Araştırmacı-Gazeteci Mete Çubukçu Arap Baharı/İsyanları’nı Arap Ayaklanması olarak nitelendiriyor ve söz konusu ‘ayaklanma’nın ortaya çıkış nedeninin, toplumların “özgürlük, adalet ve ekmek” taleplerinden kaynaklandığını söylüyor. Bölgedeki şu anki durumu ise sonrasında ortak olmaktan çıkan söz konusu talepler ve bağlamları üzerinden yorumluyor.
Arap İsyanları/Baharı/Olayları/Ayaklanması, Ortadoğu ülkelerinin toplumsal isyanlarına verilen isim. 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta Muhammed adlı bir gencin, zabıtanın seyyar aracına uyguladığı müdahale sonucunda kendini yakmasıyla başladı ve Tunus’ta ilk ayaklanma gerçekleşmiş oldu. Sonrasında ise adeta domino etkisiyle diğer ülkelere sıçradı ve toplumlar; özgürlük, demokrasi ve ekonomik gerekçeler başta olmak üzere ortak talepleriyle kendilerini ifade etmeye başladı. Bazı ülkelerde öyle veya böyle bir sonuca varılırken bazı ülkelerde ise hala süregelen bir durum olarak devam ediyor. Peki şu an neler oluyor? İlgili konudaki çalışmalarıyla tanınan Araştırmacı-Gazeteci Mete Çubukçu ile “Arap İsyanları’ndan Sonra Ortadoğu ve Medya” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Toplumların ortak taleplerini, söz konusu ülkelerin şu anki durumunu ve bu süreçlerde medyanın durumunu konuştuk.
‘Toplumların ortak talepleri: özgürlük, adalet ve ekmek’
Arap İsyanları’nın Ortadoğu ülkeleri toplumlarındaki ortak çıkışı nedir?
Arap Ayaklanması’nda toplumların ortak taleplerini; özgürlük, ekmek ve adalet şeklinde özetleyebiliriz. Toplumların özgürlük beklentisi, bölgedeki ülkelerin sahip olduğu monarşik sistemdeki antidemokratik yönetim ve diktatörlüklere karşı yükselen yeni jenerasyonun taleplerini kapsıyor. Ekmek ise, genel bütün toplumlardaki yoksulluğu niteliyor. Yani var olan zenginliğin tek elde toplanmış olması ve paylaşıma kapalı olması, refaha yatırım yapılmıyor oluşu, çok ciddi bir problem olarak toplumun karşısına çıktı. Bu durum aslında çok görülmeyen ama ayaklanmayı tetikleyen en önemli nedenlerden biri. Adalet taleplerinde ise insanlar hem kendi yönetimleri hem de uluslararası yönetimler tarafından haksızlığa uğradığını düşünüyordu. Yine bununla beraber insanların ‘3. sınıf insan’ muamelesi görüyor olmaları ve var olan baskı durumundan dolayı adalet talepleri vardı. Tabii ki başka nedenler de var fakat bu 3 temel husus ayaklanmanın yaşandığı ülkelerdeki toplumların ortak talepleriydi. Tunus’tan Suriye’ye kadar atılan sloganlara baktığımızda İslamcılar’dan sosyalistlere, milliyetçilerden muhafazakarlara, gençlere ve kadınlara kadar ortak en temel talepler bu 3 noktaydı.
‘Ortak talepler bir süre sonra ortak olmaktan çıktı’
İlgili bölgedeki bireylerin talepleri karşılandı mı yoksa onlar için her şey daha mı kötü oldu
Ayaklanmaların çıkış noktası çok haklı. Hemen hemen toplumların büyük kesimlerinin katıldığı ve başarılı olma durumunun çok yüksek olduğu coşkulu bir süreçti. Ben de bu durumu bizzat o ülkelerde yaşadım. Fakat bu ortak hareket tarzı ve yönetimleri oldukça zora sokan toplumsal mutabakat durumu bir süre sonra ortak olmaktan çıkıp, ayrışmaya başladı. Ortak hareket eden unsurlar bir süre sonra kendi görüşlerini öne çıkarıp diğerlerini geride bırakmaya yöneldi. Yani o ortak zemin mutabakatına uymamaya başladılar ve herkes kendi ideolojik bakışını öne çıkarmaya çalıştı. Dolayısıyla zaten toplumların karşısında güçlü olan yönetimler bu durumu kendi lehine çevirerek zemini kaydırdı. Bunun en büyük örneği Mısır’dır. -Darbeler hiçbir zaman kabul edilmez ancak- Müslüman Kardeşler, Mübarek devrildikten sonra var olan toplumsal mutabakatın dışına çıkarak çok güçlü olduklarını hissettikleri anda kendi başlarına yürümeye başladılar. Bir süre sonra ise yalnız kaldıklarında, ordu bu yalnızlıktan faydalanarak darbeyi gerçekleştirdi ve bu süreçte birçok insan öldürüldü. Halbuki o mutabakat devam etseydi -Tunus’taki gibi- Mısır’da da belki her şey farklı olabilirdi.
‘Tunus farklı bir örnek’
Tunus bu noktada farklı bir örnek. Orada da güçlü İslami Nahda Hareketi vardı ve seçimlerden yine 1. parti olarak çıkmışlardı. Ancak onlar ülkelerindeki istikrarsızlığı görerek tek başlarına değil var olan mutabakatın devamını sağlamayı, anayasayı ‘birlikte’ yapmayı, farklı görüşlerle ülkeyi ‘birlikte’ yönetmeyi kabul etmişlerdi. Bence bu bir geri adım değil realist bir tavırdı. Dolayısıyla baktığımızda başarılamayan ve hayal kırıklığı yaratan durum Tunus’ta tamir edilmiş oldu. Ama tabii bütün bunlarda dış ülkelerin de payı vardı. Bazı ülkelerin Mısır’daki darbeye destek vermeleri ve antidemokratik bir şekilde Sisi’yi desteklemeleri kabul edilebilir değildi.
‘Suriye toplumu rejimin sert cevaplarıyla karşı karşıya kaldı’
Bunun diğer bir örneği kanlı bir şekilde hala devam eden Suriye. Yine Suriye toplumu da benzer taleplerle yola çıktı ancak buradaki durum rejimden çok sert ve vahşice bir yanıt alan kitlelerin çok çabuk silahlanmasıyla bir iç savaşa dönüştü. Var olan ortak talepler kaybolmasa bile bunun zemini kaybolmuş oldu.
‘Kitleseldir ve iç dinamiklerle başlamıştır’
Arap İsyanları’nı ‘başarı’ noktasında nasıl okuyabiliriz?
Başarılı mıdır diye baktığımızda Tunus dışında çok başarılı değildir. Kitleseldir ve iç dinamiklerle başlamıştır. Bir sürü insan bunun dünya veya Batı’nın komplosu olduğunu söylüyor, ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Benim oralarda gördüğüm bizzat insanların kendi ayakları üstünde durduğu ve kendi dinamikleriyle yönlendiğiydi. Ancak daha sonraki siyasi ortamı tahlil ederken eksik noktalarda kalmalarından dolayı tabii ki belli bir noktadan sonra dış müdahaleler ve içerdeki yönlendirmeler başladı. Maalesef tabii Suriye’deki gibi kanlı süreç hala devam etmekte. Ama bunlara rağmen söz konusu bu ortak talepler asla kaybolmaz.
‘Yeni jenerasyonlar yıllar geçse de bugünleri ve talepleri unutmaz’
Şu ana baktığımızda aslında Tunus dışında bir yenilgi durumu var diyebiliriz. Mısır’da ise durum neredeyse Mübarek döneminden daha kötü. Müslüman Kardeşler’den solculara, sosyalistlerden milliyetçilere, aydınlara, gazetecilere ve farklı kimliklerde olan bireylere karşı olumsuz bir tavır hâkim. Ceza evlerinde ve göz altında kaybolan insanlar söz konusu. Sisi yönetimi Batı’yı da arkasına alarak Mübarek döneminden daha kötü insan hakları çizelgesi önümüze koyuyor. Suriye maalesef bir iç savaşta ve paramparça olmuş durumda. Binlerce kişinin öldüğü ve milyonlarca insanın mülteci durumuna düştüğünü hepimiz görüyoruz. Bu anlamıyla ayaklanma tabii ki bir başarısızlık. Ama bu durumlar burada kalmaz. Sonuçta haklı taleplerle yola çıkan insanlar yıllar sonra da olsa bu yaşananları unutmaz ve gelecek kuşaklar bunun üzerine başka bir şey koyarak; demokrasi, insan hakları, refahın paylaşımı ve ortak yaşam alanında ülkeler kurmak için yeniden harekete geçerler diye düşünüyorum. Bu durum ayaklanmadaki bütün ülkeler için geçerli.
‘Bölgede herkes ve her şey gergin’
Arap İsyanları’nın Tunus’ta başlamasını nasıl yorumlayabiliriz?
Ayaklanmanın Tunus’ta başlaması aslında bize bir şey anlatmıyor. Mısır’da da başlayabilirdi Suriye’de de… Suriye, Mısır, Tunus ve Libya’da adaletsizlik ve yoksulluğun artık dayanılmaz bir hale gelmesi ve bunun üzerine de devlet baskısının aynı oranda devam etmesine paralel olarak Tunus’ta bir seyyar satıcıya iktidarın muamelesi belki de bardağı taşıran son damla oldu. Bu durum hala bölgelerde devam ediyor, herkes ve her şey gergin.
‘Eskinin yerine gelen yeni yönetimler eski tavrı benimserlerse kaybederler’
Arap İsyanları’ndan sonra Ortadoğu ülkelerinde özellikle Tunus, Libya ve Mısır üzerindeki etkilerini genel olarak nasıl yorumlarsınız? Yaşananlar ‘devrim’ mi?
Araplar buna devrim diyor, dolayısıyla devrim nitelendirmesi onlar için kabul edilebilir. Çünkü gerçekten çok farklı bir dünya, farklı bir gelecek ve ülke için ayaklandılar. Ayrıca o güne kadar söz konusu yönetimleri değil protesto etmek laf söylemek bile mümkün değildi. Teknik olarak bir devrim nitelendirmesini karşılamayabilir, ama onlar değişim demeyi tercih ediyor yani eski düzenin yerine yeni düzenin umudu gibi. Bense ayaklanma demeyi tercih ediyorum, çünkü bunu hep ucu açık bir süreç olarak gördüm. Kitabımda da bu sürecin nasıl devam edeceğine yönelik yazdım ve son bölümde şunu söyledim: Devrimden sonra yeni taleplerle yola çıkanlar, demokrasi, özgürlük, adalet ve ekmek isteyenler iktidara geldiklerinde eski yönetimlerin tavırlarını benimserler ve böyle devam ederlerse kaybederler diyordum. Müslüman Kardeşler kaybetti çünkü onlar da eski yönetimin unsurlarını benimsedi ve ortak mutabakatı çöpe attılar ve dolayısıyla çöktüler. Bunlar tabii ki darbeyi meşru kılmıyor ama durumlar böyleydi. Yeni yönetimler eskinin yerine yenisini koyarken, eski yönetimlerin ve eski sistemin alışkanlıklarını daha ilk etapta arkada bırakmalılar. Saddam devrildiğinde Irak’ta yüzlerce Saddamcıklar ortaya çıkacak demiştim ve Irak’ta şu an yüzlerce Saddam var.
‘Mısır’ı ciddiye almak lazım’
Tunus’ta askeri olarak bu başarıldı. Ancak Tunus Arap coğrafyasını çok fazla domine eden bir ülke değildir. Turizmle geçinir ve Fransa’ya yakın küçük bir ülkedir. Ama kendi alanında iyi bir demokrasi örneği vermiş bir ülkedir. Mısır ise bu anlamda farklıdır. Arap coğrafyasını doğrudan etkileyen büyük bir ülkedir. Dolayısıyla Mısır’ı ciddiye almak lazım. Mısır’da bu iş başarılmış olsaydı Suriye’de de başarılırdı. Mısır’da işlerin tersine dönmesi diğer ülkeleri de etkiledi. Libya ise diğer bütün ülkeler içerisinde sıfır olduğu ve hatta neredeyse kabile ve aşiret düzeninin devam ettiği bir ülke. Sonuç olarak Ortadoğu’da Libya çok fazla şeyi belirleyemez. Ama şu an çok karışık bir durumda iki yönetim var kimin ne yaptığı belli değil. Libya Arap coğrafyasının da çok fazla umurunda değil ama göçmen akımı fazlalaşır ve IŞİD, El-Kaide gibi örgütler oraya hâkim olmaya çalışırsa Libya’ya da yeni bir müdahale yapılabilir.
‘Ortadoğu; bölgeye düşman olanlar için biçilmiş kaftan’
Suriye ve Mısır‘da yaşanan istikrarsızlık Arap İsyanları’nı başarısız kılar mı?
Tabii ki başarısızlık olarak bakmak yanlış olmaz. Birinde askeri darbe yönetimi ve korkunç bir baskı; diğerindeyse iç savaş var. Bu durum zaten uzun yıllardır istikrarsız olan bölgenin daha da istikrarsız olmasına neden oldu. Yönetimlerin kendi halklarının zenginleşmesine ve refahına bakmadan birtakım baskı yöntemleri ve silahlanmayla mücadele içerisinde olması, bölgeye dışardan bakan, buraya düşmen olan birileri için biçilmiş kaftan niteliği taşıyor; kendi kendini yiyip bitiren bir bölge görüntüsü; Ortadoğu.
‘Gannuşi ortak mutabakatı yok saymadı’
Tunus’ta Gannuşi’nin laik girişimleri ne anlama geliyor?
Tunus’ta Gannuşi İslami çizgiyi savunarak ilerlemeye devam etmek isterken diğer yandan Mısır çöktü. Yine Libya tamamen kontrolsüz bir alan haline geldi ve farklı nitelikte birçok grubun mücadelesinin olduğunu bir yer oldu. Kimin ne yaptığının belli olmadığı bir yer haline geldi. Dolayısıyla Mısır ve Libya’da bütün bunlar yaşanırken Tunus, bazı şeylerde çok fazla ısrar edilirse kendi ülkesinin de bu ülkelere döneceğini düşündü. Sonucunda ise Gannuşi partilerinde siyaset yaparken ”İslamcılığı öncelemeyeceğiz” şeklinde bir girişimde bulundu. Tabii ki İslamcı fakat ortak mutabakatı yok saymıyor, birlikte yönetiyorlar. Gannuşi bu noktada bir örnek olarak öne çıktı. Bütün bunlarla beraber Ortadoğu’daki bölgelerin geçmişten günümüze farklı tecrübeleri var. Dolayısıyla ne İslamcılığı, ne Müslümanlığı, ne laikliği, ne Hristiyanlığı ne de kadınları dışlayarak tek başına kimse bu coğrafyada bir şey yapamaz. Sonuç olarak ortak bir şey yapmalı ve bütün farklı grupların içerisinde yer aldığı bir ortak mutabakatla hareket edilmeli.
‘Türkiye bölgedeki toplumlar için örnek bir ülkeydi ama şimdi değil’
Türkiye Arap ayaklanmaları sırasında ilgili bölgedeki toplumlar için örnek bir ülkeydi. O coğrafyadaki herkes bunu söylüyordu. Türkiye onlar için laik, demokratik, Müslüman, bir ayağı Avrupa’da diğer ayağı Ortadoğu’da, NATO üyesi, AB’ye girmek üzere olan bir ülkeydi. Ama şimdi değil. Çünkü bu sayılan unsurlarda şu an birtakım sarsıntılar görüyorlar. İslam’ın hayata geçişinde ve demokraside problemler görüyorlar. Türkiye’nin özellikle mezhep konularında artık herkese eşit mesafede yaklaşmadığını düşünüyorlar. Yine bir diğer önemli nokta ise Türkiye’nin Ortadoğu’ya siyasi ve askeri birçok müdahalede bulunduğunu düşünmeleri… Sonuç olarak Türkiye’nin eski pozisyonunu hem toplumsal hem de siyasi olarak kaybettiği düşüncesindeler.
‘Cezayir ve Fas halkı süreç içerisinde önlerindeki örnekleri gördü’
Cezayir ve Fas’ın etkilenmeme nedeni nedir?
Fas’ta bu süreçte demokratik ve ekonomik açıdan çeşitli reform hareketleri yapıldı ve Kral topluma birtakım haklar tanıdı. Cezayir’de ise devlet baskısıyla bazı şeyler bastırılmaya çalışıldı. Süreç içerisinde buradaki kitleler biraz daha beklemeyi tercih etti. Sonucunda bu noktada şöyle bir avantaj oluştu: süre uzadıkça Cezayir ve Fas halkı önündeki örnekleri gördüler. Libya, Mısır ve Suriye’nin durumu onlar için bir örnekti. Dolayısıyla kalkışma sonrasında ortaya nasıl bir siyasi düzenin çıkacağının çok da belli olmamasından dolayı bu örnekler insanları kokuttu ve insanlar birbirleriyle mutabakat veya planlı olmadan bu işin çok sürdürülebilir olamayacağını fark etti. Bunun yanında baskılar da etkili oldu tabii…
‘Çatışmaların durması lazım’
Arap İsyanları Suriye, Libya ve Yemen için çokta istenilen sonuçlar doğurmadı. Bu ülkelerin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
İlk etapta kesinlikle nasıl olacaksa çatışmaların durması lazım. Suriye sanki biraz bu duruma yaklaşıyor gibi görünüyor. Belki barış gelmeyecek veya her şey eskisi gibi olmayacak ama en azından ateşin kesilmesi ve insanların artık ölmemesi sonucunda bundan sonra ne yapılabilir durumları konuşulmaya başlayacaktır diye düşünüyorum. Yemen’deki durum Arabistan ilişkilerine paralel olarak biraz daha devam edecek gibi görünüyor. Libya ise göçmen ve El-Kaide, IŞİD meselesine bağlı olarak yine maalesef Batı’nın bir müdahalesiyle karşı karşıya kalabilir. Ama kısa vadede baktığımızda Arap Ayaklanması’ndan önceki barış, adalet ve özgürlük taleplerinin sonuca varması maalesef biraz lüks gibi duruyor.
‘Bir şeye inanan ve bunun için mücadele eden bir kitle varsa sosyal medya sadece bir araç olur’
Ortadoğu Medyası söz konusu olaylar sonrası nasıl bir dönüşüm yaşadı? İsyanlar sırasında medyanı rolü ne oldu?
Medya bu noktada çok önemli; özellikle sosyal medya. Mısır, Suriye ve Tunus’ta, geleneksel medya iktidarların elinde olduğu için toplumların büyük ölçüde örgütlenmeleri ve bir araya gelmeleri ayrıca bütün yaşananları dünyaya duyurmaları sosyal medya aracılığıyla gerçekleşti. Ama kimileri buna Facebook devrimi, Twitter devrimi dedi, ben bunların abartılı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir şeye inanan ve bunun için mücadele eden kitle varsa sosyal medya sadece bir işlev görür. Ama kitlelerin hedeflerinin altı boş ve inançları yoksa istediği kadar sosyal medya kullanılsın bu çok fazla ileri gitmez. Ancak oradaki gençler sosyal medyayı çok iyi kullandı çünkü bu ülkeler dahi küreselleşme kavramının içinde olan ülkelerdi. Oradaki gençler de üniversite okudu, dünyayı takip etti ve tanıdı, sosyal medya kullandı ve bu gençlerin hedefleri, talepleri vardı. İş ve daha iyi bir gelecek hayal ediyorlardı. Batı’daki gibi daha özgür yaşamak istiyorlardı dolayısıyla var olan küresel teknolojiden haberleri vardı. Sonuç olarak Arap coğrafyasındaki ayaklanmaya katılan insanlar da herkes gibi dünya vatandaşıydı, her şeyden haberleri vardı. Bunu da çok iyi kullandılar. Yaşanan bu süreçlerse sonradan birçok ülkeye örnek oldu. Bu noktada sosyal medya çok önemli bir rol oynadı ama geleneksel medya iktidarların elinde olduğu için oralarda çok fazla bir değişim ve dönüşüm olmadı. Hatta propaganda açısından daha kötüye gitti diyebiliriz. Tunus’u belki biraz bu durumun dışında bırakabiliriz ama diğer ülkelerde için bu geçerliydi.
‘Medya süreci görmemeyi tercih etti’
Ana akımda ayaklanma öncesinde iktidarın yanında olan medya, ayaklanma sırasında büyük çoğunlukla susmayı ya da bu durumu çok fazla görmemeyi tercih etti. Bir kısmı olan bitenden etkilendi, diğer bir kısmıysa çekindi. Diğerleriyse muhaliflerden yana yer almaya başladı. Süreç sırasında susmayı tercih edenler darbeden sonra hemen ortaya çıkıp yaşanan 2 yılı kötülemeye çalışarak algı oluşturmak istedi. Sonuç olarak şu anda özgür basından bahsedemeyiz. Neredeyse ayaklanma öncesi medyanın durumuyla aynı olduğunu söyleyebiliriz.
‘Bazı gruplar kendi aralarındaki mücadeleyi bırakıp gazetecilere yöneldi’
Arap İsyanları’ndan sonra bölgede gazetecilik daha da zorlu bir hale geldi diyebilir miyiz?
Pratikte haberleşme ve ‘oralarda olma’ anlamında tabii ki çok zorlaştı. Suriye bu noktada en tehlikeli yerlerden biri. Gazetecilerin hayatları bu bölgede çok büyük oranda tehlikeye girdi, kaçırılma ve öldürülme örnekleri burada yoğunlaştı ve bu anlamda dünyanın en tehlikeli yeri haline geldi. Hatta birtakım gruplar kendi arasındaki mücadeleyi bırakıp gazetecileri kaçırma ve onlar üzerinde fidye alma mücadelesine başladılar. Bunun tabii birkaç nedeni var; oradaki savaşın artık belirlenmiş amaçlarının dışına çıkmış olması, DAEŞ’in gazetecilere yönelik davranışları ve bir de orda olan bitenin dünyaya duyurulmasının önlenmesi. Hem Esad yönetimi de hem de muhalifler tarafından bu istenmedi. Dolayısıyla bütün bu süreçte gazetecilere yönelik korkunç bir kampanya başlatıldı.
‘Mısır’da gazetecilere yönelik korkunç bir baskı rejimi devam ediyor’
Mısır’a baktığımızda ise şu an maalesef demokrasiyi savunan, insan haklarını önceleyen, yönetime eleştiri getiren gazetecilerin çoğu hapiste veya gözaltında ‘kaybolmuş’ durumda. Mısır’da gazetecilere yönelik korkunç bir baskı rejimi devam ediyor. Sosyal medyanın imkanları dahilinde birçok yol kat edildi belki ama geleneksel medya iktidarların elinde bu şekilde kaldığı sürece baskı düzenleri de devam edecektir. Öte yandan Türkiyeli gazeteciler de, Türkiye’nin dış politik tercihlerindeki değişim sonrasında o bölgede zorluk çekmeye başladı. Mısır’da da aynı şekilde…
‘Bölgede manipülatif haberler dolaşımda’
Ortadoğu pratik olarak gazetecilik yapmanın zorlaştığı bir yer. İdeolojik anlamda baktığımızdaysa uluslararası gazeteciler tarafından fazlasıyla manipülatif haberlerin dolaşıma sokulduğunu görüyoruz. Bununla beraber Suriye ve Yemen gibi yerler alınan haberlerin ne kadarının doğru ne kadarının manipülasyon olduğunun hala belli olmadığı bölgeler arasında yer alıyor. Bölgedeki yerli gazeteciler ise çok fazla söz sahibi değil. Ayrıca kendilerini ifade ettiklerinde başlarına ne geleceğini bilmedikleri bir ortam ile karşı karşıya olduklarını görüyorlar. Dolayısıyla Ortadoğu için devletin medya üzerinde etkin olduğu ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ortam diyebiliriz.
‘Kitleler taleplerinde haklı fakat örgütlenmede başarısız’
Arap İsyanları’nın sonucunu demokrasi yolunda kan ve istikrarsızlık olarak niteleyebilir miyiz?
Kitlelerin taleplerinde haklı olduğunu düşünüyorum. Ancak örgütlenmedeki başarısızlıkları, toplumsal mutabakata bazı kesimlerin uymayarak kendi yoluna gitmeye çalışması, demokrasi geleneğinin çok fazla oturmamış olması ve ayaklanmanın içerden ve dışardan sabote edilmesi sonucunda ayaklanmalar başarısızlığa uğradı. Öte yandan kanın müsebbibinin aslında hem bu ülkelerdeki baskıcı yönetimler hem de dışardan buralara müdahale eden bütün ülkeler olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Ortadoğu için Arap İsyanları sonrası belirsizlik mi hâkim?
Tabii ki bir belirsizlik hâkim. Çizdiğimiz çerçeveden baktığımızda Libya’da iç savaş, Mısır’da diktatörlük, Suriye ve Yemen’deyse iç savaş söz konusu. Dediğim gibi burada öncelikle çatışmaların durması lazım ve ondan sonra mutabakatın nasıl sağlanacağının konuşulmaya başlanması gerekiyor. Ama bu aşamaya geçilmesi için de daha çok uzun yıllar var gibi görünüyor.
‘Kan, gözyaşı ve intikam duygusundan sonra demokrasinin çıkması çok zor’
Devrilen otoritelerden den günümüze ne kaldı?
Libya devrildi ve geriye hiçbir şey kalmadı. Sonuçta en kötü demokrasi bile diktatörlükten iyidir ama şu an için Libya’da demokrasiye ulaşmak bile hiç mümkün görünmüyor. Tunus halkının mutabakatıyla orada Binali devrildi ve bu örnek olacak bir durum. Mısır ise darbe yönetiminin altında şu an. Suriye’de ne çıkar açıkçası bundan çok emin değilim. Ama tabii bunca zamandır yaşanan kan, gözyaşı ve intikam duygusundan sonra çok demokratik bir şeyin çıkacağını düşünmüyorum.