. Ama bu hassasiyeti taşımayan bir tasarlama fikri, yıkıcı bir eylemden ibaret.”

İstanbul’un tasarımında önceki dönemlerde ihmal edilen bir gerçek de doğa unsuru. Bu konuda birçok hata sıralanabilir. Celaleddin Çelik, tabiatla kurduğumuz problemli ilişkinin sonuçlarını büyük oranda bizden sonraki nesillere miras bıraktığımızı söylüyor. Yaya dostu ve tümüyle erişilebilir bir İstanbul’un ise mümkün görünmediğini belirten Çelik, otomobil şehir hayatının, televizyon evin merkezinde olduğu sürece romantik söylemlerin çok ötesine geçemeyeceğimizi söylüyor ve ekliyor:“Yaya dostu ve erişilebilir bir şehir, yaya için frene basan, ona yol veren sürücülerle başlar.

SİNAN GENİM: İSTANBUL’DA YAŞADIĞIMIZIN FARKINDA DEĞİLİZ

Dr. Sinan Genim

Ülkemizin hızlı nüfus artışı, köyden kente göçe hazırlıksız yakalandığı bir gerçektir. Hızla şehirleşen nüfusun kendi bildiği gibi yerleşmesi görmezden gelindi. Komisyon üyelerinden Dr. Sinan Genim’e göre bu durum beraberine şunu getirdi: Günümüzde bu şehirde yaşayan insanların çok büyük bir çoğunluğunun hala İstanbul’da yaşadıklarının farkında olmamaları. Bu gerçek ise içinde yaşadığımız şehri benimsemediğimizi ve bu şehirle bir bağ kuramadığımızı gösteriyor.

Dr. Genim, merkezi yönetimin son yıllarda İstanbul’da yaptığı iki düzenlemenin oldukça problemli olduğunu savunuyor. Bunlardan biri; Marmaray’ın Üsküdar Meydanı havalandırma bacaları, metrogiriş-çıkış kapıları. Genim bu planın, çevrede yer alan geçmişe ait güzelliklerin görünmez hale gelmesine yol açtığını savunuyor. Diğer plan ise uzun bir dönem Babıâli olarak anılan imparatorluk yönetim binasının hemen yanına yapılan giriş-çıkış binası. Genim’e göre bu plan ise hem Babıâli’nin görünüşünü etkilemiş, hem de geçmişi Fatih Sultan Mehmet dönemine uzanan Nallı Mescid/İmam Ali Mescidi veya Babıâli Camii adıyla bilinen yüzyılların yapısını görünmez kılmış.

Dr. Genim, şehir üzerine tasarımlar da dâhil bütün bunların kamuoyu-devlet iletişiminde tartışılması gereken konular olduğunu söylüyor. Ancak toplumumuzda yönetimin yapmaya karar verdiği her işin yanlış ve çıkar için yapıldığını düşünen etkili bir kesim bulunduğunu söyleyen Genim, işlerin içeriğinden ziyade bir şartlı bir mücadeleye dönüştüğünü söylüyor. Mimar Genim: “Hâlbuki akıl ve bilgi devreye girse, yapılması değil, ne şekilde ve nasıl yapılacağı üzerinde fikir üretilse şikâyet ettiğimiz pek çok şeyin olumlu bir şekilde çözüldüğünü göreceğiz” diyerek şehir planlamasında devlet ile toplumun arasında kurulacak iletişimin gerekliliğine dikkat çekiyor.

KENTSEL DÖNÜŞÜM YANLIŞ ANLAŞILDI

Devlet son yıllarda kısaca Kentsel Dönüşüm Kanunu adı ile bilinen, 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanları Dönüştürmesi” hakkında bir kanunu yürürlüğe soktu. Bu şehirlerimizi düzenli ve çağdaş alanlar haline getirmek için uygulamaya konulmaya çalışılan bir kanun. Ancak Sinan Genim bunun uygulayıcıların elinde dejenere olduğunu ve sadece yapı yenilemeye dönüştüğünü söylüyor. Sonucu “bir hayal kırıklığı” olarak tanımlayan Genim’e göre kentsel dönüşüm ile yapılması gereken şey yapı adaları oluşturmaktı. “Eğer biraz aklımız olsa idi, bu işin en az bir yapı adası büyüklüğünde yapılmasını sağlayabilirdik. Yapı adalarının mevcut sokaklardan en az beş metre geriye çekilmesi, yolların genişlemesi sağlardı. Yapı adalarının bir bütün olarak planlanması da büyük otoparklar elde edilmesine imkân tanır böylelikle park sorunu da ortadan kalkmış olurdu. Bazı yapı adalarındaki yoğunluk arttırılarak, bazılarında da sosyal donatı alanları oluşturulabilirdi.” Bu uygulamanın da her zaman olduğu gibi yaparım-yaptırmam aralığına sıkıştığını söyleyen Genim, sonucun kırk-elli yıllık bir rötar ve ziyan sermaye olduğunu söylüyor. Özellikle Fikirtepe’nin yeni halini gördükçe içinin acıdığını söyleyen Genim, bu kaos içinde yetişecek gençlerin ruh sağlığından endişe ettiğini belirtiyor.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak