Deprem gerçeğini kendileriyle konuştuğumuz mimarlar, depremin önlenemez jeolojik bir olay olduğuna dikkat çekerken her deprem sonrası jeologların açıklamalarına kulak kesilmemizden yakınıyor. Mimarlara göre deprem konusunda asıl muhatap jeologlar değil; şehir planlayıcıları, sosyologlar, mühendisler ve elbette kendileri olmalı.
Deprem coğrafyamızın ne yazık ki bir gerçeği. Öyle ki geçtiğimiz günlerde yüzünü bir kez daha gösterdi ve kendini 6,8’lik bir şiddetle Elazığ’da hatırlattı. Çevre illerden Malatya en çok etkilenen ikinci şehir olurken her iki şehirde de binalar yıkıldı, can ve mal kayıpları yaşandı. Ardından İran merkezli gerçekleşen deprem, Van’ı etkiledi. Burada da can kayıplarıı yaşandı. Elbette depremden etkilenen sadece bu şehirler olmadı. Tüm Türkiye yaşanan deprem ve sonuçlarıyla adeta yasa boğulurken, olası yeni deprem senaryoları uykularımızı kaçırdı. Özellikle beklenen büyük İstanbul depremi yeniden dillendirildi. Biz de deprem gerçeğimizi Mimarlar Celaleddin Çelik, Seda Özen Bilgili, Orhan Ersan, Sinan Genim ile konuştuk. Kendilerine somut olarak acilen neler yapılması gerektiğini ve mimarların bu sürecin neresinde olduğunu sorduk. “Her deprem olduğunda medyanın jeoloji mühendislerine koşmasını yadırgıyoruz.” diyen Celaleddin Çelik, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Jeoloji biliminin çalışmaları bize değiştiremeyeceğimiz bir doğa olayını kavramamız ve ona göre tedbirler almamız için veriler sunuyor. Ama bizi asıl ilgilendiren, o zemine yaptığımız yapının güvenliği, şehrin planlaması, insan hareketleri vs. Bu yüzden değiştirebileceğimiz ve düzeltebileceğimiz faaliyet alanlarını konuşmalı, yani mimarları, mühendisleri, şehir plancılarını, sosyologları ve ekonomistleri gündeme almalıyız.” Seda Özen Bilgili de Çelik’ten çok farklı düşünmüyor: “Dönüşümler kent sosyologları, felsefeciler, mimarlar, şehir plancıları, ekolojik peyzaj uzmanlar eşliğinde olmalı. İnsanlarımız 1 metrekarenin peşinde olmamalı. Esnek olmalı. Bugün 1 metrekarenin hesabının peşinde olursak, bir depremde can kaybını bir tarafa bıraksak bile 15 metrekarelik çadırlarda kendimize yer bulacağız. Topluma her gün uyumlu bir şekilde dönüşümün uygulanması ve olası İstanbul depreminin gerçek sonuçları konusunda bilgi verilmeli.”
Şehirlerimizde depreme yönelik nasıl bir mimari dönüşüme ihtiyaç var? Çözüm öneriniz ve yönteminiz nedir?
Celaleddin Çelik: Depremde hiç bir yıkım olmasa dahi özellikle İstanbul’da şehrin tahliyesi kolay olmayacak ve bu durumda ortaya bir kaos çıkma ihtimali yüksek. Sabah ve akşam trafiğinde yolları tıkanan bir kent burası. Can kaybı olmasa bile tahliyeyi mümkün kılacak bir plana acilen ihtiyaç duyuyoruz. Ne yazık ki hızlı ve özensiz şehirler kuran bir ülkeyiz. Yapı kültürünü hiç öğrenmemişçesine unutmuş olmamız ilgi çekicidir. Çok geniş farklılıklar içeren geniş bir coğrafyada, iklimin, topoğrafyanın, nüfusun, yapı kültürünün izlerini görmediğimiz bir gözlükle şehir kuruyoruz. Depremle ilgili çözümün farklılık göstermesi için, önce yaparken bu farklılıkların ayırdına varmamız gerekiyor.
Seda Özen Bilgili: İstanbul’da ortalarında küçük parklar olan ada bazında dönüşüm planlanabilir. Arka bahçeler bütüncül değerlendirebilir. Kat yükseltmeden; merdiven, asansör, otopark gibi ortak alanlar planlanarak birlikte hareket edilerek planlama yapılabilir. İstanbul’un merkezi ile Şile, Çatalca, Beykoz gibi köylerinde yapılaşma farklı olabilir. Bu köylerde doğal ve alçak katlı yapılaşma uygulanabilir. Çağdaş ahşap yapılar yapılabilir. Bütün bunları yaparken iklim, hâkim rüzgârlar ve arazi topoğrafyası, yerel doğal malzeme, mevcut merkez yerleşimi sınırlayan doğal çevre açısından farklılık mutlaka olmalıdır. Geçmişte de yerel iklime göre tasarım ve yerel malzeme uygulanmıştır.
Orhan Ersan: Belediyelerin aracı olduğu ada bazlı kentsel dönüşüm projeleri depreme dayanıksız yapıların dönüşümünü kolaylaştırabilir. Üst ölçekli planlardan, yapı bazındaki projelere, inşa etme süreçlerinin tümünden uygulamaya, yaşadığımız mekânlardaki mobilya tefrişlerine varana kadar tüm aşamalarda deprem gerçeğini hesaba katmak mecburiyetindeyiz. İçinde bulunduğumuz kentleri terk edip yeni bir kent inşa edemeyeceğimize göre mevcut kent dokusunun içinde rehabilitasyon projeleri ve stratejileri geliştirmemiz gerekir.
Sinan Genim: Depreme yönelik alınan bürokratik kararlarda önemli olan kararların uygulanmasındaki sorunlardır. Her tür yapı projesinin onay safhalarında inanılmaz bir titizlik gösterilmekte ve her tür eksiğin tamamlanması isteniyor ancak hemen hiçbir proje müellifi ve bürokrasi elemanı kâğıt üzerinde gösterilen bu hassasiyeti yapının uygulanması sırasında göstermiyor. Proje düzenlemek ülkemizde kâğıt üzerine bir şeyler çizmek veya yazmak anlamına geliyor ve bürokrasiyi geçmek için gereken bir safha olarak görülüyor. Önemli olanın düzenli ve kurallara uygun yapı inşa etmek olduğunun farkına varılmadığı sürece bu sıkıntıları çekmeye devam edeceğimizi düşünüyorum.
MİMARLAR DENEYİMSİZ BİR ŞEKİLDE MEZUN OLUYORLAR
Bu noktada yerel ve merkezi yönetimlere nasıl işler düşüyor?
Celaleddin Çelik: Deprem bize en çok kendi inşa ettiklerimiz ile zarar veriyor. Kurduğumuz şehrin, yaptığımız binaların deprem açısından güvenli olması, yönetmelik ve denetimlerle sağlanabilir. Mevcut sistemde bir yapıyı denetleyen firmanın işvereni, o yapıyı inşa eden müteahhittin kendisi. Ödemeyi aldığı müteahhiti denetleyen bir yapı denetim sisteminden hemen şimdi vazgeçmeliyiz. Merkezi idarenin ise betonarme dışında alternatif yapım sistemlerini gündeme almamıza imkân veren düzenlemeleri yapması gerekiyor. Ahşap yapı yönetmeliği düzenlenip mevzuatı oluşturulmalı. Bu sayede ahşap yapılar yaygınlaşabilir ve pahalı çözümler olmaktan çıkar.
Seda Özen Bilgili: Yerel yönetimler kendilerine göre özel yapılaşma şartları belirlemeliler. Geleneksel yapılarını tespit etmeliler. Yerel yapılarını inceleyen akademik çalışma ve yayınları gündemlerine almalı ve danışmalılar.
Orhan Ersan: Yerel yönetimler deprem testi yapma yetkisi ile belirli ve düşük bir rayiç bedel üzerinden her yapıya deprem testi yapmalıdır.
Sinan Genim: Yerel ve merkezi yönetim kâğıt üzerinde doğru görülen ve eksiği olmayan her projeye onay vermek mecburiyetindedir. Ancak bürokrasi çok fazla kural koymuş durumda. Bu nedenle koyduğu kuralların uygulama aşamasında denetlenip denetlenmediğini takip edemiyor. Çok sayıda kural denetimin sağlanmasını zorlaştırıyor. Bürokrasinin bu kadar detaya inmek yerine, uygulamayı denetlemesi gerekir. Öte yandan üniversitelerde eğitim veren öğretim elemanları yapı yapmanın ne olduğunun farkında değil. Teorik olarak belki bir şeyler biliyor ama hiçbir uygulama deneyimi yok ve uygulamayı denetleyecek bilgiye sahip değil. Okuldan mezun olan her mimar ve inşaat mühendisinin hiçbir deneyime sahip olmadan yetki sahibi olması acilen önlenmelidir.
ÇADIR VE BATTANİYE STOKU YAPMA ANLAYIŞINI AŞMALIYIZ
İstanbul’u depreme dayanıklı bir şehir haline getirmek için kısa vadede acilen neler yapılmalı?
Celaleddin Çelik: İstanbul’un bu konuda aslında acelesi yoktu. Kısa vadeye bizi mahkûm eden bir takvimden çok, uzun yıllardır bildiğimiz bir gerçekle karşı karşıyayız. Türkiye devleti de halkı da kısa vadede yapılması gerekenler konusunda oldukça becerikli. Hızlı ve acil çözüm demek, çadır ve battaniye stoku yapmak anlamına geliyor, artık bunu aşmalıyız.
Seda Özen Bilgili: Bizim inşaat mühendisi Metin Akalın yaptığımız bir basit hesap var. İstanbul’da yenilememiz gereken 50 bin bina varsa, binaları ortalama 1.500 m2 kabul edersek; yenilememiz gereken 75 milyon m2 var. Metrekaresi 1.500 TL’den inşaat yaparsak; 112 milyar 500 milyon TL (18-20 milyar dolar gibi) bir hesap yaptık. Bu planlanabilir. Ancak bunu yapabilmek için 1 ay içerisinde her yapıya bir yönetici atanmasını talep edersek, 3 ay içerisinde her binanın zorunlu olarak risk raporunu almayı talep edersek, 1 sene içinde ruhsat almayı zorunlu tutarsak, 3 sene içinde bina yenilemeyi zorunlu tutarsak ancak bu sorunun altından kalkarız. İsteyen bu işi müteahhit ile yapar, isteyen dairelerini küçültmeyi kabul eder; Dünya Bankası’ndan kredi alınır, bir yol bulunur. Şimdi bu bütçeyi konuşuyoruz deprem sonrası göz ardı edemeyeceğimiz can kayıplarımız hariç bu bütçe 10 katına da çıksa bu işi artık gerçekleştiremeyiz.
Orhan Ersan: İstanbul’a kısa vadede acilen bir şey yapmak mümkün değil, depremde sığınacak nitelikli yapılar inşa etmek dışında.
Sinan Genim: Dikkat edildiğinde görülecektir ki organize, yapı konusunda yeterli bilgi birikimine sahip firmalar veya kişiler tarafından yapılan yapılarda bir sıkıntı ortaya çıkmıyor. Sıkıntı yeterli bilgi ve deneyime sahip olmayan kişiler tarafından, ucuza mal edilmek için yapılmış yapılarda veya ‘bu yapıya bir şey olmaz bir iki kolonu kaldıralım büyük açıklık elde edelim’ gibi kurala uygun yapılmış ancak daha sonra sakat hale getirilmiş yapılarda veya zemin araştırması yapılmadan, gerekli zemin tedbirleri alınmadan yapılan yapılarda ortaya çıkıyor. Ucuza mal edilmeye çalışılan mimari projelere daha sonra yapılan müdahaleler, yapının statik dengelerini bozuyor ve ortaya çıkan problemler ne yazık ki can ve mal kaybı ile sonuçlanıyor.
ALTERNATİF MALZEME AHŞAP OLMALI
Depreme en dayanıklı malzeme nedir?
Celaleddin Çelik: Deprem bölgelerinde yapılacak yapıların aşırı rijit olmaması gerekir. Bunu sağlamak için deprem izolatörleri kullanıldığını duymuşsunuzdur. Ahşap yapılar, elastik mesnet gibi davranan sistemleri sayesinde doğal olarak depreme karşı daha dayanıklı denebilir. Ancak mesele mühendislik ve doğru tasarımdır. Fazla demir ve çimento koymakla yapı daha sağlam olmaz, hangi malzeme kullanılırsa kullanılsın ancak mühendislik hesaplarına göre yapı tasarlanırsa depreme dayanıklı olabilir.
Seda Özen Bilgili: Deprem için en başta tercih edilecek malzeme ahşap olmalı. Dünyada, Japonya’da yeni planlanan şehirde, Kanada’da, Norveç’te gökdelenler ahşaptan inşa ediliyor. Çünkü dönüşebilir malzeme, dışarıda hazırlanıp yerine takılabilir amaçla takıp sökülebilir bir malzeme. Ancak genel olarak yüksek yapının acil durumlarda, depremde ve yangında tahliyesi sorunlu olduğu için yüksek yapı bir yapılaşma modeli olmamalı. Çin’de Edward Yang Hoca deprem sonrası çağdaş toprak yapılar inşa etmişti. Öğrencileri ile birlikte, köylülere yapı inşa etmeyi öğreterek. Uzun yıllardır depreme dayanıklı toprak yapı geliştirilmesi için çalışıyor ve başarılı oldu. Hem malzemeyi geliştirdi hem mimarisinde cephe kurallarını çalıştı. Kendisi ülkemize davet edilmişti, üniversitelerimiz bir araya gelirse tüm ülke icin yapılaşma kurallarını tartışabiliriz. Bunu yapabilecek başarılı akademisyenlerimiz var. Sorun olan, belediyelerin beş yılda bir değişmesi, bu zamanın köklü bir dönüşümü gerçekleştirmek için yetmemesi, her yeni gelenin eski yönetime dair sistemi değiştirmesi, akademisyenlerle çalışma kültürünün bulunmaması, belediye teknik personellerinin uygulama pratiklerinin olmaması…
Orhan Ersan: Depreme dayanıklı malzeme diye bir şey yok ama yapıların hafifletilmesi gerekir, ağır yapılar depremde en çok hasar gören yapılar oluyor ne yazık ki.
Sinan Genim: Kuralına uygun olarak kullanılan her tür malzeme depreme dayanıklıdır. Önemli olan yapılacak yapı türüne uygun malzeme seçmek ve bu malzemenin bağlama ve birleştirme tekniklerine uygun olarak kullanılmasıdır.
DOĞAYLA İLİŞKİ KURAN EVLERE İHTİYACIMIZ VAR
Klasik Türk evlerini Anadolu kentlerinde yaygınlaştırmak depreme yönelik olumlu bir adım olabilir mi?
Celaleddin Çelik: Bu toprakların geçmişinde ideale yakın ve bugün hâlâ güncelliğini koruyan bir konut çözümlemesi olduğunu söylemek mümkün. Ancak isimden çok ilkelere dikkat etmek lazım. Deprem özelinde olmasa dahi alçak katlı, bahçeli, nefes alan, kolay kurulan, az atık üreten, kimlik sahibi ve doğa ile ilişki kuran evlere ihtiyacımız var ve bu ihtiyaç giderek artacak.
Seda Özen Bilgili: Klasik Türk evleri de olabilir ancak çağdaş doğal (ahşap, ahşap hımış, ahşap göz/ahşap dolma, taş, çağdaş toprak) yapıları inşa etmek daha dürüst olacaktır. Her doğal yapı zaman içerisinde döneminin değişimini yaşamıştır. Bugünün doğal yapılarını inşa edebiliriz.
Orhan Ersan: Buna geleneksel mimari doku da diyebiliriz. Kentlerin üzerindeki baskı, göç ve hızlı kentleşme, plansız yapılaşmanın önüne geçilmedikçe mimari ölçekte yapılacak bir şey yok ne yazık ki.
Sinan Genim: Klasik Türk evi iki veya en fazla üç katlıdır ve tek aile kullanımına uygun olarak yapılmıştır. Bu evler yeni bir mimari oluşturmak için bize gerekli bilgiyi iletir. Ancak üzerinde çok yoğun olarak çalışmak ve geliştirmek gerekir. Köy alanları dışında yıkılan yapıların hemen hepsi apartman türü yapılar olup, ne yazık ki tek aile kullanımına uygun ev yapacak alan bulmak güçtür. Köylerde yıkılan evlerin çoğu ise kerpiç gibi uzun bir dayanıklılık ömrü olmayan malzemeden yapılmış yapılardır. Ne yazık ki bizim kültürümüzde, yapıların bakımı, eskiyen kısımlarının yenilenmesi gibi sürekli bir denetim yoktur. Kamu yapılarımızın çoğu hemen hiçbir bakım görmez, eskimeleri beklenir ya yıkılıp yeniden yapılmaları ya da boşaltılıp esaslı bir onarıma alınmalarına kadar esaslı bir müdahale görmezler.
Bu arada özellikle belirtmek isterim ki şu sıralar TBMM gündeminde bulunan bir kanun teklifinde eskiyen yapıların güçlendirilmesi teşvik edilmektedir. Zemin açısından problemler taşıyan, mimari kurgusu depreme karşı tedbir alınmaya müsait olmayan yapıların güçlendirmelerinin yapılması herhangi bir fayda sağlamaz. Bu yapıların mevcut kurallara uygun şekilde boyutlarını değiştirmeden, yeni bağımsız bölüm oluşturmadan yeniden yapılmaları ne gibi sakınca taşır anlamıyorum? Niçin kulağını tersten göstermeye devam ediyor, basit çözümler yerine insanlarımızı komplike çözümlerle yoruyoruz?