KritikManşetSöyleşiToplum

Toplumun sansürsüz yüzleri: Deliler ve meczuplar

Deliler kimi zaman bir efsanedir, kimi zamansa hakikatin ta kendisi. Her şehrin olmazsa olmazları, bulundukları toplumun sansürsüz yüzleridir. Aynı zamanda bir şehrin kimliğinin bir parçası, hafızasının da güçlü bir detayıdır. Ve onlardan öğrenecek her zaman çok şey vardır…

Malatya’nın Mercedes Kadir’i geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. Koca bir kent, tüm halkıyla birlikte bu kayba üzüldü. Çünkü Kadir Malatya’nın yani onların kimliğinin bir parçasıydı. Peki neden Mercedes Kadir derlerdi ona? Çünkü Malatya’da tüm gününü arabam dediği sopanın üzerinde, kimseye bir zararı olmadan geçirirdi. Asıl adı Fatih Kaydı olan Mercedes Kadir’in 36 yaşındaki genç ölümü 7’den 70’e tüm Malatya’yı yasa boğmuştu. Vardır ya öyle her şehrin bir delisi. Malatya’nınki de Kadir’di işte. Hemen hepsini bilemesek de her şehrin, her köyün mutlaka bir delisi olur. Bazıları efsanedir, bazılarıysa gerçeğin ta kendisi. Deli olmak kötü müdür, ayıp mıdır? Bizim toplumumuzda tarih boyunca deliler her zaman halk tarafından benimsenmiş, geçimleri ortak bir şekilde o bölgenin sakinleri tarafından sağlanmıştır. Çünkü deliler, halkın vicdanıdır. Bazen bir deliye bakmak, o şehrin ya da o köyün tümü hakkında bilgi verir. Deli o kentin hafızasını taşır çünkü kendinde… Kent de onun… Biz de şehrin delilerini, deliler ve meczuplar üzerine öyküler yazan Sadık Yalsızuçanlar ve uzun yıllardır Deli mi Veli mi? adlı belgeseli üzerine çalışan Reis Çelik ile konuştuk.

HAYATIMDAKİ TÜM DELİLERİ KİTABIMDA TOPLADIM

Sadık Yalsızuçanlar
Sadık Yalsızuçanlar

Neden deliler ve meczuplar hakkında bir kitap yazma gereksinimi duydunuz?
Öteden beri delilere/meczuplara ilgim vardı. Çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımın bir bölümünü geçirdiğim Malatya’da, deliler, çocukluk anılarımın en değerli yanlarını oluşturuyordu. Mesela yakınlarda yitirdiğimiz Mercedes Kadir. Çocukluğumun kahramanlarındandı. Yine çocukluk heybemde yer alan Şorrikli Yaşar, Gız Mahmud, Mamılo, daha niceleri… Şorrikli Yaşar Melekbaba Mahallesi’ndeki evimize her gün hemen hemen aynı saatte mutlaka gelirdi. Bilhassa bahar ve yaz boyunca ikindi ezanı okunduktan az sonra Şorrikli Yaşar Melekbaba yokuşunda belirir, yöresel deyimle, ‘çona’ elleri, paytak paytak yürüyüşü ve dişlek, biçimsiz ağzından göğsüne sürekli akan ‘şorrik’iyle, hayli uzaktan genzinize çarpan ter ve sidik kokusuyla; o çocuk saflığıyla gelip evimizin avlusundaki her zamanki yerine otururdu. Teyzelerim, dayılarım nasıl sevinir, analı gızlıdan bir tabak getirir, elleriyle yedirir, ılık ve şekerli paşa çayını hazırlar, yine elleriyle içirirlerdi. Şorrikli Yaşar, sanırım çocukluğumda en çok gördüğüm, gözlediğim kişi oldu. Çocuklara özgü saflığı bizi fena etkiliyordu. Evimizin, mahallenin, şehrin gülleriydi onlar. Yazmaya başladıktan sonra çocukken tanıdığım delilere mutlaka öykülerimde yer verdim. Fakat yıllar sonra, şehrin güllerini ayrıca ve ayrıntılı biçimde anlatmak istedim. Birkaç senedir yazları geçirdiğim Silifke’ye, dört sene önce giderken bilgisayarımla birlikte onların hatıralarını da götürdüm. Deli Tomarı adlı kitabım böyle doğdu. Yaz boyunca delilerle, meczup ve mecluplarla dolu bir süreç yaşadım. Deli Tomarı’ndaki öyküleri, dört yaz önce Silifke’de yazdım. İlginç bir biçimde orada da meczuplar peşimi bırakmadı. Hafta sonları çarşıya her gittiğimde biriyle karşılaştım. Onlar da Deli Tomarı’ndaki mutena yerlerini aldılar.

ONLAR, ‘DELİLİK AZ AKILLA OLMAZ’ SÖZÜNÜ HAKLI ÇIKARANLARDIR

Bu öykü kitaplarını yazarken onlar hakkında neler öğrendiniz, keşfettiniz?
Neler öğrenmedim ki… Deliliğin nörolojik, somut; daha doğrusu fiziksel bir sorundan kaynaklanmıyorsa bir tür örtünme, gizlenme yöntemi olduğunu fark ettim. Dâhiler, geleneksel irfan sözlüğünde, ‘ricâl-i gayb’ denilen, dünyada bir tür metafiziksel ödevleri olan, her biri aslında Hakk’ın insanlar arasında birer ajanı olan bu özel insanlar ya delilikle ya da sarhoşlukla örtünebiliyorlar. Hani Harabi Baba diyor ya, ‘ehline helaldir, nâ-ehle haram’, işte aslında hermetik olan irfan ve hikmetin de böylesi örtülerle gizlendiği söylenebilir. Meczup, Hakk’ın Kendisi’ne çektiği kişilere deniyor. Meclup da celbedilmiş, çekilmiş, yakınlaştırılmış demek. Onlar, bir rivayette, ‘Hakk’ın gayret kubbesinde gizlediği’, insanlardan delilik kisvesiyle kaybettirdiği kişiler. Bunu Deli Tomarı’ndaki öyküleri yazdığım yaz büsbütün fark ettim. Tabi sözgelimi ailesi gözleri önünde yanmış, bu acı deneyimle çıldırmış veya kimi nörolojik sorunlar yaşamış, doğuştan getirmiş vs. olanlar hariç. Onların ‘rahatsızlığı’ fiziksel veya psikolojik nedenlerle açıklanabiliyor. Ama hakiki bir meczup ise, onu modern tıbbın açıklamakta çaresiz kalabildiği söylenebilir. Onlar, ‘delilik az akılla olmaz’ sözünü haklı çıkaranlardır. Veya yine eskilerin tabiriyle, onlar, ‘ukâlâ-yı mecânîn’, yani akıllı delilerdir. Hani Pascal’a izafe edilen bir söz vardır: ‘Kalbin, aklın anlayamadığı akılları vardır’. İşte meczupları anlayabilmemize yardım edecek bir şey bu… Bu anlamda meczup, aklı aşan, onu da kuşatan bir tür ‘kalbî akla’ sahip olan ve bu aklı çok fazla çalışandır. Köktenci biçimde egemen sistemin nosyonlarını reddeder, dışlar. Klişeleri parçalar. Sıradanlığa müdahale eder. Bizi sarsar, uyarır ve aklımızı paramparça eden büyük, dilsiz acılara meydan okur. Avam, akıl erdiremediğine deli der, geçermiş. Meczuplara da deli edinmesi, ortalama bir bakış açısıyla onlara bakıldığındandır. Oysa meczuplar, Yaratıcı’nın, varlık dünyasındaki en sadık hizmetçileri ve ajanlarıdır. Şair diyor ya, ‘Tanrı’nın yağmura benzeyen hizmetçileri vardır. Toprağa düşünce mısır, denize düşünce inci olurlar.’ Toplumsal/kamusal alanın ortasına düşünce de meczup veya deli olurlar. Delileri ve meczupları konu alan ikinci ve son öykü kitabım Allah’ın Adamları’nda pür meczuplar yer alıyor. Deli Tomarı’nda aşktan, acıdan veya çaresizlikten çıldırmış veya ‘engelli’ denebilecek karakterler de vardı. Allah’ın Adamları’nda ise, sadece meczup ve mecluplar yer aldı. Onların dünyasına öyle bir girdim ki bir türlü çıkamıyorum. Şimdilerde üçüncüsünü yazıyorum. Adı, Gabalabazaar olacak.

Şehrin delileri/meczupları hakkında nasıl bir bilgi birikiminiz var?
Doğrusu çocukluktan itibaren biriktirdiklerim bu kitapların bir kaynağını oluşturdu. Ama, değerli dostum, Dr. Timuçin Çevikoğlu ağabeyimin bu süreçte çok fazla katkı verdiğini belirtmeliyim. Çevikoğlu oldukça renkli bir kişilik. Adanalı, müzikolog, bestekâr ve icracı. Özellikle Mevlevî musikisinde dünya çapında bir uzman ve sanatkâr. Fakat dediğim gibi çok renkli bir kişiliği ve dünyası var. Yakinen tanıyınca görüyorsunuz, sokağın renklerine, seslerine ve karakterlerine çok fazla aşina. Olduk da nüktedan. Onunla tabi sıkı bir dostluğum var. Lütfetti. Sürekli anlattı. Tanıdığı meczuplardan, sıra dışı olaylardan, ilginç karakterlerden ne deli ne meczup denemeyecek ama onlara külahını ters giydirebilenlerden o kadar çok anlattı ki… Bir kısmını not aldım. Bazılarını kaynaklardan araştırdım. Bazıları ise dip anılarımın en canlı renklerini oluşturuyordu. Bunların dışında hurda toplayıcıları, evsizler, sokakta yatıp kalkanlar, kimsesizler tanıdım. Onların dünyasına girdim. Onların o kavurucu yaşamlarının inceliklerini tanıdım. Böylece bu iki kitap doğdu.

Sizce şehirler için o deli ve meczuplar neden önemlidir?
Onlar rahmet vesilesidir diyebilirim. Zaten malumunuz deli denmez, şehrin gülü, gülleri denir. Konya’da mesela, çekim kutbu Hz. Mevlânâ’dır. Fakat şehrin Hz. Pîr’le birlikte gülleri, bugün de de yaşayan gülleridir asıl ruh verici olanlar. Ankara örneğin… Yine şehrin çekim kutbu, Hacı Bayram Sultan’dır. Ama O’nun çevresinde deli, meczup eksik olmaz. Kıdemli meczupları vardır Hacı Bayram’ın. Çoğu, dediğim gibi ‘ricâl’dendir, gizemlidir, öylesine üstünkörü bakanlar göremez, asıl kişilikleri, kimlikleri diplerdedir. Malatya mesela… Elâzığ sonra… Deliler ve meczuplar bakımından oldukça zengin, bereketli bir havza… Her yer var gerçi. Aydın’ın bir beldesinde de görürsünüz, Hakkâri’nin bir köyünde de… Dersim delileri örneğin muhteşemdir. Necati Kanter, Mithat Enç, Zeki Bulduk çok yazdılar bu gülleri. Yerel yayınlar da çoktur. Şehir kitaplarında meczuplara müstesna bir yer alrılır daima. Onlar şehrin bereketi, uğuru, güzelliği, kazaların defi için adeta birer vesiledirler. Toplumsal kültürün de en değerli parçasını oluştururlar. Tabi yeterince edebiyatımıza yansımıyor. Maalesef yazarlarımız gerek tarihteki gerekse günümüzde yaşayan meczupların hikayelerine pek fazla ilgi duymuyor. Bu hem edebi kültürümüz hem de insanlık kalitelerimiz bakımından düşündürücüdür.

ASIL HABERİN ONLARDAN ALINABİLECEĞİNE İNANIYORUM

Bir insanın deli veya meczuplardan nasıl bir şeyler öğrenebilir?
Asıl haberin onlardan alınabileceğini sanıyorum. Çocuktan da haber alınır. Her şeyden… Ama en gizemli ve dolaysız ‘haber’ kaynağı meczuplardır. Onlar ayna gibidir. Bakınca içimizi görebiliriz. Ruhumuza tutulan aynalardır. Bazen tutkularının esiri olan birine yıldırım gibi çarparlar bazen zekasını kurnazlıkta kullanan bir başkasına. Bazen yetim hakkı yiyen bir müteahhite çatarlar bazen kibirli bir valiye. Mesela Allah’ın Adamları’nda bir meczup öyküsünde vali de karakterler arasındadır. Meczup, şehre atanan yeni valiyle ilk karşılaştığında, ‘sen ne iş yapıyorsun?’ diye sorar. Vali oldukça kibirli bir adam. ‘Şehrin valisiyim’ der. Mecbup, ‘yani senin işin tırı vırı’ diye bağırır. Tabi esnaf gezisine çıkmış vali. Çevresi insan dolu. Meczup, ‘senin işin tırı vırı’ deyince mermer duvara çarpmış gibi olur. Bu bakımdan, meczupların bir tür yapı sökümcü olduğunu söyleyebilirim.

Sizce şehir sakinleri deli ve meczupları neden kabullenir, benimser?
Çünkü herkesin kalbi hakikat için çarpar. Aşktan, Hak’tan çıldırmak ister, yapamaz; onu yapmış olana gıptayla bakar. Halk irfanı, meczubun gaybı kurcalayan çilingir olduğunu bilir. Kolektif bilinçdışının en ilginç besleyicileri delilerdir. Deli sözünü sakınmaz. Kimseyi umursamaz. Aklın bağ olduğunu bilmiştir. Özgürdür. Bilinçaltından çekinmez, onu her an dışa vurabilme hürriyetinin tadını çıkarmaktadır. Şehir ahalisi de delinin veya meczubun bu tatlı pervasızlığını hayranlıkla izler. Birisi bize en küstah anımızda gerçeği yüzümüze, hesapsız kitapsız haykırsın diye arzular. Birisi bize bazen ayna tutsa keşke, der. Halk bilir ki, ‘kabağın sahibi var.’ Söyleyen ve söylenen, söz Hak’tır. Bakan da O’dur, yıkan da O’dur yapan da O’dur. Bu bizim bilincimizi besleyen metafiziktir. Deli ve meczupların hem hakikat ajanlığı hem de şehrin bereketini artırmaları, şehir sakinlerince bilinir. Bu yüzden deliler çok sevilir, meczuplara ihtimam gösterilir. Mesela, vergi dairesine para yatırmağa giden esnafın karşısına meczup ansızın çıkar, cebindeki para kadarını ister. O şehir sakini meczubun değerini bilen biriyse, çıkarıp o parayı verir. Ama bir saat sonra o paranın iki katı başka bir kaynaktan esnafa ulaşacaktır. Ayrıca meczubun gönlünü yıkmak, Allah’ın evini yıkmaktır. ‘Fukara gönlüne her kim dokuna, dokuna sinesi Allah okuna…’ Bu bilinç, gerçekten şehirliyse, medeniyse o kişinin gönlünde vardır.

Deliler ve meczuplara ilişkin üçüncü kitabınız Gabalabazaar ne zaman okurla buluşacak? Adı neden bu?
Gabalabazar, Anadolu’da tabi kısmen eskilerin kullandığı yaygın bir ifade. Öylesine, üstünkörü, toptancı bir yaklaşımla gibi anlamlara geliyor. Son dönemde, kültürümüz açısından gösterge sayılabilecek örneğin müzik alanıyla, başka kültürel alanlarla ilgili yüzeysel, toptancı tutumu, sığ yaklaşımları yermek için bunu seçtim. Yine deliler, meczuplar ve mecluplar olacak. Hayli malzeme birikti. Ben Allah’ın Adamları’nı da yani delilerin ikinci kitabını da geçen yaz, Silifke’de yazmıştım. Bu yaz için planlarım varı. Ama insanlar plan yapar, kader gülermiş. Memleketimiz ve dünyamız yorucu bir sürece girdi. Bu genel musibet ne zaman nasıl durulacak bilemiyoruz. Silifke’ye gidebilecek miyiz, emin değilim. Bu yüzden Ankara’da, çalışma odama hapsedilmiş bir halde sanırım yazacağım. Yeni yayın döneminde okurla buluşabilir, kesin bir tarih veremiyorum.

PEKİ YA BİZLER, GERÇEKTEN AKILLI MIYIZ?

Reis Çelik
Reis Çelik

Uzun süredir Deli mi Veli mi? belgeseli üzerine çalışıyorum. Biz insanlar kendini akıllı insanlar olarak tanımlarız her zaman. Bense dünyanın geldiği hale bakarak ‘Gerçekten biz akıllı mıyız?’ sorusunu kendime sürekli sorarım. Bir de deli dediklerimize bakarım. ‘Acaba onlar mı akıllı, biz mi akıllıyız’ diye sorduğumda kendimi bu belgeseli yaparken buldum. Aslında bütün mesele aklı sorgulamak. Efsaneye göre deliliğin başladığı yerin Pekin olduğu söylenir. Yani bugün yasak şehir diye bildiğimiz imparatorluk merkezinde başlamış. Ben de belgesele oradan başladım 6 yıl önce. Deliler toplumların sansürsüz yüzleridir. Normal olarak konuşulamayan, görmezlikten gelinen şeyleri ‘deli’ dediklerimiz ortaya koyar. Toplum onları alaya alır ama aynı zamanda kutsal olarak görür. Alaya alma refleksleri ‘Söylediklerini ciddiye almayın’ şeklindeki gerçeğin üstünü örtme davranışıdır. Kutsal görme yanı ise ‘Bunların dilinin kemiği yok. Korkuları da yok. Aman iyi geçinelim. Bizim ayıbımızı da ortaya sermesin’ korkusudur. Örneğin Kars’ta Kaşe Temo diye biri vardı. Dükkanlar açılır açılmaz hemen gidip ‘Kaşe kaşe’ deyip dükkân sahibine kaşesini yüzünün çeşitli yerlerine bastırırdı. Ona göre de bahşiş alırdı. Ben uzun süre uğraştıktan sonra dost oldum sordum ‘Bu kaşeyi niçin bastırıyorsun’ Temo, ‘Sırdır ama sen vatansever bir adama benziyorsun söyleyeyim. Ben maliyeden gizli müfettişim. Bu puştlar ticaret yapıyor fatura kesmiyorlar. Ben ilk siftah kaşeyi bastırınca mecbur kalıyorlar akşama kadar fatura kesmeye.’ Ve buna benzer onlarca hikayesi olan deli üzerinden toplumsal okumalar yapmaya çalıp aklı sorguluyoruz kendimizce.

DELİLER İÇİNDE BULUNDUĞU TOPLUMUN YANSIMADIR

Çeşitli kentlerde, kasaba ya da köylerde edindiğim deli bilgilerini değerlendirip onun davranışlarının ve söylemlerinin biçimine bakarak gidip onunla ilgili kayıtlar yapıyorum. Her delinin içinde bulunduğu toplumun yansıması olduğunu inanıyorum. Deliler aslında yaşadıkları yerlerin gizli ahlakı, gizli adaleti ve gizli merhametidir. Anadolu’da bir inanç vardır. ‘Delisi olmayan yerin merhameti, ataleti ve imanı olmaz’. Biraz detaylı baktığınızda deliler üzerinde bu yükü görürsünüz. Deliden gerçeği öğrenebilirsiniz. Deliden bulunduğu yerin yalancısını, üçkağıtçısını, dürüstünü öğrenebilirsiniz. Toplumlar her zaman o deli ve meczupları kabullenirler. Neden? Birincisi delinin bir anlamda Veli olduğuna inanılır Anadolu’da. İkincisi, delinin korkusu olmadığı için herkes hakkında her şeyi söyleyebileceği düşünülerek çekinilir. Çevresinde merhamet ve adaleti çağrıştırdığı ya da oluşturduğu için bir kutsallık yüklenir. Son olarak Ankara’da yanılmıyorsam bir deli ile karşılaşmıştım. Siyasi olarak içeride uzun yıllar yatıp çıkmış biriydi. Donanımlı biri olduğu belliydi. Sordum ne oldu da delirdin böyle? “Deli ile Devrimci birbirine çok yakındır. Devrimci aykırıdır. Karşıdır. Yanlışın üzerine gider. Ama yeri gelince durmayı bilir. Deli onun bir kademe ilerisidir. Durmaz ve asla geri adım atmaz. Ne söylemesi gerekirse onu söyler ve yapar.” demiştir.

Etiketler

İlgili enformasyon

Bir yanıt yazın

Close

Adblock Detected

Reklam engelleyici devre dışı bırak